Malum; 28 Şubat Davası devam ediyor. “Dalga” adı verilen operasyonlarla, 28 Şubat sürecinde bir şekilde etkisi olanlar ve kıyısından köşesinden bu sürece bulaşanlar peş peşe evlerinden alınıp yargı önüne çıkarılıyorlar. Bana göre de ülkemiz demokrasisi için umut verici bir gelişmedir bu dava. Ancak her zaman dediğim gibi bu konuda son derece hassas olmakta fayda var. En başta bu dava intikam görüntüsü verecek bir hale sokulmamalı ve yargılama sırasında, 28 Şubat 1997 günü alınan MGK kararlarına gelinceye kadar özellikle sivil cenahta yaşanan süreç asla göz ardı edilmemelidir.
28 Şubat kararlarının alınmasında bir şekilde etkili olanlar, bu kararları “Post Modern Darbe” ve “Demokrasiye Yapılan Balans Ayarı” olarak nitelendirmişlerdir. Bunun karşılığında, bugün devam eden dava ise kimilerince “Darbecilere yapılan demokrasi ayarı” olarak nitelendirilmektedir. Umarız ve dileriz ki; mahkeme safahatı, darbecilere bu ayarın verilmesi anlayışıyla devam eder ve aynı anlayışla neticelenir.
Davanın açılmasıyla öğrendik ki; bu darbenin adını “Post Modern Darbe” şeklinde koyan kişi dönemin kudretli generali Genel Kurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir değil, Genel Kurmay Genel Sekreteri Tümg. Erol Özkasnak’mış(1). Bilinenin aksine, dönemin Bayan İç İşleri Bakanı Sayın Meral Akşener’i, bakanlığın önünde yağlı kazığa oturtmakla tehdit eden de yine bilinenin aksine Org. Çevik Bir değil, Tümg. Çetin Saner’miş(2). Dolayısıyla en azından bu iki konuda Org. Çevik Bir’in günahı boş yere alınmıştır…
Sayın Meral Akşener’in bu ismi bugüne kadar neden açıklamadığını anlayabilmiş değilim ama kendisini yağlı kazığa oturtmakla tehdit eden Çetin Saner’e vermiş olduğu cevap, sanırım demokrasi tarihimize geçecek türdendir. Rivayete göre; Sayın Akşener, şöyle cevap vermiş “Yağlı Kazık” mesajını getiren aracı vasıtasıyla ilgili generale: “Söyleyin ona, ben Balkanlıyım. Kazık deyince aklıma Balkanlı olan Kazıklı Voyvoda geldi. Kazıklı Voyvoda’yı da iyi tanırız. Ama unutulmasın ki, Kazıklı Voyvoda da bir homoseksüeldi”(3). Homoseksüel miydi bilmiyoruz ama Kont Drakula olarak da bilinen Kazıklı Voyvoda(Vlad Ţepeş)’nın, bir dönem Eflak (bugünkü Romanya) beyliğini yönettiğini ve düşmanlarını, özellikle de yabancı ülkelerden gelen elçileri kazığa oturttuğunu biliyoruz. Dolayısıyla Sayın Akşener, siyasi tarihimize geçecek derecede güzel bir niteleme yapmıştır. Kendisini kutluyoruz…
28 Şubat ve General İsmail Hakkı Karadayı
28 Şubat Davası kapsamında yaratılan her dalgada akıllara gelen soru “Acaba tutuklananlar arasında dönemin Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı da var mı?” ya da “İsmail Hakkı Karadayı’ya neden dokunulmuyor?” sorusudur. Bugüne kadar toplam dört dalga operasyon yapıldığı halde General Karadayı’ya dokunulmuş değildir çünkü. Sıra ona da gelir mi bilinmez. Ancak en azından tanık sıfatıyla bilgisine başvurulacağı kuşkusuzdur.
Bilindiği gibi; Türkiye’nin 22’nci Genel Kurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı, 30 Ağustos 1994 yılında Genel Kurmay Başkanı olmuş, 30 Ağustos 1998 tarihine kadar da bu görevini devam ettirmiştir. Yani o, 28 Şubat sürecinin tam da göbeğindeki bir adamdır.
28 Şubat Davası kapsamında Sayın İsmail Hakkı Karadayı tutuklanır mı tutuklanmaz mı ya da Sayın Karadayı bu süreçte nasıl bir rol oynadı bilmiyoruz. Bunu araştırmak ve ortaya çıkarmak bağımsız Türk Mahkemelerinin görevidir. Onun askeri kişiliği de şimdilik bizi ilgilendirmiyor. Dolayısıyla biz, bu yazımızda insan olarak Sayın Karadayı hakkında dilimizin döndüğü kadar birkaç kelime etmek istiyoruz.
Öncelikle belirtelim ki; İsmail Hakkı Karadayı Çankırılıdır. Merkeze bağlı Karadayı köyünden. Zaten soyadını da köyünden almıştır. Dolayısıyla kendisiyle hemşeri oluyoruz. 1994 yılında Genel Kurmay Başkanı olunca, Çankırı’da adeta milli bayram ilan edildiğini hatırlıyorum. Her taraf bayraklarla, pankartlarla ve Karadayı posterleriyle donatılmıştır. Adına “Marş” bestelenen kaç kişi vardır bilmiyorum ama Çankırılılar biricik paşaları adına marş bile bestelemişlerdir. Sözlerini Çankırılı Şair Muharrem Demirbaş’ın yazdığı, bestesini ve düzenlemesini yine Çankırılı Emekli Bando Astsubayı Ahmet Ünlü’nün yaptığı “Karadayı Marşı”nın sözleri şöyledir:
Ülkemin güveni size sunuldu,
Bu millet sizinle el ele paşam.
Mehmetçik sınırda sabah ve akşam,
Ordumuz bir çakıl taşını vermeyiz paşam.
Kutlu olsun paşam kutsal görevin,
Zaferlerle dolsun yüce ödevin,
Esaret korkuyu bilmeyiz paşam,
Ayyıldız güneşiz sönmeyiz paşam.
Hepimiz bu yurdun bekçileriyiz,
Uğrunda can veren şehitleriyiz,
Bir karış toprağa bin can veririz,
Biz asil milletiz dönmeyiz paşam(4).
Çankırılılar biricik paşaları adına sadece marş yazıp bestelemekle kalmamışlar, onun adını şehirdeki cadde, sokak, okul ve sosyal tesis gibi çeşitli yerlere de vermişlerdir. İsmail Hakkı Karadayı hakkında söylenen şu sözler, aslında tekmil Çankırılının o tarihlerdeki ortak hissiyatını yansıtır gibidir:
“Mâzisi insanlık tarihi ile başlayan, zaferlerden zaferlere koşan, Talaslar, Dandanakanlar, Malazgirtler, Miryakefelonlar, Kosovalar, Mohaçlar, Çanakkaleler, Sakaryalar, Dumlupınarlar, Koreler, Kıbrıslar yaratan ve gerekirse daha nice altın destanlar yaratacak olan ‘Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya…
Sevgili Paşamız!
Siz, Çankırı’mızın ve yüce Türk Milleti’nin onur ve güven kaynağısınız. Bu onura ve güvene layık bir komutan olduğunuza inancımız tamdır. Atatürk ilke ve inkılaplarının yılmaz bekçileri olduğumuzu bir kere daha hatırlatır; ordu-millet anlayışı doğrultusunda yapmış olduğunuz asil görevinizde üstün başarılar dileriz…”(5).
