Dr. Ali Sak
Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller (Bündnis 90/Die Grünen) ve Sol Parti’den (Die Linke) oluşan muhalefet partileri göçün 50. yılında Türklere bir „jest“ yapılması gerektiğini savundular ve bu bağlamda çifte vatandaşlık hakkının tanınması talebiyle federal meclise bir yasa teklifi sundular. Geç olmasına rağmen olumlu bir adım. Böylece doğumla birlikte her iki vatandaşlığa sahip olan Türk kökenli Alman gençlerinin 18 ve 23 yaş arasında iki vatandaşlıktan birini seçme dertleri ortadan kalkacaktı.
Kazı kazan oyunu
”50. yıl hediyesi olarak çifte vatandaşlık.” Gerçekleşmesi durumunda güzel bir hediye olacaktı. Dile kolay, akıp giden koskoca elli yıl, yarım asır yani. Evliliklerde 50’inci yıl “altın yıl“ olarak kutlanıyor. Peki Türk ve Alman toplumunun 50’inci yılının adı ne olmalı? Ya bu beraberlikten doğan binlerce gencin durumuna ne demeli? Onların adı nedir, ne konmalı? Onlara buralarda yabancı (Auslaender), göçmen (Migrant), göçmen kökenli (mit Migrationshintergrund), ya da göçmen hikayeli (mit Migrationsgeschichte) deniyor. Dedelerinin ve babalarının vatanında ise onlara Almanyalı, Almancı deniyor. Yani, ne buralı, ne de oralı olabildiler. Onlar resmi olarak vatandaş olsalar da vatandaş olarak görülmediler hiç, ne burada ne orada. Ya sonuç? Elli yıldır ödenmemiş, ödenememiş bir yığın hesap birikmiş. Son 10 yıldır da biriken bir başka hesap daha var: Malum 2000 yılından itibaren anne babasından birisinin ülkede en az sekiz yıl yaşamış olması veya süresiz oturumu olması durumunda olan her çocuğa doğrudan Alman vatandaşlığı veriliyor. Bu şekilde yıllık ortalama 40 bin çocuğun çifte vatandaş olduğu tahmin ediliyor. Yaş 18 oldumu ödenmemiş fatura kesilecek. Bu duruma Yeşiller Partisi eş başkanı Claudia Roth „iki ülke arasında tercih yapmak zorunda kalan gençlerin psikolojilerinin bozulduğunu“ ifade etti. Hani bizim bir ata sözümüz vardır ya: „iki arada bir derede kalmak“ diye, Almanlar buna „Zwischen zwei Stühlen“ derler. SPD Grup Başkanı Frank-Walter Steinmeier ise çifte vatandaşlık hakkının Türklerden esirgenmesinin ayrımcılık olduğunu düşünenlerden. Ya ananı seç, ya da babanı denecek onlara. Bu mümkün mü? Kim geçebilir anadan veya babadan? Kim verebilir bunun hesabını? Kazı kazan gibi bir oyun sanki. Birisini yüreğinden kazı at ve kazan; kazıp atamıyorsan eğer kayıp ettin. Bu oyunda kazanan varmıdır acaba?
Umutlarla dolu 50 yıl
Elli yıldır dokunan halı misali, umutlarla başlayan ve hayallerle nakışlanan bir halı. Sevgiyle bağlanan ve belki de ebediyen kopmayacak olan bir gönül bağıdır bu. Birileri bunu görmek istemese de bu böyledir. Sanmayın ki her iki toplumu birbirine bağlayan basit bir iptir. Bizim ipimiz gözyaşlarıyla ıslanan, aşk sıcaklığı ile kurutulan, özlemle eğirilen, umutlarla örülen, hayallerle nakışlanan, sevgiyle bağlanan ve ebediyen kopmayacak olan bir gönül bağıdır. Aslında ayrı dünyalarda yaşayan ayrı insanlarız, Buna rağmen zaman zaman birbirimize sevdalandık ve kenetlendik. Birbirimize yakınlaşmaktan ne kadar korkarsak korkalım, ne kadar kaçarsak kaçalım, elbette gerçekler bizi bir gün yakalayacak; birlikte yaşamanın başka çaresi de yoktur ki.
Avrupa Birliği ülkelerinden gelenlere tanınan çifte vatandaşlık hakkının Türklere de verilmesini talep eden Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Sol Parti „50. yıl hediyesi olarak çifte vatandaşlık verilsin“ sloganıyla yola çıktılar ve konuyu meclise sundular. Umutluyduk, tıpkı elli yıl önce Almanya’ya bavullarında umutlarından başka bir şey bulunmayan Türkler gibi. Geç de olsa, elli yıl da sürse, Türklüğümüzle artık kabul görülecektik. Dilimizi, dinimizi, kültürümüzü kısaca benliğimizi gizlemeye gerek duymayacaktık. Bu slogan, geç de olsa, yüreğimize seslenmişti bizim. „50. yıl hediyesi olarak çifte vatandaşlık.“ Göçün ellinci yılında müslüman Türklere verilecek olan bir Noel hediyesi olacaktı bu. Muhalefet konuda hemfikirdi. İktidarın küçük ortağı FDP’nin 2010 yılında konuyla ilgili olumlu bir açıklaması da vardı. Zira 2010 yılında FDP vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması için demeçler vermişti, gerçi seçim öncesiydi ama olsun, söz er sözüydü, en azından biz Türkler bunu böyle bilirdik. FDP’nin Türk kökenli milletvekili ve aynı zamanda Hamburg ve Stade Türk Toplumu yönetim kurulu üyesi Serkan Tören de hararetle çifte vatandaşlığın verilmesini savunuyordu, o zamanlar, yani sadece bir yıl öncesinde; hatta opsiyon modelinin kaldırılmasını da özellikle talep ediyordu.1 Sevinçliydik, mutluyduk ve umutluyduk; 50 yıldır olduğu gibi.
Umutların bittiği an
Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Sol Parti tarafından sunulan ve “Opsiyon Model” diye bilinen çifte vatandaşlığa imkan tanınmasını öngören yasa tasarısı, hükümet partilerinin, yani FDP’nin de oylarıyla, 308’e karşı 278 oyla reddedildi. Geriye kalan koskoca bir boşluk….Bundan böyle Almanya’da doğan göçmen kökenli çocuklara 18 ile 23 yaşları arasında getirilen vatandaşlığı tercih zorunluluğu devam edecek. Bu düzenleme, sadece bazı ülkelerden (Türkiye, Afrika ve Arap ülkeleri) gelen göçmenleri kapsadığı için çifte standarta yol açması bir tarafa, gençleri Alman vatandaşlığı ile pasaportunu taşıdıkları diğer ülke (Türkiye) vatandaşlığı arasında tercih yapmalarına, yani psikolojik kıyıma devam demektir.
Verilen tüm söz ve demeçlere rağmen Almanya Türk Toplumu’nun içinde aktif rol alan Serkan Tören ve partisi FDP bu yasa tasarısına neden karşı oy kullanmışlardı? Yasa tasarısı tartışılırken partisi adına söz alan Serkan Tören’in bir yıl öncesinde kalkmasını istediği yasa hakkında ne demiş hep birlikte okuyalım: “Wir tun doch niemandem ein Gefallen, wenn wir die Doppelstaatsangehörigkeit einfach so einfaltslos verteilen, am besten noch ohne irgendwelche Voraussetzungen. (Çifte vatandaşlığı safça, şartsız ve ön koşulsuz dağıtırsak, kimseye iyilik yapmış olmayız).” Bunu Hamburg ve Stade Türk Toplumu yönetiminde, iki yıl önce de Almanya Türk Toplumu yönetimi içinde olan Serkan Tören söylüyor. Bu „safça ve şartsız dağıtırsak kimseye iyilik yapmış olmayız“ sözü 18-23 yaş arasında iki vatandaşlık arasında seçim yapmaya zorlanan Türk gençleri için söyleniyor. Ve Serkan Tören hala daha Hamburg ve Stade Türk toplumunun içinde Türk Toplumunu temsil ediyor. Hamburg Türk Toplumu ve Almanya Türk Toplumu ise Serkan Tören hakkında sessizliğini koruyor. Kuzuların sessizliği…
„Tüm suçlu yabancılar dışarı“
Slogan dedik de aklıma geldi. Çok değil bundan bir kaç yıl önce seçimler arifesinde CDU Hessen eyaleti başbakanı Roland Koch öncülüğünde ve Angela Merkel desteğiyle CDU partisi günah keçisi ve kara koyun avına çıkmıştı. O dönemde Almanya’daki suçların büyük bir oranından Türkler ve müslümanlar sorumlu tutulmuş ve neticesinde „tüm (suçlu) yabancılar dışarı“ sloganlarıyla manşetler atılmıştı. Bu slogana sadece onlar değil „bizden birileri“ de destek vermişlerdi. Yukarıda adı geçen Hamburg’dan FDP federal milletvekili Serkan Tören’de geçen yıl Hürriyet gazetesindeki bir demecinde aynı söylemi kullanarak „suç işleyen yabancılar sınırı dışı edilmeli“ diyerek aşırı sağ politikalarına destek olmuştu; hem de Hamburg Almanya Türk Toplumu temsilcisi olarak. Bunlar, azınlıkların hakkını ve hukukunu koruyacağız diye ortaya çıkanlar… Benzeri örnekler o kadar çok ki Almanya’da. Oysa onlar Türk Toplumu gayretiyle bulundukları koltukları işgal etmektedirler. Almanya Türk Toplumu genel başkanı Kenan Kolat bu konuda Türk Toplumuna bir çağrıda bulunarak seçimlerde Cem Özdemir (Yeşiller), Lale Akgün (SPD), Sevim Dağdelen (Sol Parti) ve Serkan Tören (FDP) gibi adaylara oylarını vermelerini istemiştir. Kenan Kolat dengeyi koruyarak olumlu bir çağrıda bulunmuştu. Zira Kenan Kolat’a göre Türk kökenli politikacılar göçmenlerin haklarını savunacaklardı…mı acaba? Hani derler ya „kime nasip, kime kısmet“; kimileri mensubu oldukları toplum için özveriyle çalışırken, diğerleri aynı toplumun sırtına binerek dereyi geçtikten sonra sırtlarını dönüyorlar. Ne demeli bu duruma? Biz, sloganlarla avutulan ve uyutulan bir toplum haline mi geldik acaba?
Bir yanıt yazın