Evet, çok seçim kaybettik. Ama şimdiye dek, bir tek eleştiri – özeleştiri yapmadık.
Bir Tek hatamızı, yanlışımızı ortaya dökmedik. “Şunları, şunları yapmasaydık ya da şunları şunları yapsaydık, belki de daha iyi sonuç alırdık, bu bizim hatamızdı” demedik.
Hep, “Bu seçimi kaybettik ama, gelecek seçimde onların canına okuyacağız, onları alaşağı edeceğiz” dedik.
Sonra da koltuklarımıza gömüldük, olup biteni seyrettik. Değişen bir şey olmadı…2002’den bu yana onlar bizim canımıza okudu… Okumaya da devam ediyorlar…
Adam, milyonların gözünün içine baka baka, 16 Nisan 2017’de yapılan Referandum oylamasında, mühürsüz zarfları kabul ettirdi. Seçim sonuçlarını değiştirdi.
Yargı, hukuk, TBMM, sendikalar, dernekler, siyasal partiler, Barolar seyretti.
Oysa Türkiye’nin üç büyük şehrinde AKP’ye “hayır” oyu çıkmıştı ve bu kentler her seçimde iktidarın yanındaydı. Onun destekçisiydi… Bu seçim onların sonu olabilirdi.
Saat 16’da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde sandıklar kapanmıştı. Saat 16.30’da AKP’nin YSK temsilcisi Recep Özel, mühürsüz oyların kabulü için YSK’ya başvurdu.
YSK, saat 17.15’te AKP’nin isteğini kabul etti. 1 milyon 500 bin geçersiz oyu, geçerli hale getirdi…
Oysa seçim Kanunun 98. Maddesine göre, “Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır” deniliyordu.
Oylama sonucunda “Evet” ile “Hayır” arasındaki fark ise sadece 683 bindi. 1.5 milyona yakın geçersiz oy, YSK tarafından onaylandı ve milletin iradesi ayaklar altına alındı.
Peki, bu uygulama karşısında muhalif partiler bir eylem, bir direniş ortaya koydular mı?
Hayır. Koymadılar. “YSK önüne gidelim, mühürsüz oyları protesto edelim” önerisine ise “Bu girişim çok tehlikeli olur, şimdi orada eli sopalı insanlar vardır…” denildi.
Peki, bu davranışa sonradan, bir özeleştiri getirildi mi? Mesela, “Biz bu konuda pasif davrandık. Bu yasa dışı uygulamaya karşı çıkmalıydık, tüm yasal, anayasal yolları deneyerek, bu hukuksuzluğu engellemeliydik…” denildi mi?
Hayır denilmedi. Türkiye’de hukuk yolları tıkanmışsa siyasi partiler AİHM’ye gitmelilerdi.
Bu korkaklıktan, cesaretsizlikten cesaret alan iktidar geçtiğimiz günlerde bu kez, bir yasa maddesiyle mühürsüz oyları “geçerli” kıldı. Yasalaştırdı. Böylece bundan sonraki seçimlerde hilenin önü de açılmış oldu.
Artık canı isteyen mühürlü, canı istemeyen mühürsüz oy kullanacak ve Anayasa paspas gibi çiğnenecek…
Geçmişte, 16 yıllık AKP döneminde çok seçim hilesi yapıldı.
Işıklar söndürüldü. Oy pusuları çöplerden toplandı. Afgan, Suriyeli mültecilere oy kullandırıldı.
2011 seçiminde yasanın öngördüğünden 19 milyon fazla oy pusulası bastırıldı. Parmak boyası kaldırıldı. Bunun tek nedeni, aynı kişiye daha çok oy kullandırmaktı…
Hepsinden önemlisi AKP, yine Meclisteki çoğunluğuna dayanarak, 2009’da bir gece yarısı kararı ile vatandaşların seçim yasasında önemli bir değişikliğe gitti. Seçmen kütüklerini hazırlama görevini Nüfus Ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne verdi. YSK’dan aldı.
Şimdi artık seçmen sayısı üzerinde her çeşit değişiklik yapılabilir. Rakamlar, azaltılıp çoğaltılabilir…
Nitekim geçmiş yıllarda, bir seçimde 42 milyon olan seçmen sayısı, bir başka seçimde 48 milyona çıkmış ve 6 milyon gibi küçümsenmeyecek bir fark doğmuştu. Bunun nedenini o günden bu yana kimse açıklayamadı. Kimse de sormadı. Muhalefet sadece seyretti, sonucu kabullendi.
Gerçek bir muhalefet böyle mi yapar, böyle mi yapmalıydı? Demokratik bir ülkede yer yerinden oynardı… Bütün bunları niye yazıyorum? Şunun için yazıyorum:
Önümüzde çok önemli seçimler var. Türkiye için bu “Olmakla, olmamak arasında bir olay…” Bu tarihsel dönemeç, Atatürk’le Vahdettin’in, Cumhuriyetle hilafetin, şeriatla laikliğin mücadelesi kadar önemli bir dönemeçtir. Kimse bu gerçeği görmezlikten gelemez. Kimse “Bana ne vatandan, ben çıkarımı düşünürüm. Koltuğumu kaptım mı, sorun biter…” diyemez.
Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu mücadele, ilgisizlik, vurdumduymazlık, nemelazımcılık yüzünden kaybedilemez. Geçmişte yapılan seçim hatalarının bir daha yapılmaması için şimdiden kollar sıvanmalı, önlemler alınmalı, yanlışlar, eksiklikler bir bir ortaya konmalı, araştırılmalıdır.
Gerekirse, demokrasiye, çağdaşlığa aykırı seçim yasalarının iptali için yerli ve uluslararası yargı kurumlarına başvurulmalıdır… Burada bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim.
2010 yılında Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesiyle, güçlü bir çekim merkezine dönüşen CHP’ye seçmen desteği son yirmi yılın en yüksek düzeyine ulaşmıştı. İlk kez yüzde 30’ların üstüne çıkmıştı.
Ne var ki seçimlere yaklaşıldıkça, çeşitli konularda hatalar yapılmış, oylar yüzde 25,9’lara düşmüştü. Şimdiye dek bu rakamın üzerine de pek çıkılmadı.
Neydi bu hatalar?
Kemalizm, laiklik, türban, tarikatlar, cemaatler, Dersim gibi konularda yanlış tavırlar sergilenerek, Atatürkçülükten tavizler verilmişti. Bu nedenle Kemalist kadrolar partiden uzaklaşmıştı.
2010’larda, 11’lerde bu konularda eleştiri, uyarı yazıları yazmıştık. Dinletememiştik. Sonuç hüsran olmuştu. Önümüzdeki seçimlerde anketler hayli olumlu. Bunu çok iyi değerlendirmek gerekir şimdi.
BU ORTAMDA BİZİM TAVSİYEMİZ ŞU: Eğer seçimleri kazanmak istiyorsak, her şeyden önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun ilkelerine, Cumhuriyete, laik düzene sahip çıkmalıyız. Sonra da sandık namusuna sahip çıkmalıyız. Oylarımızı namusumuz, şerefimiz gibi korumalıyız.
Seçim hilelerine asla izin vermemeliyiz. Sonuçları önce belgelemeli, sonra da gerekli yerlere teslim etmeliyiz ve sonuna dek oy sayımını izlemeliyiz.
ASLA, AMA ASLA VAKTİNDEN ÖNCE SEÇİM ALANINI TERKETMEMELİYİZ. GEREKİRSE SABAHA DEK GÖREV YAPMALIYIZ…
HİLELERE KARŞI DİŞE DİŞ MÜCADELE VERMELİYİZ. KORKMADAN, ÇEKİNMEDEN…
Bir yanıt yazın