Coğrafya üzerinde çok ufak yer işgal etmelerine rağmen, güvenlik ve askeri açılardan jeopolitik önem ifade eden bazı mevkiler, küresel düşünme yetenekleri olan ülkelerce zamanında iyi değerlendirildikleri için, hakimiyet veya kontrolları altında oldukları ülkelere her zaman gerekli ortamlarda önemli avantajlar sağlamışlardır.
Bu konuda tarih perspektifinde İngiltere’nin uygulamaları somut örnekler vermektedir. Bir ada devleti olan bu ülke, asırlarca, denizleri kontrol etmek suretiyle, ticaret yollarının denetimini hayati açıdan bir zaruret kabul etmiştir. İngiltere’nin kontroluna almış olduğu kritik coğrafya kesimleri dikkate alındığında, bu ülkenin bütün deniz yollarını asırlardır denetlemekte olduğu da görülür.
Özetle, Cebelitarık Boğazının Atlantik’ten Akdeniz’e geçişi, Ümit Burnu’nun ise, gene Atlantik ile, Hint Okyanusu bağlantısını tesbit etmekte olduğu, Ayrıca, Cebelitarık’ı kontrolun, İberik Yarımadası ile, Afrika’ya geçişte önemli bir avantaj sağlamakta olduğu, siyasi haritaya bakıldığında net bir şekilde görülmektedir.
Aynı şekilde, Cebelitarık’tan Malta güzergahını takip ederek, Girit ve Kıbrıs’a kadar uzanan deniz yolu da hem Avrupa ile Afrika arasında ki geçişlerde bir kontrol ekseni oluşturmakta, hem de Suveyş Kanalına kadar devam eden deniz yollarının denetimine imkan vermektedir.
Suveyş kanalı üzerinden Hint Okyanusu’na uzanan deniz yoluna dikkat edildiğinde, önemli bir geçit olmasına rağmen, bu kanalın dolaylı şekilde denetiminin kuzeyde Kıbrıs, güneyden ise Kızıl Deniz çıkışında Afrika Boynuzu tarafından kontrol edilebileceği görülmektedir.Bir diğer anlatımla, Suveyş Kanalı her ne kadar Mısır’ın denetiminde ise de, siyasi konjoktürün muhtemel gelişmeleri içinde,Mısır’a karşı hasım politikalar söz konusu olması durumunda, Suveyş’in kuzeyden ve güneyden belirtilen coğrafi bölgeleri elinde bulunduran ülke tarafından engellenmesi mümkün olabilecektir..Dolayısı ile hem Kıbrıs, hem de Afrika Boynuzu bir şekilde Suveyş’in anahtarı durumunda görülmektedir.
İngiltere’nin su yolları konusundaki bakışında, Hint Okyanusundan Singapur Boğazına kadar devam eden güzergah ile, Atlantik Okyanusundan Büyük Okyanusa uzanan Macellan Boğazı da aynı düzeyde önem ifade etmiştir..Falkland Savaşı hatırlandığında, konunun bu mantık içindeki önemi daha iyi anlaşılacaktır.Falkland Adalarının coğrafyadaki konumuna bakıldığında, bu adaların, Atlas Okyanusundan, Pasifiğe giden su yollarını kontrol eden önemli bir sıçrama noktasının ötesinde, ayrıca ikmal noktası açısından bir üs oluşturma imkanlarına da sahip olduğu görülmektedir. .
ABD.in güncelleşmekte olan politikaları içindeki coğrafyadaki yaklaşımlarına dikkat edildiğinde, XIX yy. İtibaren İngiltere’nin geliştirmiş olduğu coğrafyayı kontrol etmeye yönelik politikaları ile konunun örtüşmekte olduğu da izlenmektedir. ABD.in soğuk savaş döneminden bu yana, oluşturduğu ittifaklar zinciri hatırlandığında, RİO ANLAŞMASI, NATO, ANZUS ANLAŞMASI, SEATO ANLAŞMASI, ve sonuçsuz kalmasına rağmen CENTO ANLAŞMASI gibi bağlantıların, küresel düzeyde, politikanın coğrafyada ortaya çıkan görüntüleri olmuştur.
Soğuk savaş sonrası, Sovyetleri dağılmasını takip eden süreçte, ABD yeni denklemler içinde coğrafyadaki önemli enerji kaynakları ile, bunları kontrol ederek, rakip olma durumundaki büyük ekonomileri de denetiminde tutmaya yönelik modelleri geliştirmeye çalışmaktadır..NATO’nun genişletilmesi projesi yanında, BOP.ne verilen destek de gene politikanın coğrafyadaki bir diğer yansımasını oluşturmaktadır.
Her ne kadar teknolojinin gelişmesinin sonucu ortaya çıkan yeni silahlar, yanında uzayı kontrol ederek dünyayı kontrol edebilme imkanları da kabul edilir olsa bile,bu süreç, coğrafya üzerinde ki kontrol noktalarının etkinliği üzerinde önemli bir zafiyet yaratmamıştır. Yüksek silah teknolojisinin sağladığı avantaj daha çok hedef üzerindeki baskıyı ve imha kolaylığını sağlaması yönünden önem ifade etmektedir.Ancak, askeri harekatın ilk aşaması içinde hedefin imhasını takiben, işgal safhasında coğrafyanın kontrolu ve işgalin gerektirdiği bölgede derinlikte ilerleme ile buna bağlı olarak harekatı destekleyecek ikmal ve lojistik desteğin ortaya çıkaracağı sorunlar, büyük çaplı kıta nakilleri ,deniz aşırı harekat konusunda, okyanuslara açılan kapıları elinde bulunduran tarafa zaman ve stratejik avantaj kazandırmaktadır. Özellikle günümüzde, savaşların asli nedenlerinin ekonomik çıkarlar olduğu dikkate alınırsa, bu hususun da, jeopolitik durumların çok iyi değerlendirilmeleri ile olan bağlantısını kabul etmek gerekmektedir.
Soğuk savaş günlerinden bu yana temel prensiplerde çok önemli bir görüş farkı olmamıştır. Okyanuslara açılan geçitler yanında kutup bölgelerine kadar yayılan askeri üslerin tümü aynı amacın içinde görüntüye gelmişdir.
Siyasetin hangi zamanda ne gibi sonuçlar getireceğinin hesabını yanlış yapanlar politikalarının zafiyetini de sonraki nesillere fatura etmişlerdir. Bu konuda ki örnek ise, Alaska’nın Çarlık döneminde, Rusya tarafından 1867 de ABD’ye satılmış olmasında görülmektedir. Tamamen ileri görüş hatasından kaynaklanan bu uygulama sonunda, bu toprakların ABD.in elinde olması, Sovyetlere büyük zorluk yaratmıştır.Soğuk savaş döneminde, Alaska’nın Sovyetler’in elinde bulunması durumunda, ABD.için kendi coğrafyasında son derece önemli bir savunma zafiyetinin ortaya çıkmasına neden olabilecektiği de bu süreçte dikkate alınmalıdır!.Bu konuda geçmişteki yanlış, bir asır sonraki politikalarda yansımasının yapmıştır!.Küba krizi de aynı mantık içinde değerlendirildiğinde, ABD için Sovyet kontrolundaki bir siyasi oluşumun nasıl bir tehdit yarattığı hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.Özetle, Küba krizinin ortaya çıkardığı endişe, stratejik hava kuvvetlerinin gücüne, kıtalararası balistik füzelerin etkinliğine rağmen ,o tarihlerde Sovyetler füzelerinin, neden Küba’da üslendirilmelerine lüzum görülmüştür?.. Şüphesiz ki mesafe ne kadar yakın ise baskın süresi de o kadar kısa olduğu gibi vuruş gücü de o oranda etkin olabilecektir!
Politikanın coğrafyadaki değişik parametrelerine tekrar bakıldığında, özetle, her devlet coğrafyanın ve bağlantılarının verdiği imkan oranında savunmasını başka milletlerin topraklarında yapmaya çalışarak,ulusal çıkarlarını korumanın stratejilerini geliştirmişlerdir. Büyük güç merkezleri de bu denklem içinde, küçük devletlerin toprakları ve kritik coğrafya bölgelerini birer ileri karakol ve harekat sahalarına destek verecek üs konumunda tutarak ve coğrafyanın imkanları ile bağlantılı olarak, manevra ve harekat için kendilerine stratejik derinlik sağlamaya çalışmışlardır.
Bir diğer örneği Asya Pasifik bölgesindeki gelişmeler ile ilgili olarak ifade etmek mümkündür. Bu konuda Vietnam Savaşı da hatırlandığında, ABD.in altmışlı yıllardan bu yana Asya Pasifik bölgesinde, Çin’in Okyanusa açılmasını engellemeye yönelik politikalarının izlerini görmek mümkündür. Siyasi haritaya tekrar bakıldığında, Kore, Tayvan ve Vietnam’a kadar uzanan hat, bir şekilde Çin’in Güney Çin Denizi ile Pasifik’e açılmasını kontrol eden bir stratejik eksen görüntüsü vermektedir..ABD, gerek Kore’de, gerek Tayvan üzerinde ısrarlı bir politika izlemiş ise, konunun nedenleri içinde bu faktörün de iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Uzun süren Vietnam Savaşında, ABD, 58 bin kişilik bir zayiattan sonra bölgeyi terk ederken, Kore, Tayvan Vietnam ekseninin, bu kere de Kore, Tayvan Filipinler, Endonezya ekseni üzerinde biçimlendirerek, bölgenin ileriye yönelik güvenliği ile bir çözüm öngörmüş gibidir!…Kısaca bu hattı tutarak muhtemel bir Çin, Pasifik yayılma hattına karşı şimdiden bir güvenlik alanı oluşturmaya çalıştığı da ifade edilebilir.Ancak, son dönemde Endonezya’nın Çin ile stratejik işbirliğne gişmiş olması da dikkate alındığında konu, ABD yönünden ayrı bir sorun oluşturmuştur!!!
