Sözde Ermeni Kırımını TANIYAN PADİŞAH
“Sizlere yemin ederim ki ben masumum! Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet!” (Kaymakam Kemal Bey, 10 Nisan 1919)
Barış Pınarı Harekâtı sırasında iyice gerilen Türk-Amerikan ilişkileri sonrasında, geçtiğimiz hafta ABD Temsilciler Meclisi, sözde Ermeni soykırımı tasarısını kabul etti.
Emperyalizm, “1915 Ermeni tehcirini”, 1919’dan beri Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanıyor. Şöyle ki, ilk olarak, bundan tam 100 yıl önce, 1919’da, o zamanın emperyalist gücü İngiltere, İstanbul’u işgal eder etmez, işbirlikçi saray hükümetine “tehciri” “kırım”, tehcire karışanları da “kırım suçlusu” olarak kabul ettirmişti. İngilizlere yaranmak isteyen Padişah Vahdettin ise Ermeni tehcirine karışanları “kırım suçlusu” olarak kabul etmiş ve saray hükümetleri eliyle İngilizlere teslim etmişti.
İNGİLİZLERE YARANMAK İÇİN
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra 13 Kasım 1918’de İtilaf devletleri İstanbul’u fiilen işgal ettiler.
Padişah Vahdettin, İngilizlere yaranma dürtüsüyle hemen harekete geçti. Öncelikle siyaseten düşman olduğu İttihatçılara adeta savaş açtı. Böylece İngilizlerin güvenini kazanmaya çalıştı.
Padişah Vahdettin, İstanbul’un işgalinden sadece 10 gün sonra, 24 Kasım 1918’de The Daily Mail muhabiri G. Ward Price ile bir mülakat yaptı. Vahdettin, o mülakatında Ermeni tehcirinden şöyle söz etti:
“Eğer tahtta olsaydım bu esef verici olay yaşanmazdı. İngiltere’de öteden beri Türklere karşı, mevcut dostluk duyguları savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler kalbimi yaralamıştır… Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır. İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı, Kırım Savaşı’nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Şimdi bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım.” (Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, s. 3, 4)
Belli ki Padişah Vahdettin, kendi ifadesiyle, “İngiltere ile dostane ilişikler geliştirmek için” İngilizlerin ortaya attıkları “Ermeni kırımı” tezini kabul etmekte hiç tereddüt etmeyecekti.
Padişah Vahdettin, aynı mülakatta, Gazeteci Ward Price‘e, Osmanlı’yı savaşa sürükleyen ve Ermeni tehcirine karışan İttihatçıların mutlaka cezalandırılacaklarını söyledi. (Lütfi Simavi, Osmanlı Sarayının Son Günleri, s. 448-449)
Vahdettin, 7 Aralık 1918’de Ayan Meclisi üyesi Azaryan Efendi’yi kabulünde de “Ermenilere karşı gerçekleştirilen mezalimden dolayı” üzüntülerini bildirdi. (Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, 1, s. 15)
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe, 10 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği gizli bir telgrafta, Padişah Vahdettin’in, Sadrazam Damat Ferit’i Tom Hohler’e göndererek “Ermenilere kötü davranan savaş esirlerini cezalandırmak arzusunda olduğunu” ve yeterince enerjik davranmayan kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşan bir kabine kurmayı düşündüğünü yazdı. (Jaeschke, s. 4) Calthorpe telgrafında ayrıca şöyle dedi: “Padişah, İngiltere hükümetinin, İngiliz savaş tutsaklarına barbarca davrananlar ile kırımdan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini biliyor ve İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre yakalatıp cezalandırmaya hazırdır. Ancak geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip öldürüleceğinden korkmaktadır.” (Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, s. 53)
İnsan avı: Sözde kırım suçlularının tutuklanması
İşgalci İngilizler, saray hükümetinden iki şey bekliyordu: 1. İngiliz savaş esirlerine kötü davrananların cezalandırılması, 2. Sözde Ermeni kırımına karışanların cezalandırılması.
24 Kasım 1918’de Tevfik Paşa hükümeti tehcir suçlarını araştırmak için “Tahkikat-ı Fecayii Komisyonu” kurdu. Anadolu, 7 bölgeye ayrılıp bu bölgelere tehcir soruşturma heyetleri gönderilmesine karar verildi. 16 Aralık 1918’de tehcir suçlularını yargılamak için bir Harp Divanı kuruldu.
7 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Tevfik Paşa hükümetinin Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa ile görüştü. İngiliz Komiseri, görüşmede “sürgün” yerine “kırım” sözcüğünü kullandı. Mustafa Reşit Paşa, Calthorpe’a, “Ermeni kırımı konusunda bir sıkıyönetim mahkemesi kurulduğunu, suçluları yargılamaya başladığını, biraz zaman bahşedilirse adaletin yerini bulacağını” söyledi. (Şimşir, s. 52) Aynı gün Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, Ermeni kırımı suçlamasıyla İstanbul’da tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne hapsedildi.
Padişah Vahdettin, daha fazla zaman kaybetmeden İngilizlerin istediği şekilde, tehcir suçuna karışanların tutuklanmasını istedi. Bunun üzerine saray hükümeti, İngilizlerin “black list” dedikleri “kara listeler”e göre tutuklamalara başladı. Ocak 1919’da İstanbul’da çok sayıda yurtsever, “İngiliz esirlere kötü davranmak” ve “tehcir suçlusu” olarak tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne hapsedildi.
13 Şubat 1919’de Tevfik Paşa hükümeti, Danimarka, Hollanda, İsveç, İspanya hükümetlerine müracaat ederek tehcir komisyonuna üye göndermelerini istedi. Ancak bu isteği İngiltere reddetti. Çünkü İngiltere, tehcirin “kırım olmadığının” anlaşılmasını istemiyordu. Bu nedenle konunun tarafsız yargıçlarca incelenmesini göze alamadı.
Padişah Vahdettin, Tevfik Paşa hükümetinin İngilizleri memnun etmekte yetersiz kaldığını düşünerek, daha koyu İngilizci Damat Ferit hükümetini kurdu. 4 Mart 1919’da kurulan Damat Ferit hükümeti, 10 Mart 1919’da adeta bir insan avı başlattı. Hükümet, İngilizlerin hazırladığı kara listedeki isimleri tutukladı. İngilizler, 15 Mart- 7 Nisan 1919 arasında Damat Ferit hükümetine 61 kişilik bir “kara liste” verdi. Bu listedeki isimler “Ermeni kırımından” sanıktı. Tutuklananların sayısı her geçen gün daha da arttı. (Şimşir, s. 94-100).
Milli Şehit: Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, tehcir sırasında Yozgat’ta Ermeni kırımından sorumlu tutularak 7 Ocak 1919’da tutuklandı. 5 Şubat 1919’da Harp Divanı‘nda yargılanmaya başlandı. İki ay süren dava, 18 duruşmada tamamlandı. Kemal Bey, daha önce yargılanıp beraat ettiği bir suçtan, yetersiz delillerle, hukuksuz biçimde yargılandı. Üyeleri arasında Ermenilerin de bulunduğu mahkemedeki şahitlerin çoğu Ermeni’ydi. Mahkeme, Kemal Bey’i yalancı şahitlikler, çelişkili ifadeler, bazı dedikodulara dayanarak 8 Nisan 1919’da idama mahkum etti.
Padişah Vahdettin, Kemal Bey’in idam kararını onaylamak için bir şeyhülislam fetvası istedi. Belli ki Vahdettin, verilen idam kararının hukuki değil siyasi bir karar olduğunu biliyor, bu kararı onaylarken vicdani bir rahatsızlık hissediyor, bu rahatsızlığı hafifletmek için şeyhülislamı da günahına ortak etmeye çalışıyordu. Şeyhülislam Mustafa Sabri, Kemal Bey’in idam fetvasını hazırlayıp padişaha gönderdi, ancak padişah fetvayı beğenmeyip düzeltilmesini istedi. Bu sırada fetvanın gelmesini beklemeden 9 Nisan 1919’da idam kararnamesini imzaladı. Kemal Bey, 10 Nisan 1919 Perşembe günü Bayezid Meydanı’nda idam edildi. Cenaze töreni milli bir isyana dönüşen Kemal Bey, Kadıköy Kuşdili’nde defnedildi. Şeyhülislam fetvası ise idamdan bir gün sonra, 11 Nisan 1919’da verildi. (Taha Niyazi Karaca, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Olayı, s. 243-283)
Kemal Bey’in idam edilmeden önceki son sözleri her şeyi özetler nitelikteydi: “Sizlere yemin ederim ki ben masumum! Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet!”
Evet, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey çok haklıydı. Padişah Vahdettin, İngilizlere yaranmak için Ermeni kırımıyla suçlanan Kaymakam Kemal Bey’in idam kararını onaylamıştı.
TBMM, 14 Ekim 1922’de, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i “mili şehit” ilan etti. Ailesine maaş bağladı.
Katliam yalanı 1921’de çöktü
16 Aralık 1918’de kurulan Harp Divanı’nın başına 19 Mart 1919’da “Nemrut Mustafa Paşa” ve “Kürt Mustafa Paşa” lakaplarıyla tanınan Mustafa Nazım Paşa tayin edildi. Harp Divanı, 24 Mart 1919’da yargılamalara başladı. 8 Nisan 1919’da Boğazlıyan Kaymakamını Kemal Bey‘i idama mahkum eden Harp Divanı, 11 Mayıs 1920’de Atatürk ve silah arkadaşlarının gıyaben idamlarına karar verdi. Yine Ermeni tehciri suçundan yargıladığı Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey‘i de idama mahkum etti. Nusret Bey, 5 Ağustos 1920’de idam edildi.
Sait Halim Paşa’dan Ziya Gökalp’e kadar eski İttihatçıların tamamı sözde Ermeni kırımı suçuyla yargılanıp mahkum edilmek istendi. Ancak tüm sanıklar, Ermeni kırımı suçlamasını reddettiler. Ortada sanıkları suçlayacak somut bir delil de yoktu.
17 Mayıs 1919’da mahkemeye çıkarılan Ziya Gökalp şöyle dedi: “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk” (Şimşir, s. 109)
Bu sırada İngiliz politikasını ters yüz etmek isteyen Atatürk, Türklere zulüm yapmış Ermenilerin de yargılanmasını istedi.
Yargılamalardan bir sonuç alamayan İngilizler, Bekirağa Bölüğü’ndeki tutukluları Malta’ya sürgün ettiler.
İngilizler, Malta sürgünlerini, sözde Ermeni kırımı suçuyla yargılamak istediler. Ancak İngiliz Başsavcılığı, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’nin hazırladığı suç dosyalarını dikkate almadı. Çünkü o dosyaların içi boştu. İngiliz Başsavcılığı, 8 Şubat 1921’de İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bir yazı gönderdi. Malta‘da bulunan 140 Türk sürgünden sadece 8’i hakkında iddianame hazırlanabileceğini söyledi. Onlar da I. Dünya Savaşı’nda İngiliz esirlere kötü davranmaktan yargılanabilirdi. İngilizler, İstanbul’daki tüm arşivler ve tüm belgeler ellerinin altında olmasına karşın Malta sürgünlerini Ermeni kırımı suçuyla yargılamak için hiçbir delil bulamamışlardı. Bunun üzerine Amerika’ya başvurdular. Amerikan arşivlerinde belge bulmaya çalıştılar. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği, Londra’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Üzülerek arz edeyim ki Amerikan belgeleri içinde Malta’da bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.”
Lord Curzon, 10 Ağustos 1920’de İstanbul Yüksek Komiserliği’ne gönderdiği bir yazıda Malta sürgünlerinin yargılanamayacağını duyurdu. İngilizler, ortada hiçbir delil olmadığı için sürgünleri yargılayamadan serbest bırakmak zorunda kaldılar. (Şimşir, 17-21)
Bilal Şimşir’in “Malta Sürgünleri” adlı kitabında dediği gibi “Ermeni katliamı” iddiası hukuki açıdan Ağustos 1921’de çöktü. (Şimşir, s. 21)
Demem o ki, tam yüz yıl önce İngiliz emperyalizminin ortaya attığı sözde “Ermeni kırımı” iddiası -İngiliz işbirlikçisi Padişah Vahdettin bu iddiaları kabul etmesine rağmen- 1921’de çöktü. Türk milleti daha o zaman aklandı.
Sinan Meydan
Bir yanıt yazın