KIBRIS PAZARI YAZILARI (KIBRIS’IN GÖĞÜ LÂCİVERT)
Hüseyin MÜMTAZ
Önce bir sonu… Bir asfalt yolun, Karadeniz’de mi, yoksa Kıbrıs’ta mı olduğunu nasıl anlarsınız?
Cevap… Asfalt pürüzsüz ve dümdüz ise ve iki yanında yerlere greyfurtlar dökülmüşse Kıbrıs’tadır, değilse Karadeniz’de.
Şaka bir yana Karadeniz sahilinde seyahat ederken dağların tepesini hep dumanlı görürsünüz. Bulut, sis, ıslaklık, rüzgâr ve deniz serpintisi bu manzaranın vazgeçilmez fırça darbeleridir. Karadağ, Tamzara veya Kaçkar’ların üzeri bulutsuz ise sanki bir şeyler eksiktir.
Uçak Ercan’a indiği zaman; ince pardösü, kasket ve kaşkolümüzün, birden fazla geldiğini hissettik. Aralık ayının altısı ve uçak yarı yarıya boş idi. Üç-beş dakikada gümrükten geçtik. Pasaport yok, toplu konut fonu yok… Nüfus kâğıdı ile sanki Konya’ya gidiyor gibi gidebiliyorsunuz Kıbrıs’a.
Bize Güzelyurt’a götüren arabada önce kasketimizi çıkardık, sonra kaşkolümüzü. Nihayet pardösünün önünü açtık. Karşılamaya gelenler ceket ile idiler ve halimize gülüyorlardı. Akşamüzeri onaltı sıralarıydı, görünürlerde tek bulut yoktu ve güneş kavurucu bir şekilde yakıyordu.
Ercan’ı Güzelyurt’a bağlayan kırkbeş dakikalık yol geniş, pürüzsüz, yamasız, sarsıntısız bir asfalttı. İster istemez gene Karadeniz’deki asfaltları hatırladım. “Eski Ford” demeyelim çünkü Kıbrıs’ta başka mânalar çağrıştırıyor, ihtiyar Ford bile o yolda keyifle ve sarsılmadan süzülüyordu. Yolun iki yanında yerlere dökülmüş greyfurtlar vardı. İçimden güldüm. Bir gün önce Moloz’daki manavlarda kilosu on lira idi, burada; ihraç için Magosa’ya kasalarla taşıyan kamyonlardan yollara dökülmüştü ve kimse dönüp bakmıyordu.
Kış akşamı erken ve âniden geldi. Önce Lefkoşa Ortaköy fırınında durup tahinli pide, çörek ve tuzlu fıstık aldık. Gönyeli kavşağında yakaladı bizi alacakaranlık. Güneş artık Yeralakko üzerinde bir yerlerde batmıyor.
Hayâlsiz kaldım…
O kadar çok yeni inşaat yapılmış ve yapılıyor ki, Gönyeli’den bakınca Yeralakko’yu falan göremiyorsunuz.
Birden farkına vardım.
Kanlıdere, Grammer School hep 74’lerde, hadi hadi 83’lerde kalmış. Şimdi yepyeni bir dünya, yepyeni bir Kıbrıs var. 74’de doğan çocuklar artık askere gidiyor.
Trodos’un üzerinde de kar vardı ve güneş, Rodos’a, Girite doğru gitti. Kayboldu.
Gece kapkaranlık ama pırıl pırıl geldi.
Kıbrıs’ta gök yakın, gök renkli, yıldızlar kocaman, ışıl ışıl ve elinizi uzatınca yakalayabileceğiniz kadar hemen yanınızda.
Gecenin renkli ve aydınlık olması; gündüz güneşe, gece ise yıldıza ve ay’a hasret bizler için ne büyük, ne çarpıcı değişiklik!..
Gece, yastığa başımı koyduğum zaman derin, koyu bir sessizlik fark ettim. Şehir içinde idik ama hiç gürültü yoktu. Yalnız hafif bir rüzgâr ve bu rüzgârın salladığı, bahçedeki en az 60-70 yıllık çamların hışırtısı!…
Kıbrıs’ta nüfusun yüzde yirmisini 74’den sonra Anadolu’dan göç edenler, bunların büyük çoğunluğunu da Karadeniz’liler teşkil ediyor.
Benim bir gün içinde yaşadığım son derece yoğun; güneş-yağmur, nem-kuruluk çelişkili hislerini 74’den bu yana, 19 yıldır herhalde artık kanıksadılar unuttular, oralı oldular. Karadeniz artık çok uzak onlar için…
On gün sonra uçağım Ercan’dan havalanırken kazaklı idim. Havaalanı’nın hemen yanından itibaren mevziler, avcı boy çukurları, irtibat hendekleri ile Rum tarafına doğru köstebek gibi oyulmuştu toprak.
Lefkoşa pırıl pırıl bir güneş altında idi. Yükseldik. Beşparmakları Girne üzerinden aştık.
Ankara’da kar ve buz vardı. Trabzon’da ise yağmur yağıyordu.
BİRLİK DERGİSİ. OCAK 1994
Bir yanıt yazın