ERDOĞAN NEYE GÜVENİYOR 

Erdoğan 31 Mart yerel seçimlerini kendine bir sınav belledi.
Başkent Ankara’yı, ekonomik metropol İstanbul’u kaybetti.
Partisi en güçlü parti olarak kaldı ancak AKP’nin  on yıllarca yönettiği iki ana kentin kaybı Erdoğan’a acı verdi.
Özellikle İstanbul Türk toplumunun kesitidir, kaybedilmesi Erdoğan’ın kaderi oldu.   
 
*
Giderek sertleşti.
Yüksek Seçim Kurulu’ndan İstanbul seçiminin yeniden yapılmasını istedi.
Bütün dünya Erdoğan’ın sivil darbesine karşı Ankara’yı demokrasiye saygı göstermeye çağırdı.
 
*
O Erdoğan, Temmuz 2016 FETÖ darbesinden istifadeyle İstihbarat ve Emniyet güçlerinin desteğinde;
Hem ABD’nin talebini yerine getirdi ve Fethullah Gülen’i tasfiye etti.
Hem de  ABD’ye rağmen F.Gülen’in işgalinde olan devletin tüm kadrolarına kendi kadrolarını yerleştirdi ve benzeri görülmemiş biçimde güç kazandı.
 
*
Aynı zamanda Yargı’yı; siyasi partileri, medya kuruluşlarını, gazetecileri, akademisyenleri, askerleri ve STK’ları süpürmek için kullandı.
Laik sistemi değiştirerek din adamlarına devlet meselelerinde daha fazla söz verdi.
Siyasi otoritesini büyük ölçüde pekiştirdi.    
Kendisini  dünya lideri yapmak için diğer ülkelerdeki Müslümanları kazanmaya yöneldi.
 
*
Bunları, Arap dünyasının  en etkili ve büyük İslami hareketi olmakla birlikte en geniş siyasi muhalif örgüt olan Müslüman Kardeşler’in;
“İslam Dünyası batı etkisinden dolayı sosyal hükmünü kaybetmiştir.
Şeriat kanunları, geçmişte olduğu gibi Kur’an ve Sünnet üzere olmalı ve toplumun her kesimini devlet işlerinden günlük problemlere değin her şeyi kapsamalıdır” ideolojisinden,
Hareketin intelijansiyası tarafından kendine iletilen ve pervasızca  uyguladığı politikalarıyla sağladı.
Bu politikaları uygulama ısrarını “Ya Olacağız, Ya Öleceğiz” sloganı ile karşıladı.
 
Bu yüzden geçen on yıl boyunca Türkiye’nin; Almanya, Hollanda, Yunanistan, Avusturya, Kıbrıs, Fransa, İsveç ve Danimarka üzerinden dış ilişkileri kötüleşti.
Kötüleşme nihayet  Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve ABD’ye ulaştı. 
Türkiye ikisi de Batı’nın izolasyonu altındaki  Katar ve İran hariç en yakın müttefikleri olan eski dostlarından uzaklaştı.
 
*
Erdoğan’ın en büyük sorunu; devletin politik olarak kırılgan hale gelmesine ve diğer ülkelerle sürekli gerginleşmeye neden olan,
Müslüman Kardeşler ideolojisindeki bakış açısını bütün özellikleriyle devlete dayatmak istemesidir.
Bunun sonucunda  yalnızca dış politikada değil,
İşte Türkiye ekonomisi şu anda daha önce hiç olmadığı kadar acı çekiyor.
Türkiye ve insanlar hem ekonomik büyüme sağlayamıyor hem de enflasyon altında işkencededir.
 
*
Bu sırada bölgede de  gerilim giderek büyüyor.
Mesela, 8 Mayıs 2018’de ABD, İran ile Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) ayrılmasının ardından,
İran’a karşı daha fazla harekete geçmekte bir bahane olarak kullanmak üzere anlaşmayı ihlal etmeye zorlama stratejisini uygulamaya başlamıştır. 
Azami baskı kampanyasıyla İran ile olan tüm ticareti sıfıra düşürmeyi ve ülkenin dizlerine kapanmasını hedefliyor.
 
