Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
El Hula… İnsanlığın, İslam coğrafyasında bir kez daha iflas etti(rildi)ği adres! El Hula; hedefi “belli”, faili “meçhul”, zamanlaması ise oldukça düşündürücü sistematik bir katliam. El Hula; İslam dünyasındaki gaflet, delalet ve ihanetin son adı. El Hula; amacın “üzüm yemek” olmadığı, insanlık dışı bir “bağcı operasyonu”…
El Hula; daha fazla ölü üzerinden bir takım iğrenç hesapların yapıldığı, faillerin anlamını yitirdiği, buna karşılık hedefin ön plana çıkartıldığı bir “katiller operasyonu”. Tarafların kim olduğundan ziyade, bundan sonraki süreçte yaşanacak olası gelişmeler ve Türkiye boyutu itibarıyla Suriye krizindeki bir kırılma noktası. Dolayısıyla El Hula, kıyamete doğru Ortadoğu’da “topyekun bir savaş”ın “kanlı” habercisi…
Bunu ben söylemiyorum. Birleşmiş Milletler (BM)’in Suriye özel temsilcisi Annan böyle buyuruyor. Öncülük ettiği planın Suriye’de şiddeti durdurma konusunda yetersiz kaldığını kabul eden özel temsilci, Arap Birliği üyeleriyle görüşmek üzere gittiği Doha’da, Esad’ın sözleriyle yaptıklarının birbirine uymamasından sıkıntı duyduğunu dile getiriyor ve sorunun ülke dışına yayılabileceği uyarısında bulunarak; “Hedeflerimizden şaşmamamız gerekiyor. Öldürme olayları durdurulmalı, siyasi geçiş sağlanmalı ve vurgulayarak söylüyorum, krizin komşu ülkelere sıçramaması sağlanmalıdır. Bunun için uluslararası toplumun ortak hareket etmesi gerekir.” diyor. Annan, ayrıca, Suriye’de tehlikeli boyutlarda mezhepler arası çatışma ortamının oluştuğuna da dikkatleri çekerek, meselenin bam teline dokunuyor.
Bunun öz Türkçeye tercümesi şu: 1. Amaca ulaşılmıştır, Suriye kıvama gelmiştir; 2. İç savaş patlamak üzeredir, etnik-mezhepsel boyutta bölgesel bir savaş için tüm koşullar tamamdır; 3. Bu gidişle, Suriye’ye müdahale kaçınılmazdır, Esad’ın sonu yakındır.
Burada Ankara’ya yönelik ince göndermeyi de göz ardı etmemek gerekiyor. Buna göre: 1. Baskıyı daha da arttır; 2. Bu işten caymayı aklının ucundan bile geçirme, yoksa bu iç savaş seni de mezhepsel boyutta vurur; 3. Orduyu hümayunu sefere hazırla.
Peki, bu iş gerçekten bu kadar kolay mı? Suriye’ye yönelik bir operasyon bu kadar yakın mı? Esad, abbas mı? Gitmez ve bir iç savaş çıkarsa, o zaman bizimkiler Şam yolcusu mu?
Öncelikle şunu söylemek lazım, Suriye buhranı küresel, bölgesel ve yerel bazda “tam mutabakatı” gerektiren bir krizdir. Bir diğer ifadeyle, BM Güvenlik Konseyi’nde öncelikle Rusya ve Çin’in ikna edilmesini gerektirmektedir.
Bu o kadar kolay olmamakla birlikte, bu iki ülkenin doğrudan (bir takım pazarlıklar, satışlar) ya da dolaylı (bu ülkeler üzerinde terör vb. eylemlerle baskı yaratma) yöntemlerle bir şekilde ikna edildiğini (11 Eylül sonrası Afganistan örneğine olduğu üzere) farz ettiğimizde bile, bunun “tam mutabakat” açısından yeterli olmayacağını, tarihsel deneyim-örnekler bazında burada rahatlıkla iddia edebiliriz.
Dolayısıyla, bölgesel anlamda bir mutabakat da kaçınılmazdır ki, bu doğrudan doğruya İran ve Şii eksenine işaret etmektedir. Bu da Tahran’daki mollaların ikna edilmesini gerektirmektedir. Aksi takdirde Suriye operasyonu; bölgesel boyutta İran-Irak-Lübnan’ın da içinde yer aldığı bir savaşa dönüşür. Yani, NATO veya başka güçler burada sadece Suriye ordusu ya da rejimin askerleri ile çatışmaz. Ayrıca, olası bir savaşın sadece bu ülke toprakları ile sınırlı kalmayacağını da görmek lazım.
Yerele gelince… Özellikle meseleye Türkiye boyutundan baktığımızda, Türk kamuoyunun böylesi bir savaşa nasıl tepki vereceği, açıkçası tartışmalıdır. Bununla ilgili yakın tarihimizde bir kaç örnek söz konusudur.
Bunların başında Kore Savaşı gelmektedir. Kore, İslam coğrafyasının dışında olmasına ve düşman taraf Müslüman olmamasına rağmen halen günümüzde bir çok kesim tarafından zaman zaman tartışılmakta ve özellikle de emperyalizm boyutuyla ön plana çıkartılmaktadır. İkinci örnek, Kıbrıs Barış Harekatı’dır. Hiç bir şekilde tartışma götürmemektedir; müttefik kamuoyları ve onların içimizdeki bazı uzantıları hariç! Son örnek ise, Özal ve sonrasında Irak’a yönelik müdahale girişimleri ve Afganistan’dır. Halen tartışılmaktadır…
Bir diğer tartışmalı (tartışılması gereken) mevzu ise, yeniden yapılandırılan Türkiye’nin inşa sürecinde iktisadi, siyasi ve iç güvenlik boyutuyla bu tür bir savaşa ne kadar hazır olduğudur. Bir diğer ifadeyle; yeni anayasa, başkanlık sistemi, kürtaj, zam vb. konularda bile içeride tam bir mutabakatın sağlanamadığı bu ülkede halk, savaş konusunda ne dereceye kadar ikna edilebilecektir? PKK terör örgütü ile mücadele noktasında eleştirilen bir ordu, bundan sonraki süreçte hangi moral-motivasyon ile harekete geçirilebilecektir? Hatta, bu savaşın haklılığı konusunda vicdanlar ne kadar rahattır? Bu asil millet üzerinde oluşacak farklı algı ve imajların önüne nasıl geçilebilecek, bunun vebali nasıl üstlenilecektir?
Bir yanıt yazın