Jeopolitik nazariyeler içinde, kıtalara hakim olarak küresel denetimin mümkün olabileceği görüşü yanında, denizlere veya hava hakimiyetini elde ederek küresel kontrolun sağlanabileceğine ilişkin nazariyeler uzun zamandır jeopolitisyenler tarafından tartışılmıştır.ABD günümüzde bütün bu parametrelere uzay hakimiyetini de ekleyerek boyutları genişletmiştir.Bütün güç ve hakimiyet unsurlarının yüksek teknoloji ile desteklenmesine rağmen çok önemli bir faktör de ortaya çıkmaya başlamıştır.Bu da İNSAN FAKTÖRÜ olmaktadır..Temelinde ulusal kültür ve ulusal bilinç olan bu parametre, yabacı işgal ve tahakkümüne karşı bir direnişi sosyal ve siyasal iradesinde yansıtmaya karar verdiği durumda, işgal edilen hedef ülkedeki müstevlinin politik hedeflerini uzun süre kontrolunda tutabilmesi millet ömründe son derece zordur.Bir ordu ile savaşmak mümkündür. Hatta, yüksek teknolojinin imkanları ile, güçlü orduları da mağlup etmek imkan dahilindedir.Ancak bir ulus, savaşmak iradesindeki kararlılığını gösterirse, o ulus ile savaşmanın faturası ağır olacağı gibi, o savaşın süresi de milletin ömrü ile orantılıdır. Vietnam bunun neticesini aldığı son örnektir.Güncelleşmiş hali ile, Irak savaşı giderek bir halk savaşı niteliğini aldığı takdirde bunun süresinin de Irak milletinin ömrü ile oranlamak gerekecektir!.
Genellikle küresel güçler, politikalarının coğrafyadaki etkinliklerini sağlamak için, askeri yöntemlerin dışında kitle haberleşme araçlarından azami düzeyde yararlanarak, hedef ülkenin inanç ve tutumlarında yönlendirici metodlara da yer vermektedirler. Yukarıda örnekleri verilmeye çalışılan, politikanın coğrafyada görünen hedefleri paralelinde, konu Türkiye açısından 12 ada ve Kıbrıs ile bağlantılı bir örneğe taşınırsa,konunun gelecek için neler ifade edebileceğini millet ömründe ve temennilerin ötesinde reel politikanın verilerine göre düşünmek de gerekmektedir.Her ne kadar bir AB. sürecinde iyi niyetli görüşler ve temenniler belli çevrelerce sürekli olarak kamu oyuna sunulmakta ise de, AB.iç dinamiklerine ön yargısız bakıldığında DOLAR,EURO mücadelesinin AB içinde, özellikle Fransa ve Almanya ekonomilerinde önemli sıkıntıları çıkarmakta olduğu , yabancı basında yer almaya başladığı da izlenmiştir!.. .
Geleceğin, küresel politikalar içinde nerelere kayacağı da belli değildir.Türkiye’nin güvenliği konusunda, denizlere açılan kapılarından Çanakkale Boğazı, Limni Adası tarafından, İzmir Limanı çıkışı ise, Sakız ve Midilli adası ile diğer adalar tarafından, Mersin limanı ile İskenderun limanı ise ,Kıbrıs adası tarafından tespit edilmeye müsaittir.Bu adaların Türkiye karşıtı bir hasım ülkenin elinde olması durumunda, Türkiye’nin Ak Denize açılma imkanlarında ve ticaret yollarının güvenliğinde önemli zorluklar ortaya çıkabilecektir!.Son dönemlerde, Türkiye’de türetilen ver kurtulcu takım ile, fikri şahsiyetlerini dışarının ipoteğine terk eden birtakım STATÜ VERİLMİŞ STANDARTSIZLARIN, POLİTİKANIN COĞRAFYADAKİ görüntülerine tarih sürecinde, devlet ciddiyeti olan ülkelerin, bu güne kadar nasıl bakmış olduklarını görmeleri, hafızalarının yerine gelmesi bakımından gerekmektedir..
ERGUN ÖZGEN
Bir yanıt yazın