Recep Tayyip Erdoğan, kendini Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Başkanlığına atadı.
Başkan vekilliğine de damadı Hazine ve Maliye Bakanı B. Albayrak’ı getirdi.
Ne yapmak istedi?
*
Müslüman Kardeşler örgütünün, “Çağdaş sosyopolitik etmenlerle beslenen İslam tarihinin ışığında müminler;
Kendi sorunlarını ancak devrimci İslami diriliş yani şeriatın tesisi aracılığıyla oluşacak,
Ve onunla başarı şansı bulacak bir İslami ideoloji oluşturarak çözeceklerdir” felsefesi ve öğretisi,
Erdoğan rejiminin, retoriğini ve yaklaşımlarını belirliyor…
*
Rejimin hedef kitlesi toplumun en alt tabanında kalanlardır.
Bütün uygulamalarında bu kitleleri;
“Batı tip düzenin gayri İslami bir istibdat düzeni olduğu, Müslüman halkları her türlü zulme maruz bıraktıkları” fikrinde yetiştiriyorlar.
İslami Cihad’ı da bu ateş körüklüyor.
*
Özellikle 1980’den beri kitlelerinde eğitim ve sağlık açısından kalite oluşturmayla insan sermayesi yatırımı,
Kişiler arası ilişkilerin, güvenin, duyarlılıkların sağlanması ve hedefe yönelişle sosyal sermaye yatırımı yaptılar.
Kendilerine has bilgi ve iletişimlerinde ortaklaştılar.
İslamcı ekonomik büyüme için gerekli bu yatırımlara akademisyenler, politikacılar ve piyasa aktörlerini katarak büyüdüler.
Zamanla Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin merkezi, yerel ve özerk tüm idarelerinde, Yargı’da, Üniversitelerde, İstihbarat ve Emniyet’te, TSK’da, sivil toplum kuruluşlarında yerleştiler, paramiliter güçleriyle korundular…
*
Bugün devletin bizzat sahibidirler.
Kurdukları devlet bu aşamaya gelinceye kadar her noktada Türkiye’yi Batı’ya, Batı’yı Türkiye’ye vurdurdular.
Batılı tüm değerleri ucuzlattılar…
Türkiye görülmemiş biçimde bölünme aşamasına girdi.
Artık Türkiye Erdoğan’ ın totaliter güce kavuşması ile birlikte bir zamanlar izinden gittiği Batılı örneklere hızla veda ediyor.
Demokrasi , Hukukun Üstünlüğü, Kalitesiz Eğitim ve İnsan Hakları gibi temel sorunlar yaşanıyor.
“Komuta ekonomisi” yöntemiyle sıcak paraya, krediye, tüketime, ithalata dayalı büyüme modelini sürdürüyor.
Şimdi Erdoğan açıkça İslamcılığın şampiyonu olmak için Liberal Uluslararası Düzen’de kendini yeniden icat etmeye çalışıyor…
*
Bu güce varmak için iktidar olduğu ilk günden bu yana İslamcı sermayeyi parlattı.
Marmara sermayesinin yüksek borç yüküne ve dolarizasyon ile ekonomilerini daha fazla yürütmelerine göz yumdu.
Nasılsa dış finansmana bağımlı ekonomik yapı çökme riski taşıyacak ve borç verenler emir vermeye başlayacaktı.
Üstelik 2013’te FED Başkanı Bernanke, dövizin bolluğunun biteceğini ilan etmişti.
Şimdi Türkiye’deki bu şirketlerin dövizli borç stoku yaklaşık 300 milyar dolardır…
Ayrıca Türkiye, Cari açık: Dış finansman ihtiyacı : Riskleri yüksek olan ekonomiden döviz çıkışı olması: Liradaki aşırı değer kaybı: Yüksek enflasyon: İflaslar : Artan işsizlik
tehditleri ile karşı karşıyadır…
*
Türkiye birbirini tetikleyen devalüasyon, enflasyon ve faiz sarmalındadır.
Şimdi Türkiye vatandaşları hızla fakirleşiyor, şirketlerin değeri düşüyor ve el değiştirmelerinin zamanı geliyor.
Nitekim uluslararası yatırımcı Marc Faber, Türkiye’nin yeni iş birlikleri konusunda seçenekleri bulunduğunu belirterek,
“Türk hisseleri ABD doları üzerinde değerlendiriliyor. Şu anda alım sınırı içerisindeler. Bir miktar Borsa Yatırım Fonu ‘ Exchange Traded Funds” alacağım. Türk varlıklarına yatırım yapma zamanı geldi” diyor!
*
Bu noktada Türkiye’de iki soru soruluyor.
1- Yerli ya da yabancıya servet transferi sürecine mi giriliyor,
2- Yoksa Erdoğan, İslamcı sermayesiyle yapacağı servet transferiyle totaliter gücünü daha güçlendirmeye mi koşuyor ?
*
Parayı bankalar eskisine oranla daha yüksek faiz ödeyerek getirse ve mevduatı da yüksek faizle koruyabilse;
Öncesine oranla daha yüksek faizle bulabildikleri döviz borcunu ve döviz mevduatını reel sektöre ve hanehalkına kredi olarak ya da Hazine’ye borç vererek dağıtırken,
Vereceği borç döviz olacaksa kur riskini alana ödetecek, vereceği TL olacaksa kur riskini krediyi pahalılaştırarak sağlayabilecektir.
Bu durumda reel sektörün şirket yatırımları, işletme ve ihracaat, hanehalkının ise tüketim ve konut için pahalı kredi alması zorlaşacaktır.
Türkiye’nin döviz talebini reel sektörün karşılaması durumu için ekonomide canlılık yani kamunun ve hanehalkı gelirlerinin ve harcamalarının artması gerekiyor.
Öyleyse çaresiz Türkiye’nin döviz bulması bir kamu meselesidir!
*
Nitekim Erdoğan Türk lirasının değeri düşerken, liranın kredi faizlerini yüksek tutarak likiditeyi sınırlamış,
Şirketlerin Türk lirasıyla kredi alıp, açık döviz pozisyonlarını kapatmalarını engellemiştir.
Zaten Bankacılık sektörü de bu kadar yüklü krediyi verecek durumda değildir.
Nitekim enflasyon artar ve satışlar düşerken, şirketler nakit krizine girmeye başlamışlardır.
*
Bir vakitten sonra şirketlerin işçi çıkartmak,
Yetmeyince varlıklarını satmaktan başka çareleri kalmayacak ve varlıklar çok ucuza elden çıkarılacaktır.
O sırada Bankalar sıkışacak ve aldıkları kredileri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremezken,
Yavaş yavaş iştiraklerini, hisse senetlerini, alacaklarını ve tüm varlıklarını elden çıkarmanın yoluna bakacaklardır.
*
Sıra Merkez Bankası ve Hazine’den destek istemeye gelince;
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ( TMSF), banka yönetimlerine kayyum atayacak,
Kayyum ise bankaların sahip olduğu tüm varlıkları İslami sermayeye satacaktır…
*
Erdoğan rejimi Türkiye Hazinesinin borçlanma zorluğunu aşacak başka formüllere de sahiptir!
Bu noktada Erdoğan rejiminin, İslami finansman varlıklarının kullanımını yaygınlaştırılmasına hiç şaşırmamalıdır!
*
İslamcı Türkiye inşa planı doğrultusunda “Kontrollü 15 Temmuz 2016 Darbesi’nden ” sonra,
Erdoğan, ülke çapında yapılan derin operasyonların bir parçası olarak 19 Ağustos’ta, Başbakanlığa bağlı bir “Varlık Fonu” oluşturmuştur.
Fon; BOTAŞ, TPAO, THY, PTT, ÇAYKUR, HALKBANK, ETİ MADEN, Savunma Sanayi Fonu ve Ziraat Bankasını ve daha birçok işletmeyi kapsıyor.
Hiç bir sınır ve denetim tanımıyor, özel bir hukuku vardır, sonsuz yetkili ve sıfır sorumluluktadır…
*
Türkiye Varlık Fonu, ilk iş olarak bütçe fazlası veren, refah seviyesi yüksek ülkelerin kurduğu varlık fonlarının oluşturduğu Uluslararası Varlık Fonları Forumu’na (IFSWF) üye olmuştur.
IFSWF bünyesinde ABD, Rusya, Çin, Katar, Singapur, Kanada, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Malezya gibi 28 ülkeye ait 30 ayrı varlık fonu barındırıyor.
*
Ne ki, Türkiye Varlık Fonu; IFSWF çatısı altındaki varlık fonlarına benzemiyor.
O fonlar bütçe fazlası veren ülkelere aittir; altın ve petrol gibi doğal kaynakların gelirlerini ya da Bireysel Emeklilik, İşsizlik vb. fonların paralarını kaynak olarak kullanıyor.
Bu farklılık Türkiye Varlık Fonu’nun, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasası’nda yapılan bir değişiklikle Hazine garantisi olmadan;
Elindeki işletmelerin hisselerini rehin vererek dışarıdan borçlanabilmenin yolunu açıyor…
*
Böylece “İslâmî finansta faizle borçlanmak zaruret hali dışında meşru değildir” esası bypass ediliyor.
Bu sebeple devletlerin ve İslâmî hassasiyet taşıyan büyük kuruluşların ticârî işlemler yoluyla nakit temin etmeleri ve faizsiz gelir elde etmek isteyenlere de bir yatırım aracı sunmak amacıyla “sukuk ihracı”nın yolu açılıyor.
*
Rehin vererek borçlanma sisteminin esasını Hz.Muhammed’in,
“Rehin, rehin veren sahibine tamamen kapatılmaz, geri alması hakkı engellenmez. O rehinin kazancı onun lehinedir. Zararı da onun aleyhinedir” ifadesi belirliyor.
Nitekim “Sukuk” ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla satımıdır.
Bu sertifikalardan alanlar söz konusu varlığa ellerindeki sertifikalar oranında ortaktır, dolayısıyla söz konusu varlığın geliri de onlara aittir.
Türkiye Varlık Fonuyla birlikte ülke ekonomisinde “Tek Hazine ” ilkesi kalmamıştır.
Şimdi Türkiye Varlık Fonu ikinci bir kamu otoritesi olarak IFSWF’de İslam ülkelerinden borçlanmaya hazırlanıyor…
*
Artık o saatte; Türkiye’de bankaların ya da bütün sermayenin sahibi İslamcı sermayedir.
Türkiye İslam Cumhuriyeti kurulmuş, Erdoğan Halife olmuş,
Ben de kahrımdan çatlamışımdır…
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
14.9. 2018
Bir yanıt yazın