KIBRIS PAZARI YAZILARI (BİR İNCE SEVDA YÜREĞİMDE)

KIBRIS PAZARI YAZILARI (BİR İNCE SEVDA YÜREĞİMDE) - imagesCA1NR0GKKIBRIS PAZARI YAZILARI (BİR İNCE SEVDA YÜREĞİMDE)

Hüseyin MÜMTAZ

 

Uçak çoğu sefer olduğu gibi batıya doğru havalandı. Lefkoşa’nın üzerinden kuzeye döndü. Fakat ilk defa Beşparmaklar’ı en alçak yer olan Akatu Boğazı’ndan değil, inadına hemen hemen en yüksek yerden, Bufavento Manastırı hizasından aştı.

Dağın Kuzey yamacına geçer geçmez de Girne ve Lâpta göz kamaştırıcı güzelliği ile gözler önüne seriliverdi.

Yıllarca yaşadığım, en ince ayrıntısına kadar bildiğim sokaklara, köşelere, kıyılara, kıvrımlara bu sefer bulutların üzerinden (Kıbrıs’ta hiç bulut olmaz ki…) bakmaktan gene de alamıyordum kendimi.

“Ne aşklar yaşadım, sanki hiç yoktular”…

Kıbrıs’tan çoğu zaman uçak, bir büyük hata neticesi ender olarak ta feribotla, ne zaman ayrılsam, o an içimi kavuşmak değil, ayrılık hissi kaplar. Türkiye’de doğup büyüyen “ben” için oldukça enteresan bir histir bu.

Duyulan hüzün; deliliğin aklımda efil efil estiği gençlik yıllarımadır. Dünya’ya intizam vermeye kalkan ruh halimedir, hep az yaşanan aşklara, hiç doyulmayan sevdâlaradır.

O sevdâlar ki kaybetmediğim yıllar kadar uzak, ama istersem elimi uzatınca dokunabileceğim kadar yakındırlar.

Uçak hiç alışık olmadığımız bir açıdan ada’yı terk ediyordu. Kış güneşinin öğlen parlaklığında Güzelyurt Körfezi’ni gördük. Lefke’yi Yeşilırmak’ı ve daha öteleri.

Son üç günü Lawrence Durrell’ın, Bitter Lemons, “Acı Limonlar” adlı kitabı ile geçirmiştim. Durrell o kitabında Kıbrıs’ın 50’li yılların tadına doyulmaz bir gözlem ve dil kıvraklığı ile anlatır.

Hâlbuki 50’li yıllar Kıbrıs’ta şeytanla pazarlığa oturulan, değerlerin alt – üst olduğu, majestelerinin tacının artık pek de yükseklerde olmadığı yıllardır. Rum, Lozan’dan, Ada’nın kesin olarak İngiliz’e bırakıldığı tarihten itibaren yürüttüğü Enosis – Yunanistan’a ilhak çalışmalarını artık gizlememektedir, sokağa ve dağa dökmüştür. Görünürde esas hedefi majestelerinin yüksek komiseridir, ama bu kinden Türk’ler de paylarına düşeni alırlar.

Her köşe başında, gece yarısı çalınan her kapının arkasında, her ağaç ya da çalının ardında kuşku, şüphe, ölüm vardır.

Ben Kıbrıs’ta hep geçmişte yaşarım, geçmişi yaşarım. Buna bilhassa sur içinde, eski Lefkoşa’daki sokak isimleri de inanılmaz ölçüde yardım ederler. Orda sokak isimleri ilk konduğu yıllar öncesindeki gibi aynen yaşarlar. Toplumun genel kabulünü yansıtırlar. Türkiye’deki gibi her seçimden sonra yeni seçilen yeni partinin yeni belediye başkanının şahsî kaprisine göre her yıl yeniden değiştirilmezler.

Sokak isimleri bir şehrin tarihî hâfızasıdırlar, tarihidirler.

74’te Lefkoşa’nın, Rum’lardan yeni fethedilen bölümlerine ise kaçınılmaz olarak şehitlerin isimleri verilmiştir. Orada bile sokakların eski Rum isimlerini bilmek eğlenceli ipuçları verebilir. Meselâ Kızılay Mahallesi’nden Devlet Tiyatrosu ile Türk Maarif Koleji ve Şehit Hüseyin Ruso Orta Okulu’nun bulunduğu “Okullar Yolu” caddesinin eski ismi General Diğenis Caddesidir. Diğenis’in ki aynı zamanda Grivas’ın da kod ismidir, bir Bizans destan kahramanı olduğunu bilirseniz, tarihe ve “Okullar Caddesine” bakış açınız, meşrebinize göre pekalâ değişebilir.

Ben “Acı Limonlar”ı, gömlekle dolaşılan bir 19 Ocak Lefkoşa öğleden sonrası Mahmutpaşa Sokak’tan, Polis Sokağa dönünce hemen soldaki gazete-kitapçıdan aldım. Mahmutpaşa Sokak ilerde Arap Ahmet Camii’ne varmadan Müftü Ziyai Efendi Sokak’la kesişir. Sokağın ortalarında şimdi Spor Dairesi Müdürlüğü olan eski bina bir zamanlar TMT’nin lojistik desteğini karşılayan önce Refah Dairesi, sonra da Sosyal Yardım Dairesiydi. Biraz ilerde eski, panjurları kapalı bina ilk Lefkoşa Sancağı idi.

Neyse, o gün Türk ekonomi tarihinin en büyük döviz şoku yaşanıyordu. Sterlin birkaç saat içinde 32 bine çıkmıştı. Çarşıda panik havası vardı. Dükkânlar kapanmış, satışlar durmuştu. Genç ama miskin, bıkkın kitapçı pis ve düzensiz dükkânında herhalde hanımı ile beraber sayım yapıyordu. Umursamaz bir tavırla parayı aldı, kitap için bir naylon poşet uzattı. Yaptığı kitaba saygısızlıktı. Gençliğimizde Ankara’da en ince kitap bile özenle mutlaka kâğıda sarılırdı. Her kitapevinin özel baskılı ambalaj kâğıtları vardı.

Neden bilmem, dükkânın genel havasından ve kitapçıyla karısının hasmane bakışlarından (çünkü Türkiye Türkçesi konuşuyordum) Marksist olduklarını çıkardım.

“Polis Sokağı” KKTC Emniyet Genel Müdürlüğü’nün arka cephesini kapatır. O binalar Büyük Britanya Sömürge Valisi zamanında da Kraliçenin Polis Müdürlüğü idi. Bilhassa 55-56-57’li yıllarda alt katındaki hücrelerden işkence yapılan TMT üyesi nice Türk’ün çığlık sesleri gelirdi.

Ben Durell’in Kıbrıs’ın 50’li yıllarını anlatan kitabını işte böyle bir yerden aldım.

Ve kaçınılmaz olarak üç gün 50’li yılları yaşadım.

Uçaktan ilk defa Lefke’yi görünce de aklıma Pendaya’daki Cengiz Topel hastanesi geldi.

93 Aralığında bir gece bir vesileyle sabaha kadar o hastanede kalmıştım.

Kıbrıs’ın göğünün lâcivert olduğunu da sanki o gece fark ettim.

Televizyonda Beşiktaş – Fener maçı vardı.

……….

Topel Hastanesi hemen yakınlarındaki Lefke Bakır madenlerini işleten CMC (Cyprus Mines Corporation) tarafından 1930’larda, madenci ve mühendisler ile onların ailelerinin ihtiyacını karşılamak için yapılmış. Zaten Lefke – Ksero denince kaçınılmaz olarak CMC geliyor akla. CMC’nin, Ksero ve çevresine ayrıca Lefke – Karadağ’a yaptığı madenci evleri ile şimdi Lefke Üniversitesi olarak kullanılan binalara giden yola yaptığı mühendis evleri civarın sosyal havasını mühim ölçüde değiştirmiştir.

1975’te bir gece kocaman çam ağaçlarının hışırtıları arasında o mühendis evlerinin birinde bir gece geçirmiştim. Ev son derece basit fakat bütün ihtiyaçları karşılayacak şekilde inşa edilmişti.

Bir yıldan az bir zaman önce oraları ele geçirmiş Türk Ordusunun bir ferdi olarak her şeye küçümser bir ruh hâli ile ve her şeyden şüphelenerek bakıyorduk.

O evde de, majestelerinin bir maden şirketinin herhangi bir sömürgede mühendislerine yaptığı; mühendisini mahallî halktan oldukça ayıran, onlara hep üstün olduğunu hissettirmeye çalışan bir hava sezmiştim.

64’de pilot üsteğmen Topel’in uçağı Lefke yakınlarında düşürülür. Rum’lar paraşütle atlayan Topel’e işkence yapıp öldürürler. 74’te onun için, Lefke yakınlarındaki bu sömürge hastanesine Cengiz Topel’in ismi verilmiştir.

Hastahane tek kat, oldukça geniş bir araziye inşa edilmiştir. Akdeniz’in hemen kıyısında ve neredeyse 500 yıllık ağaçların altındadır. İki tarafı gökyüzüne kadar uzanan ağaçlarla çevrili dar bir asfalt yol Yeşilyurt-Ksero anayolundan ayrılarak sizi hastahaneye götürür. Yolun iki yanı oldukça bakımlı ve neredeyse Türk tarafının tek golf sahasıyla çevrilidir. Bilhassa tatil günleri Kıbrıs’ın o tadına doyulmaz erken çiğli sabahlarında sayıları hayli az İngiliz koloni mensupları hiç üşenmeden golf elbiselerini giyer, golf takımlarını alır ve o küçücük topun peşinden saatlerce delikten deliğe koştururlar. Başlıca müdavimleri sarhoş pilot eskileri, majestelerinin takma bukleli peruklu hâkim emeklileri veya sömürge memurlarıdırlar. Ama mutlaka eşleri ile gelirler. Sohbetler Yeni Zelanda ve Avustralya’dan Kanada’ya kadar geniş bir yelpazeyi konu edinir. Londra özlenir ama neticede Kıbrıs tercih edilir. İkinci Dünya Harbi Yılları, El Alemeyn cephesi yahut Hindistan hep ve daima fazla yer tutar.

Fakat eninde sonunda evlerin, 60-70 yaş yalnızlığına dönülür. Londra, El Alemeyn yahut Canberra çok gerilerdedir.

93 Aralığında bir geceyi o hastanede geçirdim. Hastabakıcı ve hemşireler sekiz saatte bir değişiyordu. Doktorlar ise 24 saat nöbet tutuyordu. Erkekler, kadınlar ve çocuklar için ayrı koğuşlar vardı.

Doktor, istirahat odasındaki TV’de Beşiktaş-Fener maçını seyrediyordu. Fener son dakika golüyle 2-1 yendi ve Galatasaray ile arasındaki farkı 3 puana indirdi. Erkekler koğuşundaki hastamın yanından arada bir koridora çıkıyor, maçı dinliyordum.

Akşam 9’dan sonra koridor ve hastahane iyice sessizleşti. El ayak çekildi. Tabelâlardaki Türkçe yazıların altında İngilizce asılları hâlâ okunuyordu. İkaz lâmbaları, konsollar, o despot düzen inanılmaz bir ısrar ve inatla ve düzenle çalışıyordu.

Gece 1’de bahçeye çıkıp gene Kraliçe Viktorya stili bir banka oturdum. Islaktı. Çiğ basmıştı. Aralık gecesi ama gökyüzü lâcivert ve yıldız doluydu. Üzerimde ise sadece ince ve kazak vardı.

Sabahın hemen olmasını, Girne’ye Lefkoşa’ya gitmeyi özledim. Durell’in insanların arayacaktım. Hâttâ Magosa’ya, Limasol’a, Baf’a gitmek için inanılmaz bir arzu uyandı içimde. Trodos’un üstündeki radarın ışıkları çok yakındı.

55’leri, 63’ü, 67’yi, ille de 75’i aradım.

Akdeniz’in ortasında bir adada idim ama Akdeniz’in uzak kıyısında başka limanları düşündüm.

Karadeniz’e dönmek için dayanılmaz bir arzu uyandı içimde, burnumun direği sızladı.

Aralık ayında Akdeniz sıcaktı, Karadeniz soğuktu, Karadeniz’de yağmur yağıyordu.

Ama ben kaçınılmaz olarak, Karadeniz kıyısındaki limanlara yanaştım.

TÜRK EDEBİYATI. MART 1994

 

KIBRIS PAZARI YAZILARI (BİR İNCE SEVDA YÜREĞİMDE) - imagesCA1NR0GK

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir