Ergenekon Davası kapsamında 26 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye olan Genel Kurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ’un cumhurbaşkanlığı adaylığını konu yaptığımız “Çankaya’da idamlık bir cumhurbaşkanı” başlıklı yazımız, okuyuculardan oldukça yoğun ilgi gördü. Yorum yapan okuyucularım oldu. Yorumlar genelde müspet olmakla birlikte, olumsuz yorum yapan bazı okuyucularımız da oldu. Olumsuz yorumlar, daha çok Sayın Başbuğ’un, 2008 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla gerçekleştirdiği İsrail ziyareti sırasında meşhur “Ağlama Duvarı”nı ziyaret ederek orada tıpkı Yahudiler gibi ellerini duvara dayayarak dua etmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Tıpkı Sanal Ergenekon Davası’nın önyargılı yargıçları gibi, bazı okuyucular da dinci “Vakit” gazetesinin yapmış olduğu ve “Ağlama duvarında bir bürokrat” manşetiyle verdiği taraflı yayından hareketle bu konuya dikkat çekmişler.
Oysa İlker Başbuğ’un yaptığı, son derece sıradan bir harekettir. Tıpkı yabancı devlet adamlarının, Türkiye’ye yapmış olduğu resmi ziyaretler sırasında Türkiye’nin tarihi ve turistik yerlerini gezdikleri gibi Sayın Başbuğ da İsrail’e yapmış olduğu resmi bir ziyaret sırasında üstelik sivil giysilerle Kudüs’te bulunan tarihi yerleri gezmiştir. İlker Başbuğ, bu ziyaret sırasında sadece Yahudilerin kutsal mekanı olan “Ağlama Duvarı”nı ziyaret etmekle yetinmemiş, Müslümanların kutsal mekanı olan “Mescid-i Aksa”yı da ziyaret ederek burada namaz kılıp, dua etmiştir(1).
İlker Başbuğ Mescid-i Aksa’da
İlker Başbuğ: Türk ve Müslüman Olmakla İftihar Ediyorum
Milli Ordu’ya operasyon amacı taşıdığı, artık operasyonun kotarıcıları tarafından da kabul edilen Ergenekon Davası’nın önyargılı yargıçları da bizim bazı okuyucular gibi düşünmüş olacaklar ki; İlker Başbuğ’a ilk soruları “Ağlama Duvarı” konusu olmuş!
“Bu konunun yargılama konusu iddialarla ne gibi bir irtibatının olduğunu anlayamadığını, insanların inançlarının ve etnik kökenlerinin diğerleri tarafından sorgulanmasının, her şeyden evvel bir insanlık suçu olduğunu” söyleyen İlker Başbuğ, kendi adına kurulan internet sitesinde konuya ilişkin olarak şu açıklamayı yapmıştır:
“İslam dinini en son ve en mükemmel din haline getiren en önemli nedenlerden birisi, kutsal dinimizin, dini Allah ile kul arasında olan bir konu olarak kabul etmesidir. Bu nedenle, Allah ile onun kulu arasına girmeye cesaret edenler, bu yetkiyi nereden almaktadır? Musevilik semavi dinlerden birisi olup Kudüs’teki ağlama duvarı da kutsal bir yerdir. Bu kutsal yeri ziyaret eden herkesin Musevi olabileceklerini ileri süren cahiller, herhalde İstanbul’da Sultanahmet Camisi’ni ziyaret edip, orada dua eden herkesin de Müslüman olduğunu mu düşünüyorlar?
Bugün ben Türklüğümle ve elbette Müslüman olmamla da iftihar ederim. Aynı gezi esnasında dinimizde özel bir yeri ve anlamı olan Mescid-i Aksa’yı da ziyaret etmiş olmaktan mutluluk ve huzur duydum. Ancak, benim Türklüğümle ve Müslüman olmamla iftihar etmem, bu ülkenin vatandaşı olsun olmasın farklı etnik köken veya dini inanca sahip olan kimseleri küçümseme ve onların bu durumlarını sorgulama hakkını da bana vermez. Herkes Türk Milletinin bir bireyi olmaktan ve kendi etnik kökeni, dini inancıyla gurur duymalı ve övünebilmelidir.”(2).
İlker Başbuğ, gerçekten de doğru söylüyor. Bir insan Ağlama Duvarı’nı ziyaret etmekle Yahudi, Don Katedrali’ni ziyaret etmekle Hıristiyan, Sultanahmet Camii’ni ziyaret etmekle Müslüman olmaz. Eğer öyle olsaydı; Sultanahmet Camii’nin ziyaret eden onca gayrimüslim devlet adamının yanı sıra Papa 16. Benedictus‘un da Müslüman olması gerekirdi. Zira Aralık/2006’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında o da Sultanahmet Camii’ni ziyaret etmiş, üstelik caminin mihrabının önünde “Huzur Duruşu” adı verilen ve tıpkı namaz kılar gibi İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı ile birlikte kıyama durarak dua etmiştir. Aynı ziyareti Mart/2010’da Almanya Başbakanı Angela Merkel de yapmıştır. Ancak hiç kimse onları Müslüman olmakla suçlamamıştır.
Ağlama Duvarı’nı ziyaret ettiği için İlker Başbuğ’u suçlayanların, 1998 yılında Vatikan’ı ziyaret ederek Papa II. John Paul’le görüşen Fethullah Gülen’i, yine 2000 yılında aynı ziyareti gerçekleştiren dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ı tenkit etmemeleri anlaşılır gibi değildir. Öte yandan İlker Başbuğ’u, Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti diye suçlayanların, 2005 yılında Yahudilerce “Üstün Cesaret Ödülü” verilen Tayyip Erdoğan’ı ve 2010 yılında İngiltere’de Kraliçe’nin elinden “Dizbağı Nişanı” alan Abdullah Gül’ü görmezden gelmeleri tam bir ikiyüzlülüktür.
Geçenlerde Habertürk TV’de yayınlanan ve Pelin Çift tarafından sunulan “Öteki Gündem” isimli programda “Ağlama Duvarı” ve “Mescid-i Aksa” konu edilmişti. Programda görüntüler de vardı. Ağlama Duvarı’nın önünde dans edenlerden, ibadet edenlere ve dilek dileyenlere kadar herkes vardı. Programa konuk olan gazetecinin anlattığına göre; Ağlama Duvarı, aynı zamanda tıpkı bizim “Oruç Baba” ve “Zuhurat Baba” türbeler gibi dilek dileme yeriymiş de. İnsanlar, o duvarın önünde dilek de diliyorlarmış. Hatta dileklerini yazarak duvarın yarıklarına sıkıştırıyorlar, görevliler de zaman zaman gelip o dilek kağıtlarını toplayıp bir yerlere gömüyorlarmış. Dolayısıyla; Org. İlker Başbuğ’un, böyle bir mekanı ziyaret etmesinde ve orada dua etmesinde hiçbir beis yoktur. Üstelik, tahrif edilmemiş Yahudilikr Semavi din, tahrif edilmemiş Tevrat da semavi bir kitaptır. Bizim dinimize göre; Yahudiler ve Hıristiyanlar da “Ehl-i Kitap” sayılırlar ve mesela bizim dinimize göre; ehli kitaba mensup olanlarla(Yahudilerle ve Hıritiyanlarla) evlenmek ve onların kestikleri hayvanların etlerini yemek caizdir.
Şahsen, tıpkı 5 kez hacca gidip İslam’ın kutsal mekanları ziyaret ettiğim gibi; fırsat ve imkan bulsam, ben de gider Notre Dame Kilisesi’ni, Don Katedralini ve Mescid-i Aksa ile birlikte Ağlama Duvarı’nı gezerdim. Her olur olmadık yerde ve en küçük bir harekete bile, Hz. Peygambere ait olduğu söylenen “Kim bir kavme benzerse o, o kavimdendir” hadisinden hareketle, türlü türlü yaftalamalarda bulunmak gerçek Müslüman’a yakışmaz. Bu, ancak cahillerin, fitnelerin ve münafıkların yapacağı şeylerdir.
Dizbağı Nişanı
Tayyip Erdoğan’a Yahudilerce verilen “Üstün Cesaret Ödülü”nü başka bir yazı konusu yapmak üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından verilen “Dizbağı” nişanı hakkında bir miktar bilgi vermek isterim. Bu ödülün mahiyeti hakkında, ödülün verildiği tarihlerde epeyce yazıldı, çizildi Türkiye’de.
Umumiyetle “Dizbağı” nişanı olarak da bilinen bu nişan hakkında bir internet sitesinde şu bilgilere yer verilmektedir:
“İngiltere’nin en büyük nişanıdır. 1348′de Kral III. Edward tarafından ihdas edilmiştir. Öteki nişanlar gibi, Dizbağı nişanı da ancak, hükümdar tarafından, pek büyük tarihi hizmet görenlere verilir. Sol diz üzerine takılır; takan kraliçe ise, dize değil, kola iliştirilir. Bu nişanın ortaya çıkmasına şöyle bir olay yol açmıştır: Bir baloda, Salisbury Kontesi, Kral III. Edward’la dans ediyordu. Bir ara, kontesin çorap bağı çözülmüştü. Kontes bundan utanmış, eğilip bağı yerden alamamıştı. Bunun üzerine Kral, Kontes’in utancını gidermek için, eğilip bağı kendisi aldı, göğsüne taktı. Edward’in gösterdiği bu incelik asiller arasında pek beğenildi. Ondan sonra, Dizbağı nişanı ortaya çıktı.”(3).
Yazar Ahmet Dursun, kendi bloğunda yayınladığı “İngiliz Kraliçesi Abdullah Gül’e ne taktı?” başlıklı yazısında şu bilgileri derlemiş:
“Kraliçe, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ‘Büyük Şövalye Nişanı’ taktı… ‘Büyük Şövalye Nişanı’(?) Bizim, mütareke basınının çevirisi böyle. Orijinal İsmi: ‘Knight Grand Cross of the Order of the Bath’ Şimdi, siz çevirin. Bakalım, yukarıdaki gibi masum bir ‘Nişan’ mıymış. Bu kutsal (!) ‘nişan’, İngiltere’nin en önemli devlet armağanı, Hıristiyanlığın da. Çünkü, gördükleri önemli işlerden dolayı, kişileri onurlandırmak için veriliyorlar. Ama yalnızca, Ulu Haç (grand cross) için mücadele verenlere. Nişan da ana tema, Haç! Haç’ın ortasında üç taç, Merkezden dışa doğru ise ‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ ifadesi olan güneş sembolü var”(4).
Gül’ün kabul ettiği “Dizbağı Nişanı”nı Atatürk Kabul etmemişti!
Ulusal Strateji Merkezi-USMER İstanbul Başkanı Haluk Dural, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth tarafından, İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış kişilere, yani ‘adanmış kişilere’ takılan ‘Knight Grand Cross of the Order of the Bath’ (Ruhani Safiyet Derecesinin Şövalye Büyük Haç Nişanı) nişanının, Gül tarafından taşınmasının anayasa aykırı olduğunu” iddia ediyor(5). İşte bunun içindir ki; Mustafa Kemal Paşa 1932 yılında kendisine verilen bu nişanı geri çevirmiştir! Konuya ilişkin bilgiler şöyledir:
“1932 yılının Ağustos ayında çok sakin geçen bir Çankaya sofrasında Atatürk okuduğu gazetede İngiliz gazetesine dayandırılan bir haberde ‘İngiltere hükümeti Atatürk’e Dizbağı Nişanı verecekmiş’ şeklinde geçen bir haberi İnönü’ye gösterir. Aslında böyle bir teklif yoktur. İnönü haberin hemen tekzip edilmesi gerektiğini Atatürk’e söyler. Atatürk ise tekzip edilsin fakat tekzip metnine ‘Zaten İspanya kralından arta kalan böyle bir nişan, Türk Reisicumhuru’na verilemez. Verilecek olsa bile Türkiye Reisicumhuru o nişanı kabul etmez’. diye bir cümle eklenmesini ister. İnönü ise nişanın verilmesi söz konusu değilken, verilse de almayız demenin gereksiz olduğunu ifade eder. Bunun üzerine Atatürk ‘Sen benim dediğimi ilave et. İngilizler beni sever. Onlar benim için Loyt Corc’u bile attılar’ der. İnönü, kızgın bir üslupla: ‘Loyt Corc atılmadı, siyasetinde başarılı olamadığı için kabineden çekildi’ diye karşılık verince Çankaya sofrasında ortam bir anda gerilir. Atatürk öfkelenir ve ‘İsmet Paşa’nın itirazının sebebini anlıyorum. Geçen gün İktisat Vekili’ne yaptığım muameleye kızdı’ der”(6).
Anlaşılacağı gibi; 2010 yılında Gül’e verilen nişanın 1932 yılında Mustafa Kemal Paşa’ya verileceği konusunda bir haber çıkmış, Mustafa Kemal Paşa da bu konudaki hassasiyetini dile getirmiştir. Efendim, verilmesi mevzubahis değildi, sadece bu konuda bir haber çıkmış vs. demenin hiçbir anlamı yok. Bu konuda çıkan bir gazete haberi bile devletin katında tartışma konusu olmuş ve verilmesi halinde ortaya konulacak tavır önceden belli edilmiştir.
Gül’e Verilen Dizbağı Nişanını İngiliz Casusu Albay Lawrence Bile Kabul Etmemiştir!
Bırakın Mustafa Kemal Atatürk gibi devlet kuran bir dehayı, Arap dünyasını Osmanlı’ya karşı ayaklandıran ve Osmanlı’yı arkadan vurmalarına sebep olan Thomas Edward Lawrence bile kabul etmemiştir bu nişanı! Tarihçi Cemal Kutay, Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Kuşçubaşı’ndan naklen hadiseyi şöyle nakleder kitabında:
“İngiltere Başvekili Loyt Corc’la, Bahriye Nâzırı Vinston Çorçil gibi iki değişmez hayranının saray nezdinde yaptıkları sürekli girişimler sonucu Büyük Britanya Kralı ve Hindistan İmparatoru olan Beşinci Jorj’un, Lavrens’e meşhur “Diz Bağı” nişanının “Kuğu Kuşlu” sunu vermeye razı olduğunu ve ödül verme merasimi sırasında Lavrens’in âdet gereği kralın önünde diz çökmesi gerekirken bunu yapmadan ilerledikten sonra hayret dolu bakışlar altında bizzat kralın elindeki nişanı eliyle reddederek: ‘Haşmetmeâb!.. Ben sizin hükümetinizin verdiği söze istinat ederek, dünyanın bize inanmış uzak köşelerinde yaşayan insanlara teminat verdim, onları istediğiniz yola sevk ettim. Fakat şimdi sizin hükümetiniz bu sözlerini inkâr ediyor. Oralarda, bir yalancı olarak anılmaya mahkûm edilmiş bir emektarınızın göğsüne, haşmetlû Büyük Britanya’nın bu en büyük nişanını, asalet ve sözün kaynağı ellerinizle takarak sizi zor vaziyette bırakmaktan nefsimi men ediyorum…’ dedikten sonra, ‘Nişanını takmak üzere üç adım atarak, bir ferde en büyük iltifatı göstermiş olan kralını şaşkın ve çaresiz bırakarak, sert adımlarla merasim salonunu terk etmişti…”(7).
Berkin Alevi Esma Sünni Olduğu İçin mi Bütün Bunlar?
Dolayısıyla; Türk Milleti’ni ayrıştırmak ve Türk Vatanı’nı parçalamak maksadıyla yazılmış büyük bir senaryonun parçası olarak, Milli Ordu’ya kurulmuş kumpasın adı olan Ergenekon Davası kapsamında, üstelik de “Terör Örgütü Lideri” olarak tutuklanıp 26 ay hapis yattıktan sonra tahliye edilen Sayın İlker Başbuğ’u, kıytırık iddialarla itham edenlerin, dönüp kendilerine ve taparcasına peşinden gittikleri adamlara bakmalarında fayda vardır. Onlar ki; Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın cesedi musallada iken, bu gence rahmet ve ailesine başsağlığı dilemek yerine, aylar önce benzer bir olayda ölen 18 yaşındaki Mısırlı Esma’ya olan üzüntüsü dile getiriyordu Siirt şehir meydanında. Sebep, Berkin’in Alevi, Esma’nın İhvan mensubu Sünni bir Müslüman olması mı dersiniz? Doğrusu; çok acı olaylarla imtihan oluyoruz bu günlerde çok! Allah sonumuzu hayreylesin.
İstiklal Marşımızın kabulünün 93. yıldönümü vesilesiyle yazımızı Merhum Mehmet Akif’in duasıyla bitirelim: “ALLAH BU MİLLETİ BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZMAK ZORUNDA BIRAKMASIN…”
1-http://www.zaman.com.tr/gundem_ilker-basbug-mescid-i-aksada_705322.html,
2- &
3-http://www.nkfu.com/dizbagi-nisani-nedir/
4-http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1447.0,
5-http://www.odatv.com/n.php?n=abdullah-gul-o-madalyayi-tasiyabilir-mi-1611101200,
6-http://www.dunyabulteni.net/haber/165171/dizbagi-nisani-tartismasi-neydi-
7-Cemal Kutay, Lavrense Karşı Kuşçubaşı, Neşreden: Mustafa Unan, Tarih Yayınları Müessesesi, İstanbul, 1965, s. 199-204.
Bir yanıt yazın