Almanya’da Türk açılımı ve Sarrazin ırkçılığı

Almanya’daki Türkler üzerine yürütülen entegrasyon çalışmaları, önceleri olumlu bir rüzgâr estirdiyse de aslında oldukça sancılı geçiyor.

1960 lı yıllarda misafir işçi programıyla Türkiye den Almanya ya göç eden işçiler, Sirkeci Garı ndan böyle uğurlanmıştı.

Bir düş ve göç hikâyesi Anadolu insanı için Almanya. 50 yıl önce düşlerinin peşinde göç yollarına düşen insanlar, şimdi Almanya’da tartışma konusu. İlk gittikleri yıllarda tren istasyonuna gidip raylara bakarak vatana dönüşü düşleyen göçmenleri, Almanlar, ”Nasıl olsa gidecekler” diyerek şehirlerin ve hayatların kenarına iliştirdi. Ancak kıyıda kalan göçmenlerin 3. nesli, şu an Almanya’da yaşıyor ve geri dönmeyi düşünmüyor. Göçmenlerin dönüş biletini yaktığını gören Almanya yaşamın dışında tuttuğu bu insanları entegre etmenin yollarını ararken, bu arayış Almanlar arasında da tepkiye neden oluyor. Öyle ki Alman ırkçılığının yeni dalgası Türkler üzerinden gelişiyor. Eski Almanya Merkez Bankası yöneticisi Thilo Sarrazin’in entegrasyon tartışmalarına tepki olarak yazdığı ‘Almanya Kendini Yok Ediyor’ adlı ırkçı kitabı destek görürken, bu isim ırkçılığı marjinal dazlak grupların elinden alarak orta sınıfa yayılmasının yolunu da açtı. Göçmenler “Almanlar bizi halen kabul etmeyecekse kimin entegrasyona ihtiyacı var?” sorusuna yanıt ararken, hükümet de en doğru politikayı uygulayabilmenin sancılarını yaşıyor.
Almanya’daki entegrasyon tartışmaları, Türkiye’deki Kürt açılımını anımsattı. Almanya Berlin Eyalet Dışişleri Bakanlığı, Türkiye İşgücü Anlaşması’nın 50. yılı nedeniyle Radikal’in de içinde bulunduğu bir grup gazeteciyi Berlin’e davet ederek entegrasyon çalışmalarını anlattı. Ancak şu anda yaşananlar, çalışmadan ziyade bir sancı. Atılan ilk adımlar her ne kadar olumlu bir rüzgâr estirse de her iki kesimde korkuya ve kafa karışıklığına neden oldu. İlk aşamada uygulanan politikaların ne kadar doğru olduğu ise tartışılıyor.
Federal Almanya İstatistik Dairesi’nin 2011’in başına kadarki süreyi kapsayan bir araştırması, aslında Türkiye göçmenlerinin ülkedeki durumu hakkında ilginç verileri barındırıyor. Araştırmaya göre Almanya’da yaşayan Türklerin sosyal durumlarına bakılırsa, yüzde 75’i sınıfsal olarak alt katmanlarda. Alt katmanda bulunan Almanların oranı ise yüzde 13. Türkiye vatandaşlarının yüzde 21.7’si 8, yüzde 23.8’i 8 ila 15 arasında, yüzde 38.4’ü 15 ila 30, yüzde 16’sı da 30 yıldan bu yana Almanya’da yaşıyor. Alman İstatistik Enstitüsü’nün 14 Temmuz 2010 tarihli basın açıklamasında, ülkede yaşayan Türkiye kökenli insanların sayısının 3 milyonun üzerinde olduğu belirtiliyor. 2010 başında yapılan bir araştırmaya göre, ülkedeki Türk vatandaşlardan 330,401 erkek ve 143,981 kadın sosyal sigortalı olarak çalışıyor. 158 bin 231 insanımız ise işsiz.
Eğitimle ilgili sayılara bakıldığında, 2009 itibariyle öğrenim amaçlı gelenlerin sayısı 1,996. Bu sayı içerisinden 920 kişi üniversite, 258’i yüksekokul mezunu. Araştırmaya göre, günümüzde Almanya’da yaklaşık 10 bin Türk doktor, mühendis ve hukukçu çalışıyor. Okullardan diploma almadan ayrılanların oranı ise yüzde 22.

