2 Ekim’de ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’na girmesinden bu yana,
Suudi Arabistan vatandaşı muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’dan haber alınamıyor.
*
Türk yetkililer, Kaşıkçı’nın “öldürüldüğü ” ihtimali üzerinde duruyor.
Erdoğan, olayı yakından takip ediyor ve sonucu dünyaya kendisinin bildireceğini açıklamış bulunuyor.
Veliaht Prens Muhammed bin Salman ve Suudi yetkililer ise Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Başkonsoloslukta öldürüldüğü ya da kaybolduğu iddialarını yalanlıyor.
Suudiler, dünya ana akım medyasının topladığı bilgilerin manipüle edildiğini, iddiaların Katar ve Müslüman Kardeşler tarafından körüklendiğini ileri sürüyor.
*
Bir kısım Batılı ise kayıp gazetecinin bulunması için Washington’a baskı yapıyor.
ABD’ den Suudi Arabistan ile sürdürdüğü ilişkiyi yeniden değerlendirilmesi isteniyor.
Başkan Trump yönetiminin Veliaht M.bin Salman’ı “Reformcu” olarak tanıtmasına rağmen,
Esasen “Reformcu “saptamasının Batılı uzman ve politikacıların onay ya da destek aradıkları liderleri tanımlamak ve bunları Batılı kitlelere satmak için kullandıkları bir etiket olduğu söyleniyor.
*
Çünkü Veliaht Salman’ın ılımlı İslam hakkında konuşması, Suudi ekonomisini çeşitlendirmesi ve İran’a olan nefretini vurgulamasına rağmen,
Pervasızlığı, Yemen savaşında sergilediği zulüm, Suudi Arabistan içişlerinde beceriksizliği, yoğun baskı ve keyfi tutuklamalarıyla,
ABD’nin dostluğunu hak etmediği iddia ediliyor.
*
Bu sırada 2017’den bu yana, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler de sıkıntılı bir süreçten geçiyor.
İki ülkenin sorunu “Sünni İslam’ın liderliği”ni hangisinin temsil edeceği konusudur…
*
Bu olayda Suudi tarafının işbirliği ya da suçu kabullenerek gereğini yapmaması iki ülke arasında uzun süredir devam eden gerginliği daha da arttırabilecek bir potansiyel taşıyor.
Bu durum İsrail- Filistin Barışı, başta İran ve Suriye olmak üzere bölgesel konularda iki ülkenin daha çok karşı karşıya gelmesi, nihayet bölgesel kaos anlamına geliyor…
Kısacası bir zamanlar Suudi liderliğine danışmanlık yapan bir gazetecinin kaybı, trajik öyküsünden daha fazlasıdır…
*
Nitekim ABD Başkanı D.Trump ve damadı Başkan Yardımcısı Jared Kushner’in planı olan ve “Yüzyılın anlaşması” olarak tanımlanan İsrail-Filistin Barış Anlaşmasını gerçekleştirmek için Ortadoğu’da büyük çaplı operasyonlar yapılıyor.
*
Bu çerçevede İsrail, “Suudi Arabistan ve Sünni Arap Dünyası” ile ilişkileri geliştirmiştir.
2002’de Suudi Kralı Abdullah’ın Beyrut’ta Arap Birliği zirvesinde sunduğu Arap Barış Girişimi doğrultusunda,
Suudi Arabistan ile işbirliğinin ürünü olarak Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması amaçlanıyor.
*
Ancak barış anlaşmasının kurallarını öncelikle Washington ile Tahran arasında nükleer güç üzerine yapılacak olan uluslararası anlaşmalar belirleyecektir.
İsrail ise ABD ve İran arasında sürdürülen görüşmeler sırasında Suudi Arabistan ile gizli müzakereler yürütmüş,
Siyasi olarak; Körfez ülkelerinin demokratikleşmesi: İran’da rejimi tasfiye edip değiştirmek:
İran’ın devrim ihracından vazgeçtiğinden emin olmak: Kürdistan oluşturarak bununla hem İran’ı, hem Türkiye’yi , hem de Irak’ı zayıf düşürmek: Suudi Arabistan, Yemen, belki Umman ve BAE’nin de dahil olduğu bir federasyon kurmak,
Ekonomik olarak; Rubülhali Çölü petrol yataklarını sonuna kadar kullanmak: Etiyopya’nın doğusunda ve bu ülkenin kontrolünde yer alan Ogaden petrol yataklarını sömürmek: Aden Körfezini kontrol etmek: Cibuti’yle Yemen arasında bir köprü inşa etmek,
Nihayet Türkiye’yi oyundan dışlayarak, bölgeyi kontrolleri altına almak konularında mutabık olunmuştur…
*
Mayıs 2017’de Başkan Trump, İslamcı Cihad Örgütleri ve İslamcı ideolojiyle mücadele etmek üzere Riyad’da, Suudi Arabistan önderliğinde 50 Arap ülkesiyle;
Mücadelenin Cihadçı grupları kuşatıp, kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye dayanan bir stratejiyle yürütülmesi : Bölgedeki tüm ülkelerin aşırılıkları atmak amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmelerinin sağlanması : Mısır, El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde İslam’ın doğru öğretilerini yayma konusunda lider ülke olması : ABD’nin, Suudi liderliğinde İran’a karşı bir Sünni-Arap askeri koalisyon oluşturma planını desteklemesi,
Ve en önemlisi İslami Cihadçi örgütlere Katar’ın finansman, Türkiye’nin ideolojik desteğini kesilmesi kararlarını aldılar.
*
ABD’nin desteğini alan Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn,Yemen:
Katar’a karşı savaşa varmayan bir dizi önlem ilan ettiler.
Katar ekonomisini tehdit eden ekonomik abluka uygulayarak;
Katar’ı vesayete tabi tutmaya : Katar’ın Suriye’de İŞİD’le yaptığı işbirliğini, İŞİD çevresinde bir araya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten,örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkoymayı : Yemen’de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan’ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesini :
Katar’ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grup HAMAS’la ve Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koymayı zorlamayı amaçladılar.
*
Daha ilk dakikada Müslüman Kardeşler Örgütü’nün hamisi Recep Tayyip Erdoğan alınan karara muhalefet etti.
“Ben İhvan-ı Müslimin’i bir terör örgütü olarak görmüyorum. Çünkü İhvan-ı Müslimin bir düşünce örgütüdür” dedi.
Ardından Türkiye ve Pakistan Riyad kararlarında “İslam Ordusu”nun arka planını oluşturan mezhebi yapısına itiraz ettiler.
Türkiye Ortadoğu’da , Pakistan Asya’da farklı politik tavır sergilemeye başladı.
“İslam Ordusu” projesi hızla çöktü.
Böylece Suudi Arabistan’ın Türkiye ile ilişkileri zayıflama sürecine girdi…
*
6 Aralık 2017’de Başkan D.Trump, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etti.
“Kudüs sadece üç büyük dinin kalbi değildir, aynı zamanda dünyanın en başarılı demokrasilerinden birisinin de merkezidir.
Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanların birlikte barış içinde yaşayıp özgürce ibadet ettiği bir yerdir.
Bu karar, nihaî barışa olan bağlılığımızın ihlâl edilmesi anlamına gelmiyor.
ABD olarak İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözümü hâlâ destekliyoruz.
“Harem Ül-Şerif -Tapınak Dağı “da dahil olmak üzere dinî alanda statüko gözlemlenecektir.
Bölgenin liderlerinden isteğim, nihaî barışın peşinden gitmeleridir “dedi.
*
Böylece Oslo Anlaşmaları ve Arap Barış Girişimi’ne uygun olarak Filistin Devleti’nin;
Uluslararası tanınma meselesi ve İsrail Filistin Barışı birkaç aylık mesele olacaktı.
*
Ama Erdoğan, “Sayın Trump, Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. Filistin halkının yaraları kanamaya devam ederken her gün hak ihlalleri, zulümler, baskılar sürerken İsrail’e destek mahiyetinde böyle bir karar alınması sadece uluslararası hukukun ihlali değil aynı zamanda insanlık vicdanına da vurulmuş ağır bir darbedir. Hemen 5-10 gün içinde İslam İşbirliği Teşkilatı liderler zirvesini İstanbul’da toplayacağız.
Bununla da kalmayacağız. Bu zirve ile birlikte çok daha önemli etkinlikler ile tüm İslam dünyasını o zirvede hareketlendireceğiz” ifadesiyle tehditde bulundu..
*
Bugün Erdoğan hâlâ İsrail’i kuşatan ve “Kafirleri öldürüp dünyaya İslamı empoze etmeyi ” hedefleyen Müslüman Kardeşleri, HAMAS’ı, Hizbullah’ı ve El Kaideci bir çok İslamcı terör örgütüne destek veriyor.
Bu noktada 26 Eylül’de Başkan Trump, “İsrail- Filistin arasında ” İki Devletli Çözüm Önerisini” destekleyen “Yüzyılın Barış Anlaşması Planı”nı üç ila dört ay içinde sunmayı umduğunu açıklamış bulunuyor.
*
Cemal Kaşıkçı olayı iki ülkeyi karşı karşıya getirmesinden öte çok daha büyük bir önem taşıyor…
*
Ey Erdoğan! Bak Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ne diyor?
“İnandığımız ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz.
Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlar ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce
kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.”
10. 10. 2018
Bir yanıt yazın