*
2 Mayıs 2019’da İran petrolünün  müşterisi bazı ülkelere verdiği istisnaları kaldırdı.
Hâlâ İran’dan petrol satın almayı sürdüren Türkiye, Çin ve Irak şimdi ABD yaptırımlarıyla karşı karşıyadır.
Başkan D.Trump, 8 Mayıs’ta bu defa İran’ın demir, çelik, bakır ve alüminyum sektörlerine yaptırım  kararını imzaladı.
 
*
Ve İran, JCPOA anlaşmasının ihlalinin yıldönümünde ABD’nin bazı kısıtlamalarına artık uymayacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanı H.Rouhani, İran’ın nükleer anlaşmadaki çıkarları korunmazsa 60 gün içinde zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracağını duyurdu.  
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı 4 gün zarfında uranyumu yüzde 20 zenginleştirme faaliyetine başlamaya hazır olduklarını söyledi. 
 
*
Trump Yönetimi İran’ın attığı adımlar konusunda AB, Rusya ve Çin’i gayri resmi olarak bilgilendirdi.
Brüksel’de İran, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin arasında JCPOA konusunda uzmanlar düzeyinde görüşmeler yapıldı.
AB, İran’ın nükleer anlaşmadaki taahhütlerini kısmen durduracağına yönelik açıklamayı endişeyle karşıladıklarını,
Uluslararası güvenlik için önemli olan anlaşmanın tümüyle yerine getirilmesi için kararlı olduklarını bildirdi. 
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı J.Bolton, İran’ın uzun menzilli bombardımanına  karşı Basra Körfezine bir uçak gemisi gönderileceğini açıkladı.  
Gerilim iyice tırmanmıştır…
 
*
Mesela, Rusya ile Türkiye arasındaki Eylül 2018 tarihli bir anlaşma; 
Türkiye’nin Suriye İdlib’de isyancıları kontrol altına almasını,
Sınır çizgisi boyunca 20 kilometre genişliğinde silahsızlaştırılmış bir bölge kurulmasını,
Tüm ağır silahların bölgeden kaldırılmasını, M4 ve M5 otoyollarının trafiğe açılmasını öngörüyordu.
Türkiye sınır çizgisi boyunca gözlem merkezleri oluşturdu ama bunların hiçbiri olmadı.
Bugün Idlib eyaleti ve kuzey Hama’nın bir kısmı, El-Kaideci terörist grup olan Hayat Tahrir al-Şam (HTS) liderliğindeki isyancı güçlerin kontrolündedir.
 
*
HTS son aylarda çok aktif hale geldi.
Halep’e füzeler attılar, Suriye ordusuna saldırdılar, dronları Idlib’den Hmeimim’deki Rus üssü üzerinde uçunca karşılıklı füze teatisinde bulundular. 
Nihayet iki hafta önce, Rus jetleri  Idlib’de HTS pozisyonlarını yüzlerce bomba saldırısı ile vurmaya başladı 
Rus istihbaratı HTS’nin güneydeki Hama şehrine büyük bir saldırı başlatmaya hazır olduğunu bildirdi.
Suriye hava kuvvetleri ve topçuları da içeri girdiler. 
Bu saldırıların sadece intikam eylemleri değil aynı zamanda daha büyük bir kampanya için hazırlıklar olduğu görüldü.  
 
*
Bu sırada Türkiye, Idlib’e yapılan saldırıyı önlemek için artık hiçbir şey yapamayacağını kabul etti.
Bunun yerine eski amaçlarından birini yerine getirmeye çalıştı.
Halep’in kuzeyinde Kürt bölgesinde yer alan Tal Rifaat kasabasını ve Menagh Hava Üssünü ele geçirmek istedi.
Türk subaylarının emrinde Özgür Suriye Ordusu bu hedeflere saldırdı..
Ne ki, Kürtler hazırdı, bu yüzden Türk kuvvetleri kendilerini bir mayın tarlasında ve topçu saldırısı altında buldu.
Kapana kısılınmıştı, Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı.
 
*
Suriye ordusu ve Kürt birlikleri eski görevlerini geri aldılar.
Suriye topçusu İdlib’de Türk çıkışlarından birini topa tuttu.
Şimdi şehire yönelik tehditleri ortadan kaldırmak için yakında Halep’in batısına başlayacak bir başka saldırı olacağına dair işaretler veriliyor.
Teröristleri Hmeimim’den daha uzağa itmek amacıyla  batıya doğru bir başka saldırı da muhtemel görülüyor.
Bu saldırılar henüz tüm Idlib ilini özgürleştirmeye yönelik  değildir.
Ama özgürleştirme hareketi işte böyle parça parça yapılıyor.
 
*
ABD’nin  Suriye operasyonlarını durdurması da olası görülmüyor.
Çünkü Idlib şu anda dünyanın en büyük El Kaide üyesi topluluğunu barındırıyor.
Bunun bilinmesi, muhtemelen Suriye’nin artık dağınıklığı temizlemesine izin verildiği anlamına geliyor.
2017 ve 2018’de Suriye, Idlib’i yeniden almaya hazır olduğunda, ABD herhangi bir saldırıyı durdurmakla tehdit etmişti..
ABD o zamanlar, HTS teröristleri ve ailelerinin İdlib’ten  çekilmeleri gerektiğinde, yeni mülteci dalgasıyla karşı karşı kalacak Türkiye’yi önemsiyordu.
Artık Türkiye’yi önemsemiyor…
 
*
Idlİb’deki terör cenneti, Suriye’nin hala başa çıkması gereken sorunlardan yalnızca biridir.
En kötüsü ABD yaptırımlarıyla  İran’a Suriye’ye yapılan petrol dağıtımını engellediği için çekilen akaryakıt sıkıntısıdır
İran tankerleri Süveyş kanalında bekletiliyor. 
Rusya’dan akaryakıt istemek, Suriye’nin ödemeye hazır görünmediği politik bir fiyattır.
Ülkeyi ayakta tutacak kadar üretebilecek Suriye petrol sahaları ise ABD vekili Kürtlerin kontrolündedir ve ABD, bu petrolün Suriye hükümetine satılmasını yasaklamıştır.
 
*
Bütün bu gelişmeler olurken, Washington’da Müslüman Kardeşler Hareketi’nin  terör örgütü olarak kabul edileceğine yönelik bir gelişme yaşanıyor.
Suudi Arabistan ve Mısır’da yasaklı olan Müslüman Kardeşler’in terör listesine alınmasının en muhtemel sonuçlarından birinin;
İran’ın  Devrim Muhafızları Ordusu’nun  bir terörist grup olarak belirlenmesinin  ardından;
Müslüman Kardeşler Hareketi’nin, Orta Doğu’da ABD’nin çıkarlarına karşı Şiiler ve Sünnileri bir araya getirme eğilimine yöneleceğini düşündürüyor.
*
Bu durum  derinleşen siyasi ve ekonomik krizlere aldırmadan ve ülkeyi keyfi bir biçimde yönetme  görüntüsü vermekten kaçınmayan,  
Erdoğan’ın 31 Mart’ta tamamlanmış olan İstanbul seçimlerini iptal ettirmesi,
23 Haziran’da İstanbul seçimlerini yüzde 100 kazanacağı iddiası,  
Müslüman Kardeşler Hareketi’nin çok geniş kabiliyetlerine ve Orta Doğu’da ABD’nin çıkarlarına karşı Şiiler ve Sünnileri bir araya getirme amacına;
Erdoğan Türkiye’sinin ortak olmaya mı  hazırlandığı sorusuna neden oluyor…
10. 5. 2019

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir