Korku İmparatorluğunun Sınırları Genişletiliyor…

Her yerde, her yanda korku… - A.Eralp 1 1

Her yerde, her yanda korku…

Millet konuşmaya, yazmaya, söz söylemeye çekiniyor…

Yazar, “Başım derde girmesin” diye kullanacağı sözcükleri cımbızla seçiyor…

Yargıç, iktidarın hoşuna gidecek kararlar alıyor.

Memur, adım atmaya korkuyor…

Nasıl ileri demokrasi bu?

At izinin it izine karıştığı bir ortamdan geçiyoruz… Kimin nerede, ne zaman, ne için tutuklanacağını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz, belirsizliklerin egemen olacağı bir dönemden geçiyoruz…

Hukukun guguk olduğu bir dönemden geçiyoruz… Beğendiklerini en yüksek makamlara getiriyorlar; beğenmediklerini, kendileri için tehlikeli gördüklerini cezalandırıyorlar…

Diktatörler için hak, hukuk diye bir kavram ve bir kurum yoktur zaten… Onlar için bir tek geçerli kavram vardır o da kişisel çıkarları ve saltanatıdır…

Diktatör her yerde, her zaman başarmak zorundadır… Çünkü onun başka seçeneği kalmamıştır… Başaramazsa, kudretli olamazsa; basın, toplum, yargı onun denetiminden çıkarsa, dünyanın ve saltanatının başına yıkılacağını çok iyi bilir…

Aslında o, korktuğu için, herkesten, her şeyden kuşkulandığı için şiddet ve baskı yolunu seçer…

Korku İmparatorluğunun korkak komutanları, o kadar çok suç işlemiş, o kadar çok yolsuzluk, hukuksuzluk bataklığına saplanmışlardır ki, geriye dönüş kalmamıştır… Ya başaracaktır, ya başaracaktır… O, kendisine zarar verecek diye gölgesinden bile korkar…

Bu nedenle, bir koruma ordusuyla dolaşır…

Dünya nimetlerinden sonuna dek yararlanmak, saltanatını sürdürebilmek için elinden gelen, gelmeyen her şeyi yapar… Her yöntemi kullanır… Acımasızlık, baskı, şiddet, yalan – dolan, kumpas, onun en geçerli sindirme yöntemidir…

Adaleti uzaktan kumanda ile yönetir…

Siyasal iktidarının emrine giren yargıçlar, savcılar onun en yakın dostlarıdırlar… Destekçileridirler… Baskı araçlarıdırlar… Emir kullarıdırlar…

Çarkın dönmesi için gerektiğinde yargıç, yargıcı mahkûm eder… Savcı, savcıyı şikâyet eder… Savcı, savcıyı sorguya çeker…

Oysa demokrasi, özgürlük demektir. Eşitlik demektir. Ulusal egemenlik demektir. Halkın kendi kendisini yönetmesi, söz hakkının olması demektir.

Peki, bunların hangisi vardır bugün ülkemizde?

Orman katliamı yapanları, ihaleye fesat karıştıran ve devleti dolandıran iş adamlarını, hırsızları, dolandırıcıları, mecliste dosyası bulunan milletvekillerini yargıç huzuruna çıkarabiliyor muyuz?

Dünyanın hangi ileri demokrasisinde iktidarın emrine girmeyen, girmek istemeyen yargıçlar, savcılar dama taşı gibi yerlerinden oynatılıp, oradan oraya sürükleniyorlar?

Dünyanın hangi ileri demokrasisinde, seçim zamanı, herkesin gözünün içine baka baka, kömür dağıtılarak, nohut dağıtılarak, evlere buzdolabı, çamaşır makinesi verilerek, sadaka ekonomisi ile oy satın alınıyor?

Geçersiz, mühürsüz zarflar, oy pusulaları devlet eliyle “geçerli” hale getiriliyor?

Hukukun, adaletin, eleştirinin düşünce özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede bırakalım “İleri demokrasi”den söz etmeyi, “Geri demokrasi”den bile söz edilemez.

Bir ülkede işçilerin en doğal hakkı olan sendikalı olma hakkı ellerinden alınıyor, sendikaya girmek isteyenler sokağa atılıyorsa, o ülkede demokrasi vardır diyebilir miyiz?

Dünyanın hangi ileri demokrasisinde sendikaya girmek isteyen bir işçinin işine son verilmektedir?

İktidar bugün, halkın örgütlü, bilinçli gücünden öcüden korkar gibi korkuyor.

Yığınları örgütsüz, savunmasız, aç biilaç, yardıma muhtaç bir durumda bırakmak istiyor. Çünkü sadaka ekonomisiyle uyutup, kendisine kul köle yapacağı, bir koyun sürüsü, bir oy deposu gerekli ona. Özgür, örgütlü, aydın vatandaşlar işine gelmiyor.

Örgütlü işçiler, hak arayan öğrenciler, öğretmenler, memurlar, emekliler ezilmeli, susturulmalı. Tehlike büyümeden önlenmeli. Yılanın başı küçükken ezilmeli…

Eleştiri yapan, kirli çamaşırları ortaya döken yurtsever gazeteciler, yazarlar, bilim adamları hapse atılmalı.

Atatürk diyen, tam bağımsızlık diyen, laiklik diyen aydınlar susturulmalı. Sapıklığı, tecavüzleri ortaya çıkaran gazeteciler dört duvar arasına konmalı, ama tecavüzcüler serbest bırakılmalı…

Dünyanın hangi ileri, uygar bir ülkesinde böyle bir uygulama vardır?

 Bu demokrasi korku, baskı, tehdit, bölme, cemaat demokrasisidir.

Aslında, şeriatçıların, imamların, aşiret reislerinin, yani Ortaçağ kalıntılarının baş olduğu bir ülkede demokrasinin varlığını tartışmak bile “abesle iştigal etmek”, yani boş işlerle uğraşmak demektir.

İktidar sahipleri yığınların dertlerini, sorunlarını dinleyip, çözümler bulacağı yerde onların üzerine polis gönderiyor. Gözaltına alıyor vatandaşlarını. Dört duvar arasına atıyor. Tutsak ediyor.

Bu nasıl demokrasidir?

Bu yöntemler daha önce de denendi. Bu yollardan birçok faşist iktidar geldi, geçti. Ama tümü de tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Hiçbir diktatör dünyaya direk kalmadı.

Bu böyle biline…

(alieralp37@gmail.com)

Her yerde, her yanda korku… - A.Eralp

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir