Dışa kapalı olan Japonya, 1850’lilerde ABD’nin zorlamasıyla dünyaya açımıştır. Japonya‘nın açılma kararında, Batı’ya direnecek askeri gücünün olmayışı önemli rol oynamıştır. Batı’yı ancak Batı’nın teknolojisi ile yakalayabileceğini anlayan Japonya, derhal harekete geçmiş ve onbinlerce öğrencisini Batı üniversitelerine göndererek Batı teknolojisini öğrenmelerini sağlamıştır.
Günümüzde de, ABD’yi ekonomik alanda yakalayan, teknolojik alanda ise geride bırakan Çin, benzeri bir uygulama ile dünyanın bir numaralı ekonomisi haline gelmeyi başarmıştır. Kendi üniversitelerinde milyonlarca öğrencisi olan Çin’in Batı üniversitelerinde de 600 bin öğrencisi eğitim görmektedir.
Japonya’nın dışa açıldığı tarihlerde Osmanlı Devleti’nde de batılılaşma hareketleri başlamıştı. Osmanlı’daki batılılaşma, Batı‘nın teknolojisine sahip olma bilincinden çok, elit kesimlerde Batı kültürünü taklit şeklinde kendini göstermiştir.
Böylece sanayi devrimini ıskalamış olan Osmanlı Devleti varlığını sürdürememiş ve yıkılmıştır. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan ekonomik, sosoyal ve kültürel devrimler sonucunda Batı ile arasındaki 400 yıllık açığı 15 yılda kapatmayı başarmıştır. Sanayinin temel alt yapısının oluşturulduğu, yurdun demir ağlarla örüldüğü, Atatürk tipi fabrikalarla donatıldığı, Türkiye’nin dünyada uçak üretebilen birkaç ülkeden biri haline getirildiği bu olağanüstü dönemde, kalkınmanın sürdürülebilirliğinin eğitime bağlı olduğu gerçeğinden hareketle bir yandan eğitim kurumları ıslah edilirken, bir yandan da Hitler Almanyası’ndan kaçan bilim adamlarının Türkiye’ye gelmeleri teşvik edilerek çağdaş üniversitelerin temelleri atılmıştır.
Eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitelendirilmesi çalışmaları kısa sürede meyvelerini vermiş olan Türkiye, toplumda kültürel devrimlerin yolunu açan “Halk Evleri“ yanında dünya eğitim tarihine damgasını vuracak olan “Köy Enstütüleri“ sistemini de devreye sokmuştur. Köyden aldığı çocuğu, dünya kalitesinin üstünde bir eğitimle donatan ve tekrar köye gönderen sistem, Ortaçağ kalıntısı toprak ağalarınınn ve din adamlarının toplumdaki otoritesini sarsmaya başlayınca karşı devrimcilerin hedefi haline gelmişlerdir.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından uygulamaya konulan Marshall yardımından yararlanabilmek için ABD’nin dayatmalarını kabul eden Türkiye, uçak fabrikaları dahil, savunma sanayiine ilişkin tüm fabrikaları yanında UNESCO tarafından az gelişmiş ülkelerin kalkınmaları için önemle tavsiye edilen “Köy Enstitüleri“ni de kapatmıştır.
Bir ABD’li uzmanın, Köy Enstitüleri uygulamasının devam etmesi halinde 2000 li yıllarda Türkiye ile başa çıkılamayacağı düşüncesiyle bunların kapatılması için Türkiye’de propaganda yaptıklarını açıklaması, Köy Enstitüleri’nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Aynı zamanda toprak reformunun alt yapısını hazırlamaya yönelik bir uygulama olan Köy Enstitüleri, emperyal güçler yanında, karşı devrimcilerin, din bezirganlarının ve toprak ağalarının çabaları sonucunda sözde “Komünist yuvaları“ olduğu gerekçesiyle kapatıldılar.
Köy Enstitüleri’nin kapatılması ile önü kesilen ve yalvar yakar girdiği NATO ile kontrol altına alınan Türkiye, ABD’nin Sovyetler Birliği’ni İslam ülkeleri ile çevreleme polikası (Yeşil Kuşak) nedeniyle din ağırlıklı eğitime yöneltilmiş, Köy Enstitüleri kapatılıp, din eğitimi veren okullar yaygınlaştırılmıştır. Sovyetler Birliği zamanla dağılmış, ama, tarikatlaşma ve cemaatlaşmanın yolunu açan dinci eğitim sonucu yetişen Atatürk ve lâik Cumhuriyet düşmanları Türkiye’de yönetime damgalarını vurmayı başarmışlardır.
Pedgogların 12 yaşından küçük çocuklara din dersleri verilmemesi yolundaki tavsiye ve telkinlerine kulak asılmayıp ana okullarında bile haftada 6 saat Arapça ve Kur’an derslerinin zorunlu kılındığı 21. Yüzyıl Türkiye’si, tarikatların, cemaatların, dinci vakıfların egemen oldukları, kadın cinayetlerinin tavan yaptığı, çocuk tecavüzlerinin olağan hale geldiği, 12 yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceklerine dair fetvalar verilen, açlık, yokluk ve çaresizlikten toplu intiharların yaşandığı bir ülke haline gelmiştir.
Günümüz Türkiyesi, çeşitli uluslararası kuruluşların yayınladıkları endekslere göre, demokrasi sıralamasında dünyada 110., düşünce özgürlüğünde 142., basın özgürlüğünde 157., eğitimde ise 101. sıradadır.
20 yüzyılda, saltanatı ortadan kaldırarak egemenliği halife padişahın elinden alıp halka veren Türkiye, 21. Yüzyılda egemenliği halktan alıp yeniden tek kişiye vererek süreci tersine çevirmiştir. Yasama, Yürütme ve Yargı‘nın tek kişinin elinde toplanmasını sağlayan Anayasa değişikliği ile adeta saltanat geri gelmiş, yeni bir hanedanlığın yolu açılmıştır. Cumhuriyetle kulluktan kurtulup birey haline gelen Türk insanı, 21. Yüzyılda yeniden kulluğa, müritliğe, köleliğe, yandaşlığa yöneltilmiştir.
Atatürk devrimleri ve eğitimle mucize yaratan Türkiye, 21. Yüzyılda yine eğitimle Ortaçağ karanlığına sürüklenmektedir. İmam Hatip okulları yaygınlaştırılarak, din ve Arapça dersleri zorunlu hale getirilerek toplum bilimden, fenden ve lâik Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırılmaktadır. Amaç, “Eğitim seviyesi arttıkça, oy oranımız düşüyor!“ düşüncesinin egemen olduğu AKP iktidarının oy potansiyelini artırabilmektir. Yani, bir siyasi partinin ikbali uğruna Türkiye’nin geleceği ipotek altına alınmaktadır.
Türkiye’nin, bu vahim tablodan kurtularak saygın bir konuma gelebilmesinin yolu, yine eğitimden geçmektedir, ama çağdaş eğitimden. Ne var ki, eğitim boyacı küpü değildir; bu günden yarına sonuç alınamaz. Eğitim sistemi bugün değiştirilse bile, 20-30 yıl sonra meyvelerini verebilir.
Toplumun en az yarısı lâik Cumhuriyetten yana olmakla birlikte, bedava kömüre, makarnaya beyaz eşyaya tav olan bilinçsiz yığınlar yanında, AKP iktidarınca palazlandırılan siyasal İslamcı sermayenin uyguladığı talan ekonomisi de ülkenin ufkunu karartmaktadır.
Türk toplumunun çağdaş eğitim sistemine kavuşması, Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlerle, lâik Cumhuriyet değerlerine bağlı olanlar arasındaki seçimine bağlıdır.
Tercih senin Türkiye!
Bir yanıt yazın