Entegrasyon mu tedavi mi?
Bu, ilk ziyaret duraklarından biri olan Neumark İlköğretim Okulu’nda da göze çarpıyor. Her ne kadar entegrasyon için örnek olarak görülse de okulda Alman öğrenci olmaması, yapılmaya çalışılanın ‘entegrasyon mu yoksa bir tedavi programı mı’ olduğu sorusunu akla getiriyor. Göçmen çocuklarının okuduğu okulda yaklaşık 300 öğrenci var ve yüzde 75’i Türkiye göçmenleri. Diğerleri Arap, Rus ve Balkan. Okul müdiresi Claudia Nicolai, okulda başörtüsünün yasak olduğunu ancak bunun yanında başa takılan her türlü materyalin yasak olduğunu anlatıyor. Nicolai okulda neden Alman çocukların olmadığı sorusuna yanıt vermekte zorlanırken, “Alman aileler çocuklarını göçmen çocuklarıyla birlikte okula göndermek istemiyor. Ben de çocukları zorla alıp getiremem. Bazı siyasi uygulamalar sorunlu. Bunu kabul ediyorum” demekle yetindi.
Bir diğer ziyaret merkezi ise Komşu Buluşma Merkezi. Göçmenlerin yoğunluklu olarak yaşadığı semtlerdeki bu merkez sadece Türklerin değil, diğer göçmenlerin de buluşma noktası. Merkez müdürü Hamad Nasser, bir Filistinli. Nasser, değişik kültürlerden ailelerin bir araya geldiği merkezlerde Almanca derslerinden, ebeveyn kurslarına ve göçmen çocuklarının ev ödevlerine kadar bir dizi etkinlik hayata geçirildiğini söyledi. Nasser, bu merkezler sayesinde değişik etnik kökenlerden insanların birbirinin kültürünü tanıma ve benimseme imkânı bulduğunu anlattı.

Türkler artık çok oldu
Almanya Türk Toplumu Federal Başkanı Kenan Kolat, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin durumunu net biçimde ortaya koyuyor. Kolat, Almanya’daki en etkili Türkiyelilerden biri. Türkiyelilerin durumunu anlatırken “Bunları benim ağzımdan yazabilirsiniz, kimseden korkum yok” demesi, verdiği bilgilerin de Alman hükümeti tarafından kabul görmediğini gösteriyor aslında. Kolat, “Artık Almanya’da yaşayanlara gurbetçi demek imkânsız” diyerek başlıyor sözlerine. Kolat, yaşanan temel sorunun sosyal içerikli olduğunu belirterek, “Biz buna kümülatif alt tabaka sorunu diyoruz. Aslında 50 yıldır gelinen bu süreç, bir başarı öyküsü. Çünkü tüm olumsuzluklara ve eğitim sisteminin orta sınıfa yönelik bir sistematiği olmasına karşın Türk toplumu, kendisini beklenenin çok üstünde geliştirdi” diyor.
Hem Türkiye’de hem Alman toplumunda genel algı olarak dile getirilen ‘Türklerin gelişmediği ve yerinde saydığı’ savının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Kolat, “Bunu bilimsel veriler gösteriyor. Almanya’da sayıca fazla olduğumuz için göze batıyor. Biz ülkenin siyasetine daha çok ilgi göstermeye başladık. Bu ilgi, son yıllarda yoğun biçimde arttı. Almanya’da yaşayanlar, aslında ulusalcılığa şiddetle karşı durur. Ancak göçmen toplumların yavaş yavaş söz sahibi olmaya başlaması, üst kesimlerde ‘Siz de çok oldunuz, her şeye girmeye başladınız’ tepkilerini getirmeye başladı” dedi.

