Bu Çöküş Düzeninden Nasıl Çıkarız?

Geçen hafta yayınlanan “Üstümüzdeki Kara Bulutları Dağıtmak İçin Ne Yapmalı?” başlıklı makalemi şu sözlerle bitirmiştim: - A.Eralp 1 1

Geçen hafta yayınlanan “Üstümüzdeki Kara Bulutları Dağıtmak İçin Ne Yapmalı?” başlıklı makalemi şu sözlerle bitirmiştim:

 “Bu yazıda çözüm için bir giriş yapmış oldum. Bu çöküş ortamından çıkışın ayrıntılarını gelecek makalemde anlatacağım.”

Şimdi devam edeyim.

Şu anda vatanımız bir çöküş yaşıyor. Hem de her alanda… Ekonomide, eğitimde, tarımda, sanat ve kültürde, dış ilişkilerde, sosyal yaşamda… Ne fabrika kaldı ne ekili alan…

Halk bataklıkta çırpınıyor… Boğulmak üzere…

İnsanlarımız bu siyasal İslamcı düzen içerisinde yönlerini şaşırdılar. Yol – yordam belli değil. İlke yok. Bir plan, bir ekonomik program yok… Eğitim, yazboz tahtasına döndü. Önce bir eğitim uygulaması getiriyorlar, başarısız olunca, hemen değiştirip, yerine başkasını koyuyorlar.

Çocuklar, gençler şaşkın. İstedikleri okullara gidemiyorlar. Çünkü onları iktidar yönlendiriyor. “İlle de imam olacaksın…” diyor.

Tarihsel ve ulusal birikimlerimiz her geçen gün değer kaybediyor. Ulusal Kurtuluş savaşımız, devrimler, laiklik ve Atatürk unutturulmaya çalışılıyor. Ellerinden gelse tüm ulusal bayramları, kutlamaları yasaklayacaklar…

16 yıldır bu millet görmediğini gördü, yaşamadığını yaşadı. Cumhuriyet bayramımız bile tarihimizde ilk kez İstanbul’da, müteahhitler toplantısında ve müteahhitlik açılışında kutlandı…

Politika ayağa düştü. Dış dünyada itibarımız kalmadı. Yalan – dolan, aldatmaca, inkâr günlük yaşantımızın doğal parçası haline geldi. İktidar sahiplerinin yalanlarını halk kanıksadı… Sessizce seyrediyor olup biteni… Onların şimdiye dek bir tek hatalarını kabul ettiklerini görmedim. Hep zeytinyağı gibi üste çıkıyorlar.

Bundan önceki makalemde şu gerçeğe dikkat çekmiştim: “Elbette iktidarı, muhalefeti, sendikaları, dernekleri, resmi kurumları el ele vererek, ülkemizi bu günlere hep birlikte getirdiler. Bu çorbada herkesin tuzu, herkesin payı var. Kimse bunu inkâr edemez.”

Evet, kimse bunu inkâr edemez. Ve ana muhalefet de yavru muhalefet de yine aynı yolu, aynı yöntemi izlemeye devam ediyor… Bağırıyor, çağırıyor, ağır konuşuyor, ama değişen bir şey olmuyor. İşsizlik daha da artıyor. Sefalet daha da çoğalıyor. Zenginler daha çok zenginleşiyor. Müteahhitler imparatorluğu büyümeye devam ediyor.

Muhalefet yine meclis çatısı altında eleştirilerini sürdürüyor, ağzına geleni söylüyor… O ne kadar konuşursa konuşsun iktidar, güçsüz, eylemsiz, ilkesiz muhalefetten çok memnun, yoluna devam ediyor.

Muhalefet, iktidara “Sen FETÖCÜSÜN” diyor; İktidar, geçmişte FETÖ ile koyun koyuna yattığı, el ele dolaştığı halde, dönüp muhalefete “FETÖCÜ sensin” diyor…

Cemal Kaşıkçı’yı koyun gibi boğazlayanların gitmesine iktidar izin verdiği halde, muhalefete dönüp, dalga geçer gibi, “Kılıçdaroğlu Cemal Kaşıkçı cinayetini örtbas etmeye çalışıyor” diyor.

Yani ne “Utanma kalmış, ne sıkılma. Ne yazı kalmış ne tura…”

Yani sen ne dersen de, imam yine bildiğini okuyor ve yoluna devam ediyor. Üstelik yüzde 20-25’lik AKP’li aşırı bir taraftar kesimi de bu muhalefet saldırıları karşısında iktidara daha çok sarılıyor ve onun dış güçlerin hedefinde olduğu yalanına inanarak, tüm toplumu da bu yalana inandırmaya çalışıyor.

Evet, “yüzde 20 – 25’lik aşırı bir taraftar kesimi” dedim. Bu rakamı bilerek söyledim. Çünkü daha fazla değil. Halkın bir kısmı iktidara istemeye istemeye oy veriyor, bir kısmı da muhalefete… Çünkü ortada ne adam gibi bir iktidar var ne de adam gibi bir muhalefet…

Peki, bu açıklamalarımla nereye varmak istiyorum?

Muhalefet, bu yöntemle, bu mücadele biçimiyle yoluna devam edip, suya çizik çizmeyi sürdürürse AKP, 16 yıl değil, bir 32 yıl daha bu ülkenin başında kalır.

Peki, ne yapmalı?

Her şeyden önce bugün Atatürk ilkelerine, Kurtuluş Savaşına, gerçek demokrasi ve tam bağımsızlığa inanan, aşure çorbası olmayan bir parti ve parti programına ihtiyaç var. Onun başına da Atatürkçü, tam bağımsızlık ve gerçek demokrasi yanlısı bir başkan ve yönetim kurulu getirilmeli.

Bu devrimci parti göstermelik parlamento çalışmalarını ve ağız dalaşını bir yana bırakıp halkın arasına karışmalı. Onlara gerçekleri, doğruları anlatmalı. Ülkenin aydınlığa kavuşması için nelerin olması, nelerin yapılması gerektiğini açıklamalı. Bu işi sövüp saymadan, abartmadan yapmalı. Görüşlerinden dolayı İnsanlarımızı bir hasım gibi, bir düşman gibi görmeden yaklaşmalı onlara…

Artık gevezeliğe, dedikoduya, “sen ben kavgası”na dönüşen söz bitmiştir. Ağız dalaşı bitmiştir. “Geyik muhabbeti ile vakit öldürmek” bitmiştir.

Çünkü halk bunları duymuyor, anlamıyor. O kendi dünyasında yaşıyor. Sen çalıp, sen oynuyorsun. Sen söyleyip, sen dinliyorsun.

Halktan ayrı düşmüş aydınların, devrimcilerin, demokratların devrimci mücadelede hiç yeri yoktur.

Toplum karşısında sorumluluk duyan, onun aydınlanmasına öncelik veren herkes, önce yığınlarla bütünleşmeli, onların öğrencisi olmalı, sorunlarını dinlemeli daha sonra bilinçlendirme çalışmalarına geçmelidir.

Bu işi şeriat ordusunun fedaileri çok iyi başarmaktadırlar. Birbirlerine düşmeden, bölünmeden, parçalanmadan, kenetlenmiş bir biçimde, ruh ikizleri gibi anlaşarak ev ev, apartman apartman, sokak sokak, cadde cadde, köy köy dolaşıp kendilerine kul köle olabilecek yeni mücahitlerin sayılarını artırabilmek için çaba harcıyorlar.

Devrimciler, milliyetçiler birbirlerini yerken, onlar, 2002’lerden önce de planlı programlı, bilinçli adımlarla ve sabırla yollarına devam ediyorlardı.

Son sözüm şu:

Sol olsun, sağ olsun, ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler bir araya gelip; antifaşist, antiemperyalist cephede, ulusal çizgide birleşmeli, vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi mücadele etmesini de bilmelidirler.

(alieralp37@gmail.com)

Geçen hafta yayınlanan “Üstümüzdeki Kara Bulutları Dağıtmak İçin Ne Yapmalı?” başlıklı makalemi şu sözlerle bitirmiştim: - A.Eralp

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir