KEŞKE  BİR ABDÜLCANBAZ MACERASI OLSAYDI

Erdoğan, 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbesine karşı darbe yaptı.
Cemaatin devletin merkezi ve yerel idarelerinde, İstihbarat, Emniyet ve TSK’da işgal ettiği  kadroları tasfiye etti.
O kadrolara kendi adamlarını yerleştirdi.

*
Şimdi cumhurbaşkanlığı makamında daha önce hiç olmadığı kadar  merkezi  bir sisteme başkanlık ediyor.
Tek başına demokrasinin esası olan  kuvvetler ayrılığı prensibini kişileştirmiştir.
Bu yapı Erdoğan’ın karar vericiliğinin sürekli kurumsallığını temsil ediyor…

*
Ama süreklilik hükümet yönetiminde bir çok alanda bir değişiklik olmadığı anlamına geliyor.
Çünkü Türkiye, hızlı bir şekilde kurumsal, bürokratik bir devletten son derecede kişileştirilmiş bir ülkeye dönüşmüştür.

*
Bu kişiselleştirmenin sonucunda, mesela Türkiye dış politika yönetiminde ortak akıl tahrip olmuştur.
Şimdi Türkiye ABD ve AB  ile dış politika yönetiminde asla  tahmin edilemeyecek bir yol izliyor.
Batılı diplomatlar  bu değişimin bir göstergesi olarak artık Türkiye ile diplomatik veya askeri temaslarını cumhurbaşkanlığı sarayında merkezileştiriyor.
Başta dış politika ve güvenlik politikasının merkezileşmesi sonucunda Türkiye devletinin  kurumsal ve bürokratik  yetki ve sorumlulukları hızla azalıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti açıkça göçüyor.

*
Tam kişisel kontrolüne rağmen Erdoğan’ın, Türkiye’yi Batı güvenlik mimarisine uzun süre bağlayan bağlara daha az tedirginlik göstermesinin,
Sözde daha bağımsız bir  görünüm vermekle ilgili  belirgin arzusunun ciddiye alınmasının  zamanı gelmiştir…

*
Yine de  bir çok yakın ve yandaş  Erdoğan’ı “yeni çok kutuplu dunyanın bir lideri” olarak selamlıyor!
Bizzat Erdoğan’da  bu görüşü kesinlikle  paylaşıyor.

*
Çünkü Erdoğan ve şürekası  ABD’nin düşüşe geçtiğine inanıyor.
Dünyanın artık  çok kutuplu olduğu ve  Türkiye’nin kendi başına bir ağırlık merkezi olmayı hak ettiği düşünülüyor.
Erdoğangiller “Millet”e “Zillet” diyor ama Batı’nın demokratik değerler ve insan haklarını benimsemesi konusunda ikiyüzlü olduğu varsayılıyor!
Bu nedenle Türkiye’nin geleneksel, Batı odaklı dış politikasının miadını yitirdiği sonucuna varıyorlar.
Bu dünya görüşü, Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’nin ABD ve Avrupa’ya karşı  işlemsel bir yaklaşım benimsemesine;
İran, Çin ve özellikle Rusya ile bağları geliştirmesine neden oluyor…

*
Erdoğan ile değişen bir dünya anlayışının yanı sıra;
İç politik meşruiyet, özünde derin bir Batı ve ABD karşıtlığı söylemi içeren agresif bir milliyetçilik üzerine kurulmuştur.
Erdoğan’ın işbu Batı’ya yönelik kızgınlık, komplocu düşünce ve ulusal tehdit duygusu geliştirmeye dayanan sürümü,
Seçim kampanyalarından gelişerek  AKP siyasetini belirliyor.
Üstelik MHP’nin ultra milliyetçiliğinde kaynaklanan, ABD’ye yönelik  kuşkular ve Suriye’nin doğusundaki Kürtlerle bir diyalog kurulmasına olan düşmanlık;
AKP siyasetine güç veriyor!

*
Bu sorunlar, özellikle ABD hükümetini uzun zamandır Türkiye ile ilişkilere nasıl yaklaşılması konusunda tedirgin ediyor.
Washington bir taraftan ABD-Türkiye ilişkilerinin uygulanabilirliğinin korunmasına,
Öte taraftan Türkiye’nin ABD’nin menfaatlerine duyduğu saygıyı geri kazanmaya çalışıyor.

*
Halbuki ABD ve AB ülkeleri, çalkantılı dönemlerde Türkiye ile ilişkilerini  iki hükümet arasındaki kurumsal bağlara yatırım yaparak sürdürmeye çalışırlardı.
Şimdi  Erdoğan’ın devlet üzerindeki tam kontrolü, Türkiye’nin bir zamanlar yetkili kurumlarını büyük oranda zayıflatmıştır.
Bu durum bizzat Erdoğan’ın, Türkiye’nin yaşadığı ikili gerilimlerin  çoğunun kaynağı olduğunu gösteriyor…

*
Güçlü kurumların yokluğunda Erdoğan’ın dünya görüşü algılanan iç siyasi zorunlulukların belirleyicisidir.
Bu güdüyle oluşan baskılar, son beş yılda  belgelenmiş politika anlaşmazlıkları ile birlikte,
Erdoğan’ı ABD ve Avrupalı ülkelerle yüzleşmeye yönlendirmiş bulunuyor.

*
Halbuki ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerde ana stresler iyi biliniyor.
Amerikalı politika yapıcılar, sınırlı tavizlerin Türkiye’yi yatıştıracağını düşünerek geleneksel hükümet temaslarıyla bu sorunları çözmeye çalıştılar.
Ama Türkiye’nin Rus yapımı S-400 hava savunma sistemini satın alması bu yaklaşımın  çözümsüz kaldığı gösterdi.
Şimdi bütün dünya ABD ve Türkiye arasındaki sorunların iki taraflı meselelere değil, Türkiye’nin iç politik dönüşümüne dayandığını görüyor.

*
Erdoğan’ın etkili bir  titizlikle ortaya çıkardığı bu saldırgan, İslamcı ve ultra milliyetçi Türkiye fotoğrafı, Türk siyasetini  uzlaşmaya değil yüzleşmeye itiyor.
AKP’nin politik çıkarlarına ABD’ye yapılan retorik saldırılarla hizmet ediliyor.
Rusya ve diğer Batılı olmayan güçlerle jeopolitik riskten korunma:
Hem yurtiçinde hem de Suriye’de saldırgan bir şekilde Kürt karşıtı güvenlik politikası;
Türkiye’nin yapısal dinamikleriyle  değişmeyecek gibi görünüyor.

*
Türkiye otoriterleşmeye yönelişi tersine çevirmediği sürece, ABD ve AB ile ilişkilerinde iyileşme  olasılığı yoktur.
Batılı hükümetler durmaksızın  Erdoğan’ın ikili ilişkilere gerçekçi bir şekilde nasıl yaklaşabileceği konusunda öneriler sunuyor.
Bu yaklaşım, ikili ilişkileri yeniden dengelemeye ve Batı güvenlik mimarisini olası en kötü senaryolardan izole etmeye odaklanıyor.

*
Şimdi S-400’lerin Türkiye’ye gelmesiyle birlikte  Washington’un ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir yaklaşımı deneme zamanıdır..
Türkiye,son yıllarda NATO üyeliğinin know-how, teknoloji, koruma ve prestij yararlarından yararlanmaya devam ederken,
Batılı müttefiklerinin çıkarlarıyla çelişkili, daha bağımsız ve gittikçe artan şekilde saldırgan bir dış politika izlemiştir.

*
Moskova ile daha yakın bağların geliştirilmesi  bu çizginin merkezini oluşturuyor.
Bu arada askeri saldırganlık , Türkiye’nin  güney sınırında Suriye ve Irak’a çok sayıda geniş çaplı, uzun vadeli kara saldırılarıyla,
Güneydoğu Türkiye’de  Kürt isyancılarına yönelik şiddetli  baskıyla  kendini gösteriyor..

*
Şimdi Türkiye’nin askeri varlığının hem güney komşuları hem de Suriye’de inşa ettiği hükümet altyapısında  uzun ömürlü olması,
Gelecekteki çatışmalara bir neden olabilir.
Çünkü  ABD’nin uzun vadeli ikili ilişkileri; NATO ile uyuma ve bölgesel güvenliğe bağlıdır.
ABD’nin bu eğilimi askeri ve dış politika atılganlığına karşıdır.
Bu yüzden  uzlaşma ve imtiyaz teşebbüsleri işe yaramaz.
Çünkü  ABD kararlı bir şekilde menfaatlerini sürdürmelidir ama  sürekli olarak Erdoğan kaymasına karşı Türkiye’ye koruma da sağlamalıdır!.

*
ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri ile  arasındaki ilişki sürecektir.
Bu ilişki, bölgedeki İslam Devleti grubunun geri dönüşünü önlemek,
Temel altyapının yeniden inşası ve yerel olarak temel hizmetlerin sağlanmasına olanak sağlamak için esastır.
Bu adım bölgedeki insani ızdırabın dengelenmesi için de gereklidir.

*
Bu noktada ABD, önderliğindeki koalisyon ile birlikte, Suriye Demokratik Güçlerinin bulunduğu bölgelere,
Esad rejiminden koruma,
Müzakere sonrası yerel yönetimlere özerklik için siyasi destek sağlama garantisi verebilir.
Bunun ilk adımı Suriye’deki Kürt temsilcilerinin Cenevre’ye katılması konusunda ABD savunuculuğu olabilir.

*
Ama aynı ABD, Suriye-Türkiye sınırının bütünlüğünü korumak için  şu ana kadar olduğu gibi güvenlik düzenlemeleriyle ilgili Türkiye ile görüşmeye devam da edecektir.
Bu noktada Ankara, müzakere duruşuna iyi niyetle dönmelidir.
Suriye-Türkiye sınır bölgesinde  PYD / YPG veya müttefik grupların gereken miktarda bulunmaları sağlanacaktır..
Hakeza Türkiye; Balkanlar, Ege ve Akdeniz, Kıbrıs, Libya sorunlarında da müzakere duruşuna iyi niyetle dönmelidir.
Çünkü Ankara bu hedefi ancak büyük bir askeri müdahale ve kitlesel yerinden edilme sonucu elde edebilir..

*.
ABD  Türkiye’nin Rusya ile güçlü ekonomik ve diplomatik ilişkileri sürdürme ihtiyacını da anlıyor..
Rusya, Türk malları için önemli bir pazardır ve Rus turistler Türkiye ekonomisi için çok önemlidir.
Türkiye aynı zamanda Rus enerjisine de güveniyor.
ABD onlarca yıldan beri, mesela  Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı gibi enerjiye erişimi güvenli hale getirme projelerini destekliyor.

*
Ancak Türkiye’nin, bu yüzyılın büyük bir bölümünde olduğu gibi,
Moskova ile derin stratejik bağlar kurmadan veya Batı güvenlik mimarisine Rusya’yı davet etmeden,
Nükleer enerji gibi Türkiye ekonomisinin önemli yönlerinde Rusya ile olumlu değiş tokuşlar yapabiecektir..
Ancak Türkiye, güvenilir bir NATO üyesi olarak Rusya ile stratejik ortaklık yapamayacaktır.

14.7. 2019


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir