KKTC “MUTLU” İMİŞ!
Hüseyin MÜMTAZ
Dünyaca ünlü malûm coğrafya dergisine öykünerek Türkiye’de de daha büyük boyutta bir benzerinin (tercümesinin değil) uzun süredir yayınlanmakta olduğunu biliyorsunuz.
Son sayısının kapağında, “Anadolu’daki Orhun” olarak bildiğim muhteşem Ahlat mezar taşlarının fotoğrafını, üstelik bir de “Karpaz” alt başlığını görünce hemen aldım.
Ve büyük hayâl kırıklığı…
Çünkü yazı Ahlat’dan başka her şeyi anlatıyor.
Keşke kapağa Türk Mezar taşlarını değil de, geyik boynuzuyla başlayıp sayfalar süren yabancı alfabeli aşk destanının o sayfalar süren fotoğrafını koysalardı.
Satılmazdı değil mi? O zaman okuyucuyu neden kandırıyorsunuz?
Karpaz/Kıbrıs yazısında da sanki sabah televizyonlarının müptezel aşk/magazin/dedikodu programlarını seyrediyor gibi oldum.
Saçma bir Paleolog efsanesiyle başlayıp, “eşek maması” ile bitiyor.
Yâni Kıbrıs’a yolunuz düşerse, canınız da havuç isterse sakın “havuça havuç” demeyin, kimse anlamaz, demeye getiriyorlar. Çünkü dünyaca meşhur “hür Karpaz Eşekleri”ne turistlerin yedirdiği en lezzetli ürün havuçmuş, da “eşek maması” diye satılıyormuş.
Allah’tan “Tatlısu Ot Festivali”ni fark etmemişler… Kim bilir “ot”u neresinden tutup, nasıl anlatacaklardı?
Kıbrıs’ta işler karmakarışık, bildiğiniz gibi değil.
Siyasetten bahsetmiyorum bu sefer.
Uzun bir süredir sanki her şey “kâr” üzerine kurulu.
“Kâr”, o ilk aklınıza gelen “hâne”yle ilgili değil ama onu da içeren üç ayaklı bir kavram Kıbrıs özelinde.
Kumarhane, Üniversite ve gece kulüpleri…
“İkisini anladık da Üniversite onlarla nasıl aynı kefede tartılıyor?” diye sorabilirsiniz.
Önce bir Nijeryalı “öğrenci” öldürüldü, sonra Belarus bir “hayat kadını” -kendi kendine- öldü.
Ve sonra “Kumarcılar Hanı”… Ölmedi ama pat diye gündeme oturuverdi.
Sondan başlayalım.
Lefkoşa’nın en güzel yerinde Osmanlı’dan kalan üç Han var (dı).
Büyük Han, Deveciler Hanı ve Kumarcılar Hanı.
Deveciler Hanı 60’lı yıllarda yıkıldı. Şimdi yerinde paralı, harabe, çöplük yuvası bir otopark var.
Büyük Han günün her saatinde güzel, çok güzel, en güzel. Keyfinizin hangi demindeyseniz, ister kahve için, ister çay, ister bira.
Kumarcılar Hanı uzun yıllardır harabe idi. Yıllar süren onarımdan sonra nihayet yenilendi, epey bir süre boş kaldı, yavaş yavaş şenlenirken de “iyi saatte olsunlar” devreye girdi.
“Kumarcılar Hanı” olmazmış, yakışmazmış, Osmanlı’da kumar mı oynanırmış!
Osmanlıda neler yapılmazdı ki!
Önerilen “Hımarcılar Hanı” veya “Humarcılar Hanı” isimlerini duyunca hiç şaşırmadım ve “çakma” anlamlarını da asla merak etmedim.
Aynı kafanın kuzey versiyonu, Celal Güzelses’in ünlü “Bahçada yeşil hıyar” türkü sözlerini de “Bahçada yeşil çınar” diye değiştirmemiş miydi?
“Vardar Ovası”nda “Kazanamadım rakı parası” sözü zamanın muktedirleri tarafından “Kazanamadım sıla parası” şekline sokulmamış mıydı?
“Kumarcılar” ismine itiraz edenler 100 metre yakınındaki Saray Otel’imiz, eski, tek, yegâne otelimizin “Casino”sunun farkında değiller mi?
Onun içinde ne yapıldığını zannediyorlar?
Ya 50 metre, 10 metre yakınlarındaki “betofis”lerin?
Adı bet/ofis olunca, üstelik sanal âlemde bilgisayardan da oynanınca “kumar” değil de “humar” mı oluyor?
Yâni adını “Bet’ciler Hanı” diye değiştirsek kabul mü?
Başka bir nokta daha var. Dedikodular çıkınca ismiyle müsemmâ Aziz Kent diyor ki; “Mal benim, isim benim, kime ne?”.
“8 ayrı ülkelerde yaşayan hissedarların hisselerini alarak yüzde 75’ini sahiplendim, yüzde 25’i ise rahmetli Behzat Ailesinin” diyen Kent ”35 sene bu restorasyon için uğraştım” diyor.
Yıllardır hanı harabe halinde bırakan Vakıflar İdaresi, kendi mülklerinde kiralanan kumarhaneleri görmeyip de on(g)arılan Han’ın isminden mi rahatsız oluyor?
Yıllardır sendikal faşizmin kirasında bulunan Dome Otel de Vakıfların mülkiyetinde değil mi?
Gece sabahlara kadar kulakları sağır eden buzukili rumca kahkahalar gelmiyor mu Dome denizinden?
Dome’un “casino”sunda dombala mı oynandığını zannediyor Vakıflar?
Dünyanın başka neresinde sendikanın kirasında olup işlettiği kumarhane/otel vardır?
Ve “KIBRIS, LAS VEGAS OLUR MU?” tartışmaları ne yazık ki ciddi olarak gündemdedir.
www.milliyet.com.tr/kibris-las-vegas-olur-mu-/cadde/ydetay/2521236/default.htm
Üniversitelere bakalım mı?
350.000 kişilik KKTC bir üniversite cennetidir.
Şu anda tam 14 faal üniversitenin yanısıra 27 tane de başvuru veya önizin alınmış olanı vardır. Türkiye ölçülerine göre bile üniversite açması mümkün olmayan çevreler hemen KKTC’ye koşar. Bu tabela üniversiteleri daha kuruluş aşamasında “internetten” 3’üncü dünya ülkelerine “pazarlanmaya” başlanır. Öğrenciler uçaklara doldurulup adaya getirilir ve 50 kişilik sınıflara doldurulan her bir öğrenciden 10 bin dolar alınır.
Bir kere kayıt yaptıran öğrenci de okumayıp öğrencilikten başka her türlü kirli işle uğraşır. Üniversite “kayıt”ta aldığı paraya bakar, öğrencinin derslere “devam”ıyla ilgilenmez.
KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti dışında yaklaşık 120 ülkeden öğrenci olup, “yabancı” uyruklu olarak en yüksek sayı 7 bin ile Nijeryalılara aittir.
Problem de burada başlamaktadır.
Bir süre önce Nijerya Büyükelçisi kuzeye geçerek mafya-çeteleşme-kara para aklama konularında yetkilileri uyarmıştır.
Nijerya Büyükelçisi Doğu Akdeniz Üniversitesi yetkilileriyle görüşerek suça yönelik 500 kişilik öğrenci listesi vermiştir Adı verilen bu öğrenciler okula da devam etmeyip ülkede kaçak olarak dolaşmaktadırlar. Mağusa’da bıçaklama, balkondan atma, uyuşturucu olayları gündelik hale gelmiştir. Lefkoşa’da da başka bir üniversite hakkında Pakistan istihbarat birimi insan kaçakçılığı ihbarı yapmıştır. İnsan kaçakçılığı, organ mafyası, fuhuş ve uyuşturucu yuvası kaynaklı para kazanma hırsı yüzünden toplum yapısı çökme noktasındadır.
KKTC’de 2016-2017 öğretim yılında KKTC Üniversitelerinde, 7000 Nijeryalı, 1800 Zimbabweli, 1900 İranlı, 1800 Suriyeli, 1700 Ürdünlü, 1100 Libyalı, 1100 Iraklı, 950 Filistinli, 600 Mısırlı, 475 Kazakistanlı ve 52.135 Türkiyeli olmak üzere toplamda 70 bin 560 öğrenci eğitim ve öğretim görüyor.
KKTC üniversitelerinde öğrenim gören 70 bin 560 öğrenciden 3 bin 199’unun Hepatit B, 762’sinin ise Hepatit C hastası olduğu tahmin ediliyor.
Nijerya’dan gelen ve KKTC’de öğrenci olarak yer alan kişilerin dikkat çeken bir başka eylemi ise “uluslararası para transferi” üzerinden Nijerya’ya para göndermeleri.
Öğrenci kimliği ile adada bulunan bir grup Nijeryalı’lar memleketten para beklemeleri gerekirken ülkelerine “kaynağı meçhul” yüklü miktarda para göndermektedirler.
Nijeryalı “öğrenciler” uluslararası para transferini kullanarak kara para aklıyorlar.
Belli isimler, 3- 5 gün arayla, 5 bin, 8 bin, 10 bin dolar gibi miktarları Nijerya’ya gönderiyor.
Aslında bana öyle geliyor ki, Nijerya’lıların adı çıkmış… Yukarıdaki “faaliyetlerle” diğer ülke vatandaşı öğrenciler de uğraşıyor. Öğrencilikten başka her “işle” uğraşıyorlar.
Kafanız karıştı, değil mi?
Durun daha bitmedi.
Bayıltan üçlünün üçüncü ayağına, adının evrim geçirmiş şekliyle “gece kulüpleri”ne geliyoruz.
350.000 kişilik KKTC’de 38 gece kulübü, 336 “kayıtlı” konsomatris vardır.
Bir gece kulübünde konsomatris olarak çalışan Belarus uyruklu Volha Viarbouskaya’nın (26) ölümünün ardından başlayan ‘seks köleliği’ tartışmalarıyla ilgili konuşan Sağlık Bakanı Filiz Besim, Gece küplerinin ya kapatılacağını ya da yasallaşacağını belirterek; “Bu bir utançtır. Ortada seks köleliği var” demiştir.
Fazla yorum yapmadan son bir haftada yerel gazetelerdeki konuyla ilgili yayınlanan bazı yorumlara atıf yapacağım;
“Her yer fuhuş, her yer –karhane-…”
“-Kar-haneler de olmasa!”
“Gece kulüpleri müşterilerinin çok büyük çoğunluğu evli erkeklerdir…”
.
“Yüz binlerce turist ülkeye para karşılığı sevişmeye mi geliyor?”
….
Evet, bu memlekette 350 bin kişi yaşıyor. Ama bu 350.000 kişilik memlekette;
a.“Casino” ya da “bet ofis” kılığında her apartman altında, her sokak aralığında, her caddede yuvalanan kumarhanelerin sayısını tam olarak bilmek imkânsız.
b. 14 faal üniversitenin yanında, sırada 27 tane de başvuru veya önizin alınmış olanı sıradadır.
“Para torbası” olarak görülen binlerce yabancı “öğrenci” her türlü kirli işin içindedir.
c. 38 gece kulübü, 336 “kayıtlı” konsomatris vardır.
Bunların devlete “getirisi” varmış, vergi veriyorlarmış.
Verilmesi gerekilenlerin tamamı devletin cebine giriyor mu zannediyorsunuz?
74’de “kurtardığımız” Kıbrıs’ın “yarısı” bu hallere 1990 sonrası gelmiştir.
Peki “biz” orada 1990 öncesi bunlar olmadan geçinemiyor muyduk? Fakirlikten, açlıktan yerlerde mi sürünüyorduk? Rum pasaportu olmadan dünyaya açılamıyor muyduk? Ercan “ucuz”du, Larnaka’ya ihtiyaç duymuyorduk.
Ve hayrettir, Avrupa Birliği’nin Sonbahar 2017-Eurobarometer sonuçlarına göre Kıbrıslı Türklerin yüzde 61’inin ‘hayatından memnun’ olduğu ortaya çıkmış.
(Geri kalan %39 neden “üzgün/mutsuz” acaba? Girne dağlarındaki havuzlu villalarını bırakıp “Leymosun Arnavut Mahallesi”ndeki triplex “residence”larına gitmeyi özledikleri için olmasın?)
Peki yarınlar için umut?
İşte burada işin içine kaçınılmaz olarak “siyaset” giriyor.
Başbakan diyor ki;
“Bölgesel kalkınmaya ulaştırılmasıyla ülkenin, kumar turizmiyle anılan bir yer olmaktan kurtulacağını” söylüyor.
“Bu şekilde kültürümüz, üretimimiz, insanımız ve doğamızla, başka bir turizm de mümkün, başka bir turizmle de var oluruz diyebileceğiz” diyor.
“Bizim cazibemiz kumar değildir. Bizim cazibemiz sanıldığı gibi sadece deniz kum güneş de değil. Bizim cazibemiz kimliğimizdir. Cazibemiz olan kimliğimizi ne kadar öne çıkarırsak, turizmde o kadar rekabet üstünlüğünü elde ederiz. O yüzden bu yöndeki çabalar son derece önemlidir. Çünkü biz kimliğimizle var olacağız, çünkü biz ürettikçe var olacağız” diyor.
Tamamen katılıyorum.
Eski CTP’nin, sosyalizm arkasına saklanmış Rumculuğuna yakın olmadığım gizli değildir. Fakat uzun iktidarları döneminde ülkeyi her türlü cinnetin yaşandığı yukarıdaki hâle getiren UBP’ye de okkalı bir “Osmanlı tokadı” yapıştırılması düşüncesindeyim.
UBP şapkasını önüne koyup düşünmeli, tez zamanda mutlaka yeni başkanını seçip kendisine çeki düzen vermelidir. 9 Mart 2018
Bir yanıt yazın