ARSLAN BULUT
Türkiye’nin dış politikası 30 milyar dolara mı satıldı?
Kraliçe’nin İstanbul gezisinden sonra 2008’in Ekim’i ile 2009’un Mart’ı arasında, Türkiye’ye 16,9 milyar dolar kayıt dışı para girdi. Buckingham Sarayı’ndaki Abdullah Gül-Kraliçe Elizabeth zirvesiyle birlikte 2011’de Türkiye’ye kaynağı belirsiz para girişi 12.5 milyar doları aştı.
Türkiye, bu paralar karşılığında Libya’nın işgal edilmesi ve Suriye’de muhaliflerin silahlandırılması ihalesini mi aldı? Türkiye, bu para ile boyunduruk altına mı alındı? Yoksa paranın kaynağı, Camp David’deki gizli anlaşmalara uygun olarak Körfez ülkeleri miydi ?
İngiliz Financial Times gazetesi, 15 Şubat 2012 tarihinde yayınladığı bir yorumda, Türk dış politikasının yeniden ABD ile aynı eksene oturduğunu vurguladı. Daniel Dombey imzalı yazıda, Türkiye dış politikasının ABD ve Batılı devletlerin dış politikasıyla birkaç yıl öncesine göre çok daha uyumlu olduğu fikri işleniyor.
Peki, Türkiye Amerika eksenine yeni mi giriyordu ki İngiliz gazeteci böyle bir yorum yapıyor?
1991 yılına kadar süren Türk- Amerikan İlişkileri’ni, 1991 yılında “Önce Vatan’dan önce Amerika’ya” başlığı altında incelediğim için burada daha yakın tarihi inceleyelim..
Neticesi bana gelmeden Washington’a gidiyor
Yine de İsmet İnönü’nün 1964 yılında üst düzey bir toplantıda söylediği sözü hatırlayalım: “Daha bağımsız, şahsiyetli bir dış politika takip edilmesini istiyorsunuz. Nasıl yapacağım ben bunu? Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’a gidiyor. Sonucu memurumdan önce sefirden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti?”
Gelelim 1991’e.. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı dönemine.. 18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesinin birinci sayfasının ortasında ikibuçuk sütunluk bir haber var. Başlıkta “Dış politikada ABD ağırlığı” ifadesi var.
18 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesinin Ankara bürosundan geçildiği belirtilen haberde şu bilgiler veriliyor:
“ABD Dışişleri Bakanı James Baker’in önceki gün Ankara’ya yaptığı kısa ziyaret, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin sayfalarını açarken Türk dış politikasında da ağırlığın ABD’ye kaydığı yeni bir stratejinin ilk adımını oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yaptığı görüşmede, 22 Mart’ta Özal’ın ABD Başkanı George Bush ile Camp David’de yapacağı görüşmenin ’gündemini çizdiği’ belirtilen Baker’in Türkiye ziyaretini değerlendiren diplomatik gözlemciler, Türk dış politikasında ABD’nin belirleyici olacağı yeni bir döneme girildiğini belirttiler.”
“Camp David notları: Türkiye’ye yeni rol”
24 Mart 1991 tarihli Güneş’te ise “Camp David notları” nda Cengiz Çandar “Türkiye’ye yeni rol” başlığı altında, ABD Başkanı George Bush’un, “Türkiye, bölgede çok yararlı bir rol oynayacaktır ve bu rolü oynamaya razıdır. Bölgenin güvenliği ve istikrarı için bu yol gereklidir” dediği vurgulanıyor! Her iki liderin “Bağımsız Kürdistan” ihtimaline kapıları kapattığı öne sürülüyor. Oysa, Çekiç Güç, o tarihte Turgut Özal’ın talebiyle Türkiye’ye yerleşecek ve uçuşa yasak bölge ilan ettiği paraleller arasında Kürt devletini kurmaya başlayacaktı.
Görüldüğü gibi, Türk dış politikasının yeniden Amerikan eksenine girmesi 1991’de başlıyor.
Biz yine Özal-Baker görüşmesi haberine dönelim:
“Özal-Baker görüşmesinden yansıyan ve hem Türkiye-ABD ilişkilerinde hem Türk dış politikasında yeni bir safhayı işaret eden gelişmeler ana hatlarıyla şöyle değerlendirildi:
– ABD, Orta Doğu’nun yeni düzeninde güvenliğin, Arap ülkeleri tarafından oluşturulacak bir yapılanmayla sağlanması, ancak kendisinin de bu yapı üzerindeki denetiminin sürmesi gerektiği görüşünde.
Bu sebeple kriz döneminde bölgede yaptığı askeri yığınağı tümüyle geri çekmeyecek. Deniz ve hava gücünü Körfez’de bulundururken kara ve hava gücüne ait silah, mühimmat ve teçhizatı bölgeye en yakın alanda muhafaza edecek.
Türkiye, ABD’nin ‘harekât üssü’ olacak
– Türkiye, ABD’nin silah, mühimmat ve teçhizatının depolanacağı ülke olacak. ABD, böylece, güvenliğin ’tehlikeye düşmesi’ve istikrarın bozulması halinde bölgeye yapması gerekebilecek bir müdahalede kullanabileceği silah ve mühimmatı Türkiye’de tutacak. Türkiye, bir bakıma ABD’nin ’silah deposu’ve ’harekât üssü’olacak.
– Türkiye ile ABD arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA), bu yeni duruma ilişkin gerekli hukuki alt yapıyı oluşturmadığı için, bu anlaşma dışında Amerikan silahlarının Türkiye’de bulunması ve bunların kullanılması ile ilgili hususları düzenleyen yeni ikili anlaşmalar yapılacak.
– 1990 Aralık ayında süresi dolan ve bir yıl daha uzatılan SEİA, bu yılın Aralık ayında, kapsamı genişletilerek yenilenecek. Üslerin kullanımı ile bu üslerde bulunacak Amerikan askeri malzemesinin ve uçaklarının sayısı yeniden belirlenecek. İncirlik’te SEİA çerçevesinde 48 uçak bulunduran ve savaş sebebiyle gönderdiği ikinci paket 48 uçağını geri çekmeyen ABD, bu uçakların da SEİA kapsamına alınmasını talep edecek. SEİA çerçevesindeki 12 üs içinde, sadece bir tane olan hava harekât ve destek üssünün sayısı artırılabilecek ve bazı üslerin statüsü değiştirilebilecek.
ABD’nin Orta Doğu planında Türkiye’ye biçtiği bu rolün, Türk dış politikasının ana unsurlarını temelden değiştireceği ve dış politikada ABD boyutunun öne çıkacağı belirtildi. ABD’nin bu politika çerçevesinde Türkiye’ye yapılmasını öngördüğü ek askeri malzeme desteğinin de Baker-Özal görüşmesinde ele alındığı kaydedildi. Baker’in yaklaşık bir ay önce yaptığı Türkiye ziyaretinde de gündeme getirdiği bu konu, Türkiye’ye finansmanını büyük ölçüde Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından sağlanmak üzere, yaklaşık 5 milyar dolarlık ek askeri malzeme desteği öngörüyor. Bu destek, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı yıllık askeri yardımın ’dışında’değerlendiriliyor
Ve Özal-Bush görüşmesinde bütün bu hususlar karara bağlandı. Gerçi ABD, Orta Doğu ile ilgili projesini “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi”ne dönüştürdü ve Türkiye’yi Arap Baharı denilen darbelerde, Libya’daki muhaliflerin silahlı eğitiminde, Libya’nın bombalanmasında, Suriye’deki silahlı muhaliflerinin yetiştirilmesinde ve desteklenmesinde alenen kullanmaya başladı.
Stratejik İşbirliğini Özal talep etti
24 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesinde, görüşme ile ilgili haber, “Bağımsız Kürt devletine izin yok. Bush’tan Özal’a Körfez teşekkürü” başlıklarıyla veriliyor. Spotlarda şu ifadeler var:
“Cumhurbaşkanı Özal ve ABD Başkanı Bush, Körfez bölgesinin savaş sonrası geleceği ve Irak’ta yaşanan kargaşayı ele aldı. Bush, Özal’a Türk halkının savaş sırasındaki işbirliği için (!) teşekkür etti. Zirvede Kıbrıs konusu da ele alındı.
Başkan Bush, Beyaz Saray’da Cumhurbaşkanı Özal ile birlikte düzenlediği basın toplantısında Türkiye’ye daha fazla yardım konusunun Camp David’deki görüşmede gündeme geldiğini belirterek ’Maddi problemler konusunda artık daha açık bir fikrim var’dedi.
Basın toplantısında Özal da Türkiye’nin amacının, daha küçük, ancak daha iyi örgütlenmiş, modernize edilmiş bir ordu oluşturmak olduğunu belirtti. Bush, askeri yardım konusunun Savunma Bakanı Cheney ve diğer yetkililerle ele alınacağını kaydetti.”
At pazarlığı ile dış politika pazarlaması!
Türkiye’ye Orta Doğu’daki rolü karşılığında Körfez ülkelerinden para aktarmak, 1991’de geliştirilmiş bir projedir. Özal döneminde bu şekilde ne kadar para alındı, bu konu hiç gündeme gelmedi ama İkinci Körfez Savaşı sırasında, Türkiye’nin topraklarını Amerikan ordusuna açmak karşılığında 90 milyar dolar istediği, Bush’un öfkelenerek “Bizimle at pazarlığı yapıyorsunuz” dediği bilinmektedir. Tabii Türkiye’ye tek sent bile vermemişlerdir.
Yine Dubai Anlaşması ile Türkiye, ABD ile Irak’a girmemek kaydıyla bir hibe anlaşması yapmıştı. Anlaşma, Ali Babacan tarafından imzalanınca, olay Meclis gündemine gelmiş, önce resmen yalanlanmış, ancak doğruluğu anlaşılınca da “Meclis’te onaylamadık” denilmişti.
Anlaşma için gizli deniliyordu ama okurumuz Başak Nohutçu, söz konusu anlaşmanın Amerikan Hazine Bakanlığı İnternet sitesinde yayında olduğunu bildirmişti.
Gerçekten de sitenin arşivinden 22 Eylül 2003 yılı kayıtlarına girdiğinizde anlaşma metnini kolaylıkla buluyorsunuz. Resmi belgede, Türkiye’ye 8.5 milyar dolarlık kredi verilmesi karşılığında, bu anlaşmanın iki şartı olduğu belirtiliyor ve o zaman “Güçlü Ekonomi Programı” denilen Kemal Derviş politikalarına devam edilmesi ve Türkiye’nin ABD’nin Irak operasyonlarında yer almaması veya Irak’a yönelik askeri bir operasyonda bulunmaması şart koşuluyor. Tabii bu husus nispeten diplomatik bir dille ifade ediliyor:
Önce 17 milyar dolar geldi
Prof. Dr. Korkut Boratav, 2009 yılının Haziran ayı başında odatv’ye önemli bir açıklama yaptı ve “2008’in Ekim’i ile 2009’un Mart’ı arasında Türkiye’ye 16,9 milyar dolar kayıt dışı para girdi. Bu para Merkez Bankası’nın iddia ettiği gibi Varlık Bağışı’yla izah edilemez. Merkez Bankası ve hükümet, Türkiye’yi ve bankaları bir finansal çöküntüden büyük ölçüde kurtaran bu dış kaynağın nereden geldiğini açıklamak yükümlülüğü altındadır” dedi.
Ardından DP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, Milliyet gazetesine, 1 Ekim 2008-31 Mart 2009 arasında toplam 17.3 milyar dolarlık kaynağı belirsiz kayıtdışı para girişinin olduğunu söyledi.
Merkez Bankası bilançolarında görünen bu paranın, Türkiye-Suriye sınır şeridinin 49 yıllığına İsrail firmalarına satılması ile bir ilgisi var mıydı?
Türkiye’ye gönderilen bu paranın, Alman basınındaki haberlere göre Amerika’daki hileli iflaslar sırasında İsrail’e kaçırılan 400 milyar dolarla bir ilgisi var mıydı?
Türkiye, kaynağı belli olmayan bir para ile boyunduruk altına mı alınıyordu? Yoksa paranın kaynağı, Camp David’deki gizli anlaşmalara uygun olarak Körfez ülkeleri miydi? Suudi Arabistan mıydı, Katar mıydı, Kuveyt miydi?
Türkiye, bu paralar karşılığında Camp David’de anlaşmaya varıldığı gibi yeniden Orta Doğu’daki rolünü mü oynayacaktı? Arap Baharı’na destek, Libya iç savaşında muhaliflere destek ve Suriye iç savaşında yine muhalifleri silahlandırmak ve eğitmek için miydi bu yardım?
Dünya ekonomik krizlerinin Türkiye’ye teğet geçmesinin, AKP iktidarının bu sayede oylarını artırmasının hikmeti bu muydu?
Derken, 14 Şubat tarihli Yeniçağ gazetesinde bir haber çıktı. Haberde
“Kasaya kaynağı belirsiz 12.5 milyar dolar girdi. 2011’de Orta Doğu ve K. Afrika’daki isyanlar Türkiye’ye milyarlarca dolarlık döviz girişi sağladı. 2011’de kaynağı belirsiz para girişi yüzde 356 artarak 12.5 milyar doları aştı” deniliyordu.
Toplamda 30 milyar dolar eden bu paranın kaynağı Camp David anlaşması değil miydi?
Bir yanıt yazın