Fotoğraflar: Evrim Kepenek/bianet
“Babam kocam olsun ki ben bir şey yapmadım.” Bu cümlenin tam tersi, “Anam avradım olsun ki ben yapmadım”.
Alıntı, Ersin Pertan’ın yönettiği “Tersine Dünya”dan…
Filmde, erkeklerin ataerkil sistemden kaynaklı davranışlarını kadınlar, kadınların davranışlarını da erkekler sergiliyor.
Film, tıpkı adı gibi, kadın ve erkeğe addedilen toplumsal cinsiyet rollerine tersinden bakıyor. Filmin en önemli karakterlerden “kabadayı” rolünü Lale Mansur canlandırıyor.
Mansur’un bu filmde rol alması şans değil, tercih.
“Erkek şiddetini öneren bir dizide meleği oynamam, şiddeti eleştiren bir dizide şeytanı dahi oynarım” diyen Mansur, samimiyetle anlattı…
Kendinizi feminist olarak tanımlıyor musunuz?
Kendimi hiçbir tanımlama içine sokmuyorum. Bu evrende dünya adlı gezegenin üstünde yaşayan milyonlarca canlı türünde biriyim.
Kendi türümü, insanı yani, üstün olarak görmüyorum. Hatta son derece aptal bulduğumu da söyleyebilirim. Ekolojik krizler, mülteci krizi ve yaşanan tüm krizlerin nedeni insan değil mi sonuçta?
İlla kendimi tanımlamam gerekirse, doğaya, canlılara saygılı, iyi insan olmaya çalışan, kötü yönlerini törpülemeye çalışan biriyim.
Şunu net olarak söyleyebilirim ama, uzun süre Uçan Süpürge ile bir etkinlik yaptık. Mor İğne eylemleri olurdu eskiden, onlara katılırdım. Ancak çok uzun zamandır kadın haklarına dair eylemlere katılamıyorum.
“Türkiye kadın mezbahanesi”
Erkek şiddeti çok yaygın…
Türkiye’nin bir kadın mezbahası olduğunu bilmek hoş değil. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Bir kadın sadece ayrılmak istediği için, erkeğin şiddetiyle karşılaşabiliyor bu ülkede. Sakat kalabiliyor, öldürülebiliyor. Erkekler, kadınları öldürüyor ve bunun için de bahane üretiyorlar. Korkunç bir şey, çok korkunç. Türkiye, kadınlar için korkunç bir yer.
Bizim ülkemizde kötülüğün sıradanlığı var. Çok büyük bir ikiyüzlülük var. Duymuyor, görmüyor, haberi yok; herkesin bildiği sırlar var. Hepimiz biliyoruz böyle sırlar var. Herkese malum sırlar ülkesi. Kadınların öldürülmesi, çocukların taciz edilmesi gibi.. Toplum olarak bütün bunları yok sayabiliyoruz, görmüyoruz. Çok çok acı.
“Birine şiddet uygulandığını görsem müdahale ederim”
Size hiç şiddet uygulandı mı?
Bana hayatımın hiçbir bölümünde şiddet uygulanmadı. Birini de şiddet uygulandığı görsem mutlaka müdahale ederim. İnsana, hayvana, doğaya her türlü şiddete karşıyım. Şiddete karşı her zaman mücadeleye etmeye hazırım. Eğer biri bana el kaldıracak olursa olsa dövüşürüm.
Dizi setlerinde de mi erkek şiddetine tanık olmadınız?
Gelinen noktada zaten dizilerin saatlerinin uzaması, çekim ekibi için bir işkenceye dönüşmüş durumda. Oyuncular olarak bizim yine bir dinlenme zamanımız var. Ama, set ekibi, kamera ekibi veya ışık için çalışan arkadaşlarımız için durum hiç de öyle değil.
İnsanların nefes almaya hakkı yok. Bu da bir şiddet. Dizilerde rol icabı olan şiddetten söz etmiyorum bile, dizilerin çekimi bile set ekibine yönelik bir şiddete dönüşmüş durumda. Gerçekten çok korkunç
“Şiddet öneren bir dizide asla rol almam”
Dizilerin büyük bir bölümünün şiddeti yeniden ürettiği noktasında eleştiriler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben, ilkesel olarak şiddeti besleyen, öneren ve tetikleyen bir dizide asla yer almam. Yıllar önce Tarık Akan’la birlikte “Gece Yürüyüşü” isimli bir dizi çekmiştik. Orada tam tersi bir durum vardı. Kadınların haklarına odaklanan bir diziydi.
Aslında dizinin ne söylediği önemli. Şöyle ifade edeyim, faşizmi öneren, öven bir dizde meleği oynamam, faşizmi eleştiren bir dizide şeytanı oynarım. Yani erkek şiddetini öneren bir dizide meleği oynamam, şiddeti eleştiren bir dizide şeytanı oynarım.
Ancak, şiddeti öven dizilerde oynayan insanları da anlıyorum. Ekonomik koşullar yüzünden buralarda yer alabilirler. Ama ben ilkesel olarak yer almam.
Erkek şiddetinin kaynağı ne sizce?
Çok klişe bir şey var. Bazıları diyor ki “Bu erkekleri de bu anneler yetiştiriyor.” Orada da kadınları suçluyorlar. Bu kadın hangi ortamda yetişmiş, büyümüş kimse ona odaklanmıyor. Toplumun eril yapısına ve beklentilerinden söz ediyorum. Ondan ne bekleniyor erkek çocuk ve onu da tam bir erkek gibi yetiştirmesi…
Ama artık işin rengi değişti. Kadınlar güçlendi, bilinçlendi. Eskisi gibi değil.
“Ben de özgür değilim”
Mansur, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun “İyi Gecele Anne” oyununda sahnedeyken..
Siz kendinizi baskı altında hissediyor musunuz?
Ben kendimi çok özgür sanıyordum. Sonra zaten kendimi kısıtladığımı fark ettim. Bu ülkede yapamayacağım şeyler olduğunu biliyorum. Bir zamanlar kendimi özgür sanıyordum. Oysa öyle değil. Öyle olmadığını anladım, kendimi kısıtladığımı anlayınca.
Hem de hiç baskıcı aile de yetişmedim, aklıma esen her şeyi yaptım. Aptalca kendimi özgür sanıyordum ama değilim. Bu ülkede ben bile özgür değilim.
Kürtajın yasaklanması gündemdeydi mesela…
Eril zihniyet, kadınların rahmine kadar girdi. Egemenlerin sisemin söylemlerini dehşet verici buluyorum. Hayatımda hiç bu kadar kötü bir dönem görmediğim diyeceğim ama görüldü. Bu ülkede Ermenilere, Süryanilere, Kürtlere yaşatılanları biliyoruz; demokrasi yok, adalet yok, hukuk yok ülkede. Şu an sadece nefes alıyoruz.
“Her gün kadın, çocuk, canlı günü ilan edilmeli”
Sizce erkek şiddetine karşı çözüm ne olmalı?
8 Mart ve 25 Kasım’da kadınları hatırlatıyor ya, işte beki böyle bir şey. Her gün kadın günü ilan edilmeli belki o günlerde şiddetin oranı azalır.
‘Tacizci vâkıfı destekleyen telefon operatöründen ayrıldım’
Hatta bir gün kadın, bir gün çocuk ve bir gün hayvan günü olmalı. Öyle koruyabiliriz belki.
Biliyorsunuz bu ülkede çocuklara yönelik cinsel tacizin yaşandığı vakfı destekleyen bir telefon operatörü var. Bu iğrençliğin duyulmasının ardından hemen ilgili operatörümü değiştirdim.
Hiçbir şekilde, kadına, çocuğa, doğaya saygısı olmayan hak ihlali yapan bir kişi veya kurumla yan yana anılmak istemiyorum.
Hatta, arkadaşlıklarımı dahi bitiririm. Mesela, benim silah tüccarı bir arkadaşım vardı, onunla tüm bağımı kestim. Şiddetin en ufak hali ile bile etrafımda olmasını dahi istemiyorum. Sadece kadına değil, doğaya çocuklara yönelik de hak ihlallerine dayanamıyorum.
“Ülkede yaşananlar sürdürülebilir değil”
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Bu dünyaya ve bu ülkeye iyi ki çocuk getirmemişim diyorum. Aslında, bütün ülkeler, benzer süreçlerden geçti; Almanya gibi. Atlattı bu süreçleri. Şu an bu ülkede yaşananlar, sürdürülebilir değil.
Bireysel olarak akıl sağlımı korumaya çalışıyorum; meditasyon yapıyorum. Arkadaşlarım hapiste, sevdiğim insanlar hapiste. Bu tutuklamlamaları, bizleri korkutmak için gözdağı vermek için yapıyorlar.
Bu baskıların toplumda bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Osman Kavala gibi, bazı isimler, siyasetçiler ve gazeteciler gibi insanları cezaevine koymak yerine, çocuk tacizcilerini ve kadın katillerini koysalar, hepimiz için daha hayırlı olurdu. Ümit ediyorum ki o günler de gelecek.
Lale Mansur hakkında
sinema ve dizi oyuncusu.
Sanat yaşamına İstanbul devlet Opera ve Balesi’nde başladı, burada baş balerin olarak uzun yıllar görev yaptı.
Oyunculuğa 1992 yılında BBC Televizyonu tarafından çekilen ve yazar Yaşar Kemal’in yaşamını konu alan, yönetmenliğini James Runcie’nin üstlendiği belgesel yapım ‘Childhood’ ile başladı.
Los Angeles’da Eric Morris Actors Workshop’ta oyunculuk, İstanbul’da diksiyon eğitimi aldı.
1992’de ilk uzun metrajlı filmi Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Düş Gezginleri” ile Antalya Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” dalında Altın Portakal kazandı.
1993’de Ersin Pertan’ın “Tersine Dünya”, Şerif Gören’in “Amerikalı”, 1995’de Ömer Kavur’un “Buluşma”, “Cemile”, 1997’de Atıf Yılmaz’ın “Nihavend Mucize” adlı filmlerinde rol aldı. Kanal D’de yayınlanan “Kavak Yelleri” dizisinin son sezonunda oynamıştır.
Filmografisi’nde yer alan bazı filmler şöyle:
Umut Yarına Kaldı, Düş Gezginleri, Tersine Dünya, Artist Palas, Cemile Ve Umudun Masalı, Çatısız Kadınlar Ayşe, Şaşı Felek Çıkmazı, Başka Dilde Aşk Kadife Rol aldığı bazı tiyatro oyunları
Antiloplart : Henning Mankell – Aksanat Prodüksion Tiyatrosu – 2007
Ödülleri
15. Ankara Uluslararası Film Festivali, “Karşılaşma” En İyi Kadın Oyuncu ödülü
|
(EMK)
Bir yanıt yazın