Çankırılılar, Sayın İsmail Hakkı Karadayı’nın 28 Şubat 1997 tarihinde alınan MGK kararlarının altına imza koyacağını bilselerdi aynı şeyleri söylerler miydi emin değilim. Ancak aynı Çankırılılar, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına izin veren ve bu çerçevede sevgili paşalarına uzanma ihtimali de bulunan 28 Şubat Davası’nın yolunu açan 12 Eylül 2010 referandumunda %78 oranında “EVET” oyu kullanmışlardır. Bu oran, Türkiye’deki iller sıralamasında en yüksek oranlardan birisidir…
…
1994 yılı içinde oldukça kalabalık bir grup Çankırılı ile birlikte Sayın İsmail Hakkı Karadayı’ya “Hayırlı Olsun” ziyaretine gitmiştik. Sağ olsun paşa, bizi karargâhta büyükçe bir salonda karşıladı. Bize pasta ve çay ikram etti. Uzunca bir süre sohbet ettik kendisiyle. Benim Diyanet’te çalıştığımı duyunca bana ilk sorusu şu oldu Sayın Karadayı’nın: “Ömer Bey, bizim köyün camisine neden yardım etmiyorsunuz?”. Böyle bir soruyu beklemiyordum ve tabiatıyla şaşırmıştım. Bana göre; bir Genel Kurmay Başkanı’nın dinle, diyanetle ve cami ile ilgilenmesi olacak şey değildi çünkü! Ancak Sayın Karadayı, bırakın yakınındaki camileri, ta doğduğu köyün camisinin sorunuyla bile ilgileniyordu. Belli ki; Karadayı Köyü’nün muhtarı, köyün camisine yardım edilmesi konusunda kendisinden yardım istemiş, o da ilk fırsatta konuyu bize iletmişti. Kendisine “Paşam” dedim, “Bu konuyu Diyanet İşleri Başkanı’na iletirseniz talebinizi mutlaka değerlendirmeye alır ve gereğini yapar…” diye devam ettim. Bakışlarından vermiş olduğum cevaptan memnun ve mutlu olduğunu anlamıştım.
Sonraki zamanlarda Sayın Karadayı’nın, farklı ortamlarda hemşerileriyle zaman zaman bir araya geldiğini ve onları çeşitli zamanlarda makamında kabul ettiği biliyorum. Dolayısıyla o, Genel Kurmay Başkanı olmakla birlikte halkın içinden birisiydi. Görevi süresince de halktan hiç kopmamıştır. Kanaatime, daha doğrusu tahminlerime göre; Sayın İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat sürecinde, daha sonraki yıllarda Sayın Hilmi Özkök’ün oynamış olduğu role benzer bir rol oynamıştır. Yani bir anlamda firen görevi görmüştür. Eğer bu görevi ifa etmemiş olsaydı, kim bilir 28 Şubat Darbesi’nin rengi ve boyutu başka da olabilirdi. Çünkü bir rivayete göre bu süreci başlatıp sonuçlandıranlar “Gerekirse silah bile kullanırız” demişlerdir(6). Bana göre; Sayın Karadayı, karargâhta yalnız bir adamdı ve bu yalnızlığını zaman zaman hemşerileriyle bir araya gelerek kapatıyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse; General Çevik Bir ve General Erol Özkasnak gibi adamların, bazen üstleri olan Sayın Karadayı’yı hiçe sayarak öne çıkma çabaları sergilemeleri, General Osman Özbek’in dönemin Başbakanına hakarete yeltenmesi ve General Doğu Silahçıoğlu’nun zamanın Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak’la giriştiği heykel polemiği, Karadayı adına beni hep üzmüş ve öfkelendirmiştir. Bu adamların emir komuta zincirini hiçe sayan davranışları karşısında “Benim hemşerim neden gereğini yapmıyor? Bu generalleri kodu mu oturtsa ya…” dediğim çok olmuştur…
Sanırım dönemin Başbakanı Merhum Erbakan ile Sayın Karadayı arasındaki ilişkiler de gayet saygılı, ölçülü ve seviyeli idi. Bu sebeple olacak Merhum Erbakan, zaman zaman gazetecilerin “Askerlerle olan ilişkileriniz nasıl?” şeklindeki sorusuna “Süper” ve “Gayet tatlı” anlamında cevaplar vermiştir.
Geçen internette gezinirken rastladım. “Aydınlık” çevrelerinde yazılar yazan Hikmet Çiçek imzalı bir habere göre; Fethullah Gülen cemaati, Genel Kurmay Başkanı olduğu sırada Sayın Karadayı’ya “Hoşgörü Ödülü” vermek istemiş, ancak heyet, karargâhın kapısından geri çevrilmiştir(7).
Aynı habere göre, “Batı Harekât Konsepti” ve “Batı Çalışma Grubu” nun çalışmaları da dâhil olmak üzere; o dönemde hazırlanan bütün raporlar ve yapılan bütün planlar da Dönemin Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı‘nın emriyle hazırlanmıştır. Sebebi bilinmez ama “Aydınlık” dergisinin Karadayı takıntısının olduğu anlaşılıyor. Aynı dergi Karadayı’nın “Ergenekonun Bir Numarası” olduğuna ilişkin manşet bile attı geçenlerde. Dolayısıyla, 28 Şubat Davası kapsamında 4 tutuklama dalgası geride kalmakla birlikte Sayın Karadayı’nın hala tutuklanmamış olması Aydınlık grubunu bir hayli öfkelendirmişe benziyor!
Aydınlık Dergisi’nin Karadayı’ya “Hoşgörü Ödülü” verilmek istenmesi ile Karadayı’nın Ergenekon’un 1 numarası olduğuna ilişkin haberini yan yana getirince bu haberlerden en azından birisinin yalan haber olduğu sonucuna varıyoruz ki; bence yalan olanı Karadayı’nın Ergenekon’un bir numarası olduğuna ilişkin haberdir. Hoşgörü Ödülü verilmesine ilişkin haber eğer doğruysa (ki; adı geçen cemaatin tavrını dikkate aldığımızda doğru olabileceğini düşünüyoruz), heyetin karargâha girmesine izin verilmemesinden muhtemelen Karadayı’nın haberi bile yoktur. Çünkü halkla iç içe olan ve karargâhta birçok sivil insanı kabul edip ağırlayan bir adamın, böyle münasebetsiz bir muameleye bilerek ve isteyerek imza attığını düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda mutlaka bir koordinasyonsuzluk ve iletişim kopukluğu olmalıdır.
Bir başka önemli ayrıntı da, İsmail Hakkı Karadayı’nın, General Çevik Bir’in pasifize edilmesinin ve 1999 yılında Birinci Ordu Komutanlığı’ndan emekli olarak siyaset sahnesinin dışında kalmasının yolunu açtığı hususudur. Zira General Bir, 30 Ağustos 1998’de 1. Ordu Komutanı olmuş, bir yıl sonra da emekli edilmiştir. Oysa eğer istenilseydi, Çevik Bir, kısa sürelerle 1. Ordu ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı koltuklarında oturtulup teamüller yerine getirildikten sonra pek ala Genel Kurmay Başkanlığı koltuğuna kadar yükselebilirdi. Üstelik önümüzde cap canlı bir Necip Torumtay örneği duruyorken. Ancak hangi etkili güç istedi bilinmez, General Çevik Bir alelacele önce karargâhtan, arkasından da TSK çevresinden uzaklaştırılmıştır. Eski bakanlardan Bahattin Yücel’e göre ise Çevik Bir’i Demirel bitirmiştir(8).
28 Şubat sürecinde DYP’nin ağır toplarından birisi olan Genel Başkan Vekili Hasan Ekinci’nin konuya ilişkin sözleri de oldukça ilginç olmalıdır. Şöyle diyor Hasan Ekinci:
“Kara Kuvvetleri Komutanı değişmişti. Hikmet Köksal, kuvvet komutanı olmuştu, hemşerimdir. Biz de devir-teslim törenine gittik. Erbakan Hoca da oradaydı. Tören bitti, kokteyle geçildi. Erbakan, bir süre oturdu ama gördüğü muameleden pek memnun değildi ve erken ayrıldı. Karadayı Paşa, Erbakan’ı uğurladı sonra yine aramıza döndü. Biz de Hikmet Köksal, Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan sohbet ediyoruz. Karadayı doğrudan yanıma geldi.
‘Sayın Bakan’, dedi:
– Bakıyorum, hemşeriniz komutan olunca geliyorsunuz.
Ben de cevap verdim:
– Sayın komutan, asker gel deyince geliyorum, git deyince gidiyorum.
Karadayı alındı:
– Bu konunun şakası bile bizi üzüyor.
“Evet” dedim:
– Zaten üzülesiniz diye söyledim.
Komutan devam etti:
– Erbakan’ı siz başbakan yaptınız, sorumlu sizsiniz.
Ben de dedim ki:
– Sayın komutan niye biz yapalım, millet yaptı, anayasa yaptı. Seçilmiş başbakandır. Gerekli saygıyı herkesin göstermesi gerekir. Sizin tavrınız da yanlıştır.
Komutan da şu cevabı verdi:
– Biz size Erbakan’ı başbakan yapın diye mi oy verdik, destek verdik. Ben, tekrar Erbakan’ı millet başbakan yaptı deyince de diğer komutanlara döndü: “Hikmet paşa” dedi:
– Kime oy verdin?
– Çiller’e…
– Ahmet paşa sen?
– Çiller’e..
Sonra da bana döndü, dedi ki:
– Gördünüz mü Sayın Bakan, Çiller’e oy vermişler ama herhalde Erbakan’ı başbakan yapın diye vermediler. Yani, Karadayı başından beri Erbakan’ın başbakanlığına karşıydı. RP’li bir hükümet istemiyorlardı. Sonra ben bu diyaloğu Erbakan’a da anlattım.”(9)
Eski kurt bir siyasetçi olan Hasan Ekinci’nin sözlerinin ne kadarı doğrudur bilmiyoruz. Ancak eğer doğruysa, dönemin Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının önemli bir kısmının, DYP’ye oy vermekle, genel olarak merkez sağa mensup, muhafazakâr kimlikteki insanlar olduğu anlaşılıyor. Buradan çıkarılacak netice bence şudur:
Erol Özkasnak’ın ifadesiyle “Post Modern Darbe”, Çevik Bir’in ifadesiyle “Balans Ayarı” olan 28 Şubat kararları, TSK’nin topyekun onay verdiği kararlar değildir. TSK içinde demokrasiyi sekteye uğratan bu kararlara karşı çıkanlar olduğu gibi, olayın kansız kavgasız sonuçlanması için uğraşanlar da olmuştur ki; bunların başında Hasan Ekinci’nin yukarıda adını verdiği generaller gelmektedir. Yani Çankırılı İ.Hakkı Karadayı, Çorumlu (Osmancık) Ahmet Çörekçi ve Artvinli Hikmet Köksal. Öte yandan eğer İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat Davası kapsamında yargılanacaksa, onunla birlikte Türkiye’deki sayıları milyonlara yaklaşan hemşeri grubu da yargılanmak zorundadır! Çünkü onlar, Genel Kurmay Başkanı olduğunda paşaları için şiirler yazıp marşlar besteleyecek kadar sevinç ve gurur duymuşlar, şehirde sağa sola biricik paşalarının ismini vermişlerdir. O Çankırı ki; 12 Eylül 2010’daki referandumda %78 oranında EVET oyu vererek darbeci generallerin yargılanmalarına onay vermiş, 2011 Genel Seçimlerinde iki milletvekilliğini de iktidar partisine teslim etmiştir. Belediye yönetimi ise zaten iki dönemdir AKP’ye teslim edilmiş vaziyettedir…
________________
1- ,
2- ,
3-,
4- bkz. Yâren Meclisi, Yıl:2, Sayı:5, Sayfa: 29, Kasım, 1994.
5-Age, s, 28,
6-Nazlı Ilıcak, “Özkök-Çölaşan” başlıklı yazısı ),
7-http://www.odatv.com/n.php?n=cemaat-28-subatta-kime-hosgoru-odulu-vermek-istedi-1704121200,
8- bkz. “Çevik Bir’i siyasette Demirel bitirdi” başlıklı Neşe Düzel Röportajı, ,
9-Fikret Bila, “DYP’nin ağır topları 28 Şubat döneminde Erbakan’ın tavrını eleştirdi” başlıklı haber röportajı,
Bir yanıt yazın