‘Uyum, katılım demektir’
Bu noktada yeni ırkçılığın mimarı sayılan Thilo Sarrazin’i anımsatan Kolat, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ben bu kitabı Almanya’daki kişilik ve kimlik arayışının bir biçimi olarak tanımlıyorum. Kitap ilk çıktığında, toplumdan olumlu tepki aldı. Bu, Alman kimliğinin Müslüman ve Türk kimliğini reddederek buluşmasıyla ilgili. Aslında çok da tehlikeli. Almanya’da ırkçılık hep vardı ama korsan ırkçılıktı; marjinaldi. Korsan ırkçılığı kravat ırkçılığına dönüştü. Bu da korkutucu bir gelişme.”
Hükümetin entegrasyon çalışmalarına yanlış bir noktadan başladığı konusu, pek çok Türkiye vatandaşının olduğu gibi Kolat’ın da eleştirdiği bir nokta. Kolat, “Hem Alman hem de Türk toplumunun kafası karışık. Şunu söylemek gerekir ki uyum, katılımdır. Katılım hukuksal, sosyal, eğitsel ve ekonomik boyutludur. Almanya’da Alman vatandaşı olmayanların yerel seçimlere katılma hakkı yok. Bu insanlarda artık çift kimlik oluşuyor. Biz Almanya’daki Türk toplumuyuz. Türkçenin burada kabul edilmesini istiyoruz. Kültürel katılımda da eksiklikler var” dedi.

‘Lezbiyen olunca Almancayı da öğrenmiş oldum’
Türk kökenli vatandaşlardan olan DJ İpek İpekçioğlu, Almanya’daki lezbiyen, transseksüel ve diğer grupların sözcüsü. Yıllarca Almanca öğrenemeden yaşayan İpekçioğlu, Türkiyeli kimliğiyle giremediği Almanların arasına lezbiyen kimliğiyle girmiş. Kendisini ‘ikinci nesil’ olarak tanımlayan İpekçioğlu, entegrasyonun tek taraflı olamayacağını savunuyor ve ekliyor: “Çocuklar 12-13 yıl boyunca okula gidip Almanca öğrenemiyorsa, 50 yıldır Almanya’da oturan biri hâlâ konuşamıyorsa, bu sadece onun suçu değildir. Ben farklı tercihlerim olduğunu fark ettim. Lezbiyenler dünyasında fazla Türkçe bilen yok. Benim Almanca öğrenmem için lezbiyen olmam gerekiyormuş.”

‘Esas Türkiye’de rencide edildik’
Ayten Fırat 1969’da Malatya’dan gelmiş Almanya’ya. Almanya’dan ziyade Türkiye’de rencide edildiğini söyleyen Fırat, “Tatile giderdik, arkamızdan ‘Çoban kepeneğini atmış gitmiş, Mercedes’e binmişler’ diye laf atarlardı. Türkiye’de böyle şeyleri çok yaşadım. Her dönüşümde ağlardım. Vatansızlığı hissettim. Sendika temsilcisiydim. Türk kadın işçilerin haklarını söke söke alırdım. Fakat Türkiye’de kadın olduğum için sözüm geçmezdi. Maaş günü geldiğinde kapıda erkekler beklerdi. Türk kadınları da maaş zarflarını erkeklere verirdi” diyor.

‘Yemek yapmayı bizden öğrendiler’
Rabia Dedeoğlu Ankara’da PTT memuruyken, 1969’da ilk kadın işçilerle birlikte Almanya’da yeni bir yaşama yelken açmış. Ardından eşi ve çocukları gelmiş yanına. Dedeoğlu, “Her şeye rağmen değdi. Çocuklarım şimdi iyi yerlerde” diyor. Dedeoğlu, hikâyesini şöyle anlatıyor: “İlk geldiğimizde şaşırdık. Ne tuvalet vardı ne banyo. Plastik leğenlerde yıkanırdık. Yemek yapmayı bile bilmezlerdi, bizden öğrendiler. Hepsini sonradan yaptılar, şimdi bizi beğenmiyorlar. Entegrasyon ise gerekli. Keza Almanca öğrenmek de. İlk geldiğimde sıkıntı çektim ama şimdi rahatım.”

Almanya'daki Türkler üzerine yürütülen entegrasyon çalışmaları, önceleri olumlu bir rüzgâr estirdiyse de aslında oldukça sancılı geçiyor.
<p>Bir düş ve göç hikâyesi Anadolu insanı için Almanya. 50 yıl önce düşlerinin peşinde göç yollarına düşen insanlar, şimdi Almanya’da tartışma konusu. İlk gittikleri yıllarda tren istasyonuna gidip raylara bakarak vatana dönüşü düşleyen göçmenleri, Almanlar, ”Nasıl olsa gidecekler” diyerek şehirlerin ve hayatların kenarına iliştirdi. Ancak kıyıda kalan göçmenlerin 3. nesli, şu an Almanya’da yaşıyor ve geri dönmeyi düşünmüyor. Göçmenlerin dönüş biletini yaktığını gören Almanya yaşamın dışında tuttuğu bu insanları entegre etmenin yollarını ararken, bu arayış Almanlar arasında da tepkiye neden oluyor. Öyle ki Alman ırkçılığının yeni dalgası Türkler üzerinden gelişiyor. Eski Almanya Merkez Bankası yöneticisi Thilo Sarrazin’in entegrasyon tartışmalarına tepki olarak yazdığı ‘Almanya Kendini Yok Ediyor’ adlı ırkçı kitabı destek görürken, bu isim ırkçılığı marjinal dazlak grupların elinden alarak orta sınıfa yayılmasının yolunu da açtı. Göçmenler “Almanlar bizi halen kabul etmeyecekse kimin entegrasyona ihtiyacı var?” sorusuna yanıt ararken, hükümet de en doğru politikayı uygulayabilmenin sancılarını yaşıyor.
Almanya’daki entegrasyon tartışmaları, Türkiye’deki Kürt açılımını anımsattı. Almanya Berlin Eyalet Dışişleri Bakanlığı, Türkiye İşgücü Anlaşması’nın 50. yılı nedeniyle Radikal’in de içinde bulunduğu bir grup gazeteciyi Berlin’e davet ederek entegrasyon çalışmalarını anlattı. Ancak şu anda yaşananlar, çalışmadan ziyade bir sancı. Atılan ilk adımlar her ne kadar olumlu bir rüzgâr estirse de her iki kesimde korkuya ve kafa karışıklığına neden oldu. İlk aşamada uygulanan politikaların ne kadar doğru olduğu ise tartışılıyor.
Federal Almanya İstatistik Dairesi’nin 2011’in başına kadarki süreyi kapsayan bir araştırması, aslında Türkiye göçmenlerinin ülkedeki durumu hakkında ilginç verileri barındırıyor. Araştırmaya göre Almanya’da yaşayan Türklerin sosyal durumlarına bakılırsa, yüzde 75’i sınıfsal olarak alt katmanlarda. Alt katmanda bulunan Almanların oranı ise yüzde 13. Türkiye vatandaşlarının yüzde 21.7’si 8, yüzde 23.8’i 8 ila 15 arasında, yüzde 38.4’ü 15 ila 30, yüzde 16’sı da 30 yıldan bu yana Almanya’da yaşıyor. Alman İstatistik Enstitüsü’nün 14 Temmuz 2010 tarihli basın açıklamasında, ülkede yaşayan Türkiye kökenli insanların sayısının 3 milyonun üzerinde olduğu belirtiliyor. 2010 başında yapılan bir araştırmaya göre, ülkedeki Türk vatandaşlardan 330,401 erkek ve 143,981 kadın sosyal sigortalı olarak çalışıyor. 158 bin 231 insanımız ise işsiz.
Eğitimle ilgili sayılara bakıldığında, 2009 itibariyle öğrenim amaçlı gelenlerin sayısı 1,996. Bu sayı içerisinden 920 kişi üniversite, 258’i yüksekokul mezunu. Araştırmaya göre, günümüzde Almanya’da yaklaşık 10 bin Türk doktor, mühendis ve hukukçu çalışıyor. Okullardan diploma almadan ayrılanların oranı ise yüzde 22.</p>
<p>Entegrasyon mu tedavi mi? Bu, ilk ziyaret duraklarından biri olan Neumark İlköğretim Okulu’nda da göze çarpıyor. Her ne kadar entegrasyon için örnek olarak görülse de okulda Alman öğrenci olmaması, yapılmaya çalışılanın ‘entegrasyon mu yoksa bir tedavi programı mı’ olduğu sorusunu akla getiriyor. Göçmen çocuklarının okuduğu okulda yaklaşık 300 öğrenci var ve yüzde 75’i Türkiye göçmenleri. Diğerleri Arap, Rus ve Balkan. Okul müdiresi Claudia Nicolai, okulda başörtüsünün yasak olduğunu ancak bunun yanında başa takılan her türlü materyalin yasak olduğunu anlatıyor. Nicolai okulda neden Alman çocukların olmadığı sorusuna yanıt vermekte zorlanırken, “Alman aileler çocuklarını göçmen çocuklarıyla birlikte okula göndermek istemiyor. Ben de çocukları zorla alıp getiremem. Bazı siyasi uygulamalar sorunlu. Bunu kabul ediyorum” demekle yetindi.
Bir diğer ziyaret merkezi ise Komşu Buluşma Merkezi. Göçmenlerin yoğunluklu olarak yaşadığı semtlerdeki bu merkez sadece Türklerin değil, diğer göçmenlerin de buluşma noktası. Merkez müdürü Hamad Nasser, bir Filistinli. Nasser, değişik kültürlerden ailelerin bir araya geldiği merkezlerde Almanca derslerinden, ebeveyn kurslarına ve göçmen çocuklarının ev ödevlerine kadar bir dizi etkinlik hayata geçirildiğini söyledi. Nasser, bu merkezler sayesinde değişik etnik kökenlerden insanların birbirinin kültürünü tanıma ve benimseme imkânı bulduğunu anlattı.</p>
<p>Türkler artık çok oldu Almanya Türk Toplumu Federal Başkanı Kenan Kolat, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin durumunu net biçimde ortaya koyuyor. Kolat, Almanya’daki en etkili Türkiyelilerden biri. Türkiyelilerin durumunu anlatırken “Bunları benim ağzımdan yazabilirsiniz, kimseden korkum yok” demesi, verdiği bilgilerin de Alman hükümeti tarafından kabul görmediğini gösteriyor aslında. Kolat, “Artık Almanya’da yaşayanlara gurbetçi demek imkânsız” diyerek başlıyor sözlerine. Kolat, yaşanan temel sorunun sosyal içerikli olduğunu belirterek, “Biz buna kümülatif alt tabaka sorunu diyoruz. Aslında 50 yıldır gelinen bu süreç, bir başarı öyküsü. Çünkü tüm olumsuzluklara ve eğitim sisteminin orta sınıfa yönelik bir sistematiği olmasına karşın Türk toplumu, kendisini beklenenin çok üstünde geliştirdi” diyor.
Hem Türkiye’de hem Alman toplumunda genel algı olarak dile getirilen ‘Türklerin gelişmediği ve yerinde saydığı’ savının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Kolat, “Bunu bilimsel veriler gösteriyor. Almanya’da sayıca fazla olduğumuz için göze batıyor. Biz ülkenin siyasetine daha çok ilgi göstermeye başladık. Bu ilgi, son yıllarda yoğun biçimde arttı. Almanya’da yaşayanlar, aslında ulusalcılığa şiddetle karşı durur. Ancak göçmen toplumların yavaş yavaş söz sahibi olmaya başlaması, üst kesimlerde ‘Siz de çok oldunuz, her şeye girmeye başladınız’ tepkilerini getirmeye başladı” dedi.</p>
<p>‘Uyum, katılım demektir’ Bu noktada yeni ırkçılığın mimarı sayılan Thilo Sarrazin’i anımsatan Kolat, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ben bu kitabı Almanya’daki kişilik ve kimlik arayışının bir biçimi olarak tanımlıyorum. Kitap ilk çıktığında, toplumdan olumlu tepki aldı. Bu, Alman kimliğinin Müslüman ve Türk kimliğini reddederek buluşmasıyla ilgili. Aslında çok da tehlikeli. Almanya’da ırkçılık hep vardı ama korsan ırkçılıktı; marjinaldi. Korsan ırkçılığı kravat ırkçılığına dönüştü. Bu da korkutucu bir gelişme.”
Hükümetin entegrasyon çalışmalarına yanlış bir noktadan başladığı konusu, pek çok Türkiye vatandaşının olduğu gibi Kolat’ın da eleştirdiği bir nokta. Kolat, “Hem Alman hem de Türk toplumunun kafası karışık. Şunu söylemek gerekir ki uyum, katılımdır. Katılım hukuksal, sosyal, eğitsel ve ekonomik boyutludur. Almanya’da Alman vatandaşı olmayanların yerel seçimlere katılma hakkı yok. Bu insanlarda artık çift kimlik oluşuyor. Biz Almanya’daki Türk toplumuyuz. Türkçenin burada kabul edilmesini istiyoruz. Kültürel katılımda da eksiklikler var” dedi.</p>
<p>‘Lezbiyen olunca Almancayı da öğrenmiş oldum’
Türk kökenli vatandaşlardan olan DJ İpek İpekçioğlu, Almanya’daki lezbiyen, transseksüel ve diğer grupların sözcüsü. Yıllarca Almanca öğrenemeden yaşayan İpekçioğlu, Türkiyeli kimliğiyle giremediği Almanların arasına lezbiyen kimliğiyle girmiş. Kendisini ‘ikinci nesil’ olarak tanımlayan İpekçioğlu, entegrasyonun tek taraflı olamayacağını savunuyor ve ekliyor: “Çocuklar 12-13 yıl boyunca okula gidip Almanca öğrenemiyorsa, 50 yıldır Almanya’da oturan biri hâlâ konuşamıyorsa, bu sadece onun suçu değildir. Ben farklı tercihlerim olduğunu fark ettim. Lezbiyenler dünyasında fazla Türkçe bilen yok. Benim Almanca öğrenmem için lezbiyen olmam gerekiyormuş.”</p>
<p>‘Esas Türkiye’de rencide edildik’
Ayten Fırat 1969’da Malatya’dan gelmiş Almanya’ya. Almanya’dan ziyade Türkiye’de rencide edildiğini söyleyen Fırat, “Tatile giderdik, arkamızdan ‘Çoban kepeneğini atmış gitmiş, Mercedes’e binmişler’ diye laf atarlardı. Türkiye’de böyle şeyleri çok yaşadım. Her dönüşümde ağlardım. Vatansızlığı hissettim. Sendika temsilcisiydim. Türk kadın işçilerin haklarını söke söke alırdım. Fakat Türkiye’de kadın olduğum için sözüm geçmezdi. Maaş günü geldiğinde kapıda erkekler beklerdi. Türk kadınları da maaş zarflarını erkeklere verirdi” diyor.</p>
<p>‘Yemek yapmayı bizden öğrendiler’
Rabia Dedeoğlu Ankara’da PTT memuruyken, 1969’da ilk kadın işçilerle birlikte Almanya’da yeni bir yaşama yelken açmış. Ardından eşi ve çocukları gelmiş yanına. Dedeoğlu, “Her şeye rağmen değdi. Çocuklarım şimdi iyi yerlerde” diyor. Dedeoğlu, hikâyesini şöyle anlatıyor: “İlk geldiğimizde şaşırdık. Ne tuvalet vardı ne banyo. Plastik leğenlerde yıkanırdık. Yemek yapmayı bile bilmezlerdi, bizden öğrendiler. Hepsini sonradan yaptılar, şimdi bizi beğenmiyorlar. Entegrasyon ise gerekli. Keza Almanca öğrenmek de. İlk geldiğimde sıkıntı çektim ama şimdi rahatım.”</p> - Bundestag Bld Berlin ftr

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir