Bu gün benim doğup büyüdüğüm Azerbaycan’ın Ağdam kentinin Ermeniler tarafından işgal edildiği gün. Aslında Ermeniler işgal etti dediğimizde onları gözümüzde büyütmüş oluyoruz. Ermeniler bu işgalleri dış güçlerin, özellikle Rusya’nın yardımları ile gerçekleştirdi.
Önce söyleyelim ki Ağdam, 1993’ün Mayıs’ında 6 bin kişilik Ermeni birliğinin saldırısına maruz kaldı. Bakü’de meydana gelen iç karışıklıklar nedeniyle savunma gücü azalan Azerbaycan birlikleri, 42 gün boyunca şehri savunmaya çalıştı fakat başarılı olamadı. Şehir 23 Temmuz’da tamamen işgal edildi. Azerbaycan birlikleri bölgenin yüzde 25’lik bir kısmını koruyabildi. Ermeni işgalinde, Ağdam’da 5 bin 897 kişi şehit oldu. 153 bin nüfusu olan en kadim toprak Ağdam, işgalin sona erdirilmesi planlanan ilk beş bölge içinde yer alıyor. Karabağ’a sınır şehri terk etmek zorunda kalan halk, Azerbaycan’ın 64 ayrı bölgesinde mülteci olarak yaşıyor…
Ben de bu kadim toprakta doğdum, büyüdüm, ta 16 yaşıma dek orda yaşadım…
Hayatımın en mutlu ve anlamlı günleri de o işgalle bitti. Hayat beni yurdumdan sonra ikinci kez uzaklara attı. Şimdi Türkiye’de vatan hasreti çekiyorum, birde işgal altında olan Ağdam’ın acısını.
Çok garip bir duygu… Sözle ifade edilemeyecek kadar garip. Ta Türkiye’de oturun da binlerce kilometre uzakta kavuşamadığın yurdunun kalbini tetikleyen acısını hissetmek. Mülteci olmak hiç kolay değil…
Fark etmez ister vatanın bir kentinden başka kentinde mülteci ol, ister başka bir ülkeye git. Acı aynı, hasret aynı. Ben yaşadığım acıyı tarif edersem anlar mısınız beni?
O zaman yaşadıklarımdan sadece bir kaçını anlatayım ki içimdeki sevdanın, yangının boyutunu belki görürsünüz…
Hiç aklımdan çıkmaz bir gün Ağdam’a bombalar yağıyor. Babam “sizi şehirden uzaklaştırayım, birkaç saat sonra döneriz yine” dedi. Hep yapıyorduk bunu. Kentin çıkışında oturup bekler sonra evimize döner, mermi kokan şehrimize sarılır uyurduk. O günde aynısını yapacaktık. Evimizin küçüğü olan erkek kardeşim tam kapıdan çıkarken “anne dur!” dedi. Koşarak odanın duvarını öptü. “Belki dönemeyiz, ben seni çok özlerim” dedi.
Ah! Bu nasıl bir acı…
“Annem, babam; “yok, döneceğiz” dedi. O gün döndük tabii. Bir gün sonra yine şehre bombalar yağdı. Bu defa tam annemlerin yattığı odanın tam karşısına düşmüştü. Evimizde her şey yerle bir olmuştu. Babam ve anneme bir şey olmadı. Amma babamın korku içinde bizim odamıza koşup bizi sağ görse de inanmayıp defalarca “iyi misiniz?” demesini unutmuyorum. Ama biz yine evimizi bırakmadık…
Sabah oldu babam işe bizde gece olanları konuşan mahallemizin teyzelerinin sohbetini dinlemeye gittik. O aralar hayat öyle geçiyordu. Okulumuz bombalanmıştı. O yüzden tüm okullar kapanmış, durum gittikçe değişiyor ve hissediyorduk bir şeyler yanlış gidiyordu. O aralar babamın yeni inşa ettiğimiz evin tamirine devam etmesi de bir başka teselliydi. Annemin “biraz beklesek” demesini de aldırmadı. “Ne oldu bir avuç Ermeni’den mi korkacağız” dedi.
Ah benim babam! Sen ne kadar güzel söyledin ama olmadı işte. Korkmadan yenildik. Sonra bir gün annem iş icabı kardeşlerimi alıp Başkent’e gitmişti. Ben amcamlardaydım. Amcamın kızıyla bahçede elma ağacının altında oturup başımızın üstünden uçan füzeleri sayıyorduk. Belki inanmakta zorluk çekeceksiniz ama biz bunu yapıyorduk.
Korku yoktu bizim için oyun vardı…
Baktım yüzü bembeyaz olmuş bir halde babam geldi. “Hemen sizi çıkarmam lazım, sonra ben geri döneceğim” dedi. Ne olduğunu tam anlamadık. Sonuçta iki günde bir çıkıp geri dönüyoruz. Babam yengeme “evraklarınızı da al” dedi. Bu çok ciddi bir mesajdı aslında. Arabaya oturduk iki el bombası vardı. Amcamın kızıyla bana verdi ve “baktınız düşmana yakalandık, çekin!” dedi. 16 yaşında bir kız babasının el bombasını patlatın demesine hiç soru sormadan tamam dedim. Babama “dönmeyecek miyiz?” dediğimde “döneceğiz” dedi.
Fakat ilk defa bana yalan söyledi. Çünkü; sonra hiç dönemedik…
Toprağımız işgal edildi…
Babamda çok yaşamadı zaten…
3 defa kalp krizi geçirdi ve kalbi dayanmadı bu acıya.
Bu tarifi olmayan bir acı…
Benim 80 yaşında dedem, evinin anahtarını ölene dek tuttu elinde bir gün geri döneceğiz diye.
O hale saf, temiz yüreği ve gönlüyle “evim beni bekliyor!” derdi.
Şimdi ben Türkiye’deyim!
Geçenlerde emniyete gitmiştim. Görevli evraklarımı yazıyordu. Bana doğum yerimi sordu.
Ağdam dedim…
Dedim ama o an sanki kalbimden bir soğuk rüzgâr geçti. Dışarı çıktım sağa sola baktım. “Eh kızım Mehseti” dedim. Sen Ağdam’da doğdun ya, şimdi ne işin var İstanbul’da?
Öylece kala kaldım…
Duygulandım, ağladım garip vücudumu alıp eve geldim. Anladım ki benim ruhum hala Ağdam’da…
Bugün de bunları yazarken Ağdam’da ki mahallemi, evimi düşündüm ama öyle her zaman ki gibi düşünmek değil…
Annem, babam yanımda, biz çocuğuz. Mutfağımızı, yatağımızı, koltuklarımızı hatta lavaboyu bile hayal ettim. Ordaydık çocuktuk, çok mutluyduk…
Şimdi kanadım, kolum kırık, artık yaşlanıyorum ve nerede olacak mezarım bilemiyorum.
Ama ahtım olsun benden sonra yaşayacak evlatlarıma; bir gün çürümüş vücudumu kendi yurduma gömün!
Son olarak; biz güçlüyüz ama yalnızız. Azerbaycan yalnız olduğu için işgalde olan toprakları geri alamıyor. Bu o kadar kolay değil. Her şey güçlü askerle, orduyla olmuyor bazen…
Bence Türk dünyası bunu bilmeli ve Karabağ tek Azerbaycan’ın derdi olmamalı!
Bir yanıt yazın