KKTC’DE HERKES HERŞEYE KARŞI

KKTC’DE HERKES HERŞEYE KARŞI

Hüseyin MÜMTAZ

Biz Kıbrıs’la ilgili “büyük” şeylerle, Kıbrıs’ın Türk ve dünya politikasındaki yeri, geleceği, görüşmeler, referandum filan falanla uğraşır, büyük büyük laflar ederken; olmadı çiçekten-böcekten, dantelden-şamdandan bahsederken meğer “küçük” ama çok önemli bir şeyi gözden kaçırıyormuşuz.

Okullar, öğrenciler, öğretmenler..

Yâni eğitim, yâni ülkenin “asıl geleceği”..

Ülkede, hep söyleriz “sendikal demokrasi var” diye.

Halt etmişiz.. Olanın adı “sendikal faşizm”dir, dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur ve tek örneği KKTC’de yaşamaktadır.  “-Sol-komünist terminolojideki bir kavram, faşizmle nasıl bağdaşır?” diyorsanız, açın KKTC defterini, bakın.

Geçen hafta 6 gün KKTC’de, kışın en soğuk günlerinde elektrik sendikası grev ilan etti, eş zamanlı olarak telefoncular da katıldı.  Hastalar, yaşlılar, çocuklar bin türlü rezillik yaşadı, hastahanelere, itfaiyeye, polise telefonla ulaşmak mümkün olmadı; internet çöktü, bankalar-atm’ler çalışmadı. Su kesildi.

Kimi “63’de bile böyle değildi” dedi, kimi “Çakmaktaşların devrindeyiz sanki” diye tamamladı.

Meğer turpun büyüğü daha torbadaymış.

1 Şubat günü okullarda dönem sonu, ama öğrenciler karne alamayacak.. Elektrik ve telefoncuların (ki her ikisi de resmi devlet kurumu/dairesidir) grevini kıskanan ama denk getirip katılamayan sendikalı/sendikacı öğretmenler notları teslim etmeyeceklerini, karne vermeyeceklerini duyurdular.

Zaten kaç yıldır, her vesileyle, meydanı boş bulup her hafta iki-üç değişik okulda grev yapıyorlardı.

Sayelerinde geçen yıl ÖSYM’de KKTC’nin başarı oranı, Şırnak’tan geriye düşmüştü. Önemli değildi, onlar eğitimi değil, devleti yönetmeye kalkıyorlardı.

Devleti yönetme durumunda olanlar da onların karşısında ezik, mahcup duruyorlardı.

Bayrak TV’de elektrik grevi sırasında ilgili bakanı dinliyordum; “Sabahleyin Sayın Müsteşarım, sayın sendika yetkilileriyle bakanlıkta iki saat toplantı yaptı, ayrıldılar. Öğleden sonra saat 4.5’da sayın sendika yetkilileri bize döneceklerini söylediler, halâ dönmediler, umutla bekliyoruz” dediğinde saat 18.30’du, elektrikler altı gündür kesikti ve ikinci günden itibaren bakanlar kurulu grevi 60 gün süreyle ertelemişti. Ama “sayın” sendikanın “sayın” yetkilileri” bakanlar kurulu kararına rağmen “grevi sonlandırdıklarını” fakat “çalışmama haklarını” kullandıklarını söylüyorlardı.

“Sayın” bakanlar da “sayın” sendika yetkililerinin gönlünün olmasını bekliyorlardı. Öğretmen grevinde de aynısı oldu. “Sayın” hükümetin “sayın” yetkilileri de “Öğrencilerin mağdur edilmemesini, sayın sendika yetkililerinin hükümetle diyaloğa geçmesini beklediklerini“ ifade ediyorlardı.

Kim bilir, web sitelerinde “Rum pasaportu alacak olan öğretmenlere aracılık yapacaklarını duyuran” sayın sendikanın sayın yetkilileri öğleden sonra nescafe’lerini yudumladıktan sonra keyifleri yerine gelirse belki hükümetle diyaloğa geçebilirlerdi.

KKTC’de “yönetemeyen” bir demokrasi, “sendikal bir faşizm” mevcuttur.

Yoksa zaten istenilen, toplumu kaostan bıktırarak, “Yahu Rum’a iltihak edelim de ne olursa olsun” noktasına getirmek midir?

Rum’un o zaman sizi kırmızı halıyla karşılayacağını mı zannediyorsunuz?

Açın öyleyse Arslan Mengüç’ün son çıkan kitabını okuyun. (Agapi Mou-Sevgilim) Mengüç diyor ki; “Ama ilişki belli bir noktadan sonra koptu özellikle de Rumların Türkleri kabul etmemesinden dolayı koptu. Türkü Türk olarak değil ama insan olarak kabul ediyorlar. Ama Türk olursanız orada ‘ena lepto’ yani Rumca ‘bir dakika’ demek lazım. Çünkü o seni Türk kimliğinle değil bir vatandaş, bir insan, bir erkek olarak kabul etmek istiyor.”

Sendika, sömestr tatilinde ada dışına tatile gitmeyi düşünen öğretmenlere bakanlığın izin vermemesini “gestapo” zihniyeti olarak nitelemiş.

Not/karne vermeyerek görevini yapmayan sendikalının, tatil hakkı mıdır?

“Gestapo zihniyeti”, “sendikal faşizm” kavramının doğal uzantısı değil midir?

Öte yandan sordum, özel okullarda öğrenciler karne alıyordu. Özel okul öğretmenleri, yani özel sektör grev yapmıyordu. Bu yalın/çıplak gerçek, acaba sendikalı/sendikacı öğretmenlere “özelleştirmenin faziletleri” konusunda bir şeyler çağrıştırmıyor muydu?

Zaten elektrik/telefon KİT’lerindeki grevin nedeni de bunların özelleştirilmeleri, dolayısı ile devlet bütçesindeki açığın kapatılması konusunda düğmeye basılmış olmasından ileri geliyordu.

Hanımlar/beyler “özelleşmeyecek”, ayda 6000 lira maaş alacak ve devletin sırtında kambur olarak kalacaklardı.  Ama özelleşip/güzelleşince şirkette at oynatamayacaklar, “patron” yanlışı gördüğü an kapıya koyacaktı.

Bu hanımlar/beyler acaba o çok istedikleri “Rum’un kucağında AB” çözümünde; “özelleşme”nin zaten bir AB öngörüsü olduğunun farkındalar mıydı?

Tam burada “40 yıllık yaşam koçum” döndü dedi ki; “63 olayları yüzünden o yarıyıl, eğitim yarım kalmıştı. 64 yazının Lefkoşa sıcağında, barakalarda eksik dönemi tamamladık. Ne öğretmenler şikâyet etti, ne öğrenciler. Kimse çıkıp da –kolay soralım- yahut -bol not verin- yaklaşımına rağbet etmedi.”

Bu da şimdiki sendikacı/sendikalılara kapak olsun.

31 Ocak 2012

57’NCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

mumtazbay@hotmail.com

KKTC’DE HERKES HERŞEYE KARŞI - kibris

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir