Kurumun içinden gelen, konuya ilişkin araştırmalar yapan ve kitaplar yazan bir kişi olarak söylüyorum ki; Laik Demokratik Cumhuriyetimizin istikbali açısından en tehlikeli kurum Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Zira Diyanet İşleri Başkanlığı, vermiş olduğu hizmetin ve yapmış olduğu işlerin tabiatı gereği, dini argümanlarla örgütlenen sonra da ticari ve siyasi hayat üzerinde etkili olan tarikat ve cemaat türü yapıların, kendilerini en kolay şekilde gizleyebilecekleri kurum pozisyonundadır.
15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra çeşitli şekil ve seviyelerde görev yapan yaklaşık 5000 din adamının kurumdan ihraç edilmesi bunun en açık delilidir.
Bu 5000 rakamı, kanaatimizce buzdağının görünen tarafıdır.
Diğer kurumlarda olduğu gibi bu kurumda da başta kripto FETÖ mensupları olmak üzere; çeşitli tarikat ve cemaatlere mensup daha binlerce din görevlisinin olduğu kabul edilmelidir.
İşin en ilginç yanı da; devlete ve cumhuriyete açıktan veya üstü kapalı olarak ihanet içinde olan tarikat ve cemaat türü yapılanmaların lider kadrolarının umumiyetle Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli din adamları olmalarıdır.
Cemalettin Kaplan’dan Fethullah Gülen’e kadar durum böyledir.
Eğer laik demokratik Cumhuriyet, ilerisi için kendinden emin olmak istiyorsa; Diyanet İşleri Başkanlığı yeniden teşkilatlandırılmalı ve kesinlikle küçültülmelidir.
Dayandıkları oy tabanını ürkütme endişesiyle sağ partilerin, Diyanet İşleri Başkanlığı ve din hizmetleri konusunda kayda değer tepki ortaya koymamaları, sol partilerin seslerinin de oldukça kısılmış olması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, ehliyetsiz ve liyakatsiz yöneticilerin idaresinde hantal bir şekilde büyümesine ve adeta bir Leviathan olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Zira Diyanet’in birkaç yıldır 4-6 yaş grubu çocukları da camilerde ve Kur’an Kurslarında toplayıp onlara din hizmeti vermeye başlamış olmasıyla birlikte din ve Diyanet, toplum hayatımızın her tarafını bir ahtapot gibi sarmış bulunmaktadır.
Eskiden olsa bu durumu “yediden yetmişe” şeklinde nitelendirirdik; şimdi ortalama insan ömrünün yükselmesi ve din eğitimi yaşının düşürülmesi sebebiyle birlikte artık bu durumu rahatlıkla “dörtten yüze” şeklinde telaffuz edebiliriz.
Özetle; insanımız artık hemen bütün olaylara din zaviyesinden bakmaya başlamıştır ki; hadiseyi Leviathan olarak nitelendirmemiz de zaten bu sebepledir.
Din kurumu ve Diyanet teşkilatı, bir an önce siyaset, tarikat ve cemaat baskısından kurtarılmalı, siyasetten ve ticaretten arındırılmalı, en önemlisi de Diyanet liyakatli, nitelikli ve ehliyetli din adamlarının yönetimine teslim edilmelidir.
Büyük Atatürk tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, yasalara ve Anayasaya aykırı olarak, medreselerin açılmasını isteyen, Kürtçe mevlit okuyan ve okutan, Kürtçe vaaz verdiren, Kürtçe Kur’an meali hazırlatan, FETÖ elebaşına övgü dolu ithaf yazısı yazarak kitap seti gönderen, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarını ziyarete giden kişilerce yönetilemez.
Evet, bize göre de Diyanet İşleri Başkanlığı devlet teşkilatının ayrılmaz bir parçası olarak ve Genel İdare içinde yer almaya devam etmelidir.
Ancak küçültülmeli, faaliyet alanı daraltılmalı, özellikle Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırılık teşkil eden faaliyetlerine son verilmelidir.
Köylere ve mezralara din görevlisi tayin etmek ve onlara maaş ödemek, devletin görevi olmamalıdır.
Bize göre; Diyanet İşleri Başkanlığı, din hizmetlerini denetleyici ve düzenleyici bir üst kurul olarak yeniden teşkilatlandırılmak zorundadır…
31 Ekim 2019
Ömer Sağlam
Bir yanıt yazın