Anglosakson Dünyasında Kadın Haklarının Gelişimi

Bize göre, Laik Cumhuriyetin en önemli olayı Atatürk’ün teşvik ve yönlendirmesi ile çağdaş bir “Medeni Kanunun” kabulü ve kadın erkek eşitliğinin yasalarla teminat altına alınmasıdır. Türkiye’de kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olması tamamen Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün bir eseri ve göstergesi olarak Hükümet ve TBMM tarafından verilmiştir.
Daha önceki bir yazımızda genellikle Fransız İhtilali döneminde Avrupa kadınlarının verdiği, çoğunlukla giyotinde kafalarının kesilmesi ile sonuçlanan çetin mücadeleleri izledik. Bu yazımızda da Anglo-Sakson dünyası kadınlarının verdiği olağanüstü mücadeleyi özetle sizlere sunmak istiyoruz.
Jeremy Bentham ve John Stuart Mill kadınların vatandaşlık haklarına sahip olmalarını savunmuş ve “İnsan ırkının bu yarısını, moral açısından erkeklere eşit” saymakta olduklarını söylemişlerdir. J.S.Mill “Kadınların Boyun Eğmişliği” ( Subjection of Women) başlıklı kitabında, kadınların oy hakkı kazanmalarını, hukuk sistemine dâhil edilmelerini, siyasal, medeni ve toplumsal tüm haklara toplumdaki tüm erkek vatandaşlarla eşit bir şekilde kavuşmalarını bir özgürlükçü talepler dizisi olarak sunmaktadır. O, Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde “ doğuştan tabii haklar” olarak tanımlanan hakların yalnız bir tek cinse ( erkeklere) özgü olamayacağını ileri sürmekte, “ cinsiyet aristokrasisini” şiddetle reddetmekte, erkeklerin hukuk ve siyasal pratikte kadınlar üzerindeki iktidarlarını “Medenileşmiş toplumun sonuncu zorbalığı” olarak nitelemektedir.(1)
Amerikan tarihinde kadın hakları mücadelesi, köleliğe karşı verilen mücadeleye paralel bir şekilde yürütülmüştür. İlk kadın hakları toplantısı 1848 yılı Temmuz ayında Newyork ‘ta bir Metodist kilisesinde yapıldı. Bu toplantının önde gelen kişileri Elisabeth Candy Stanton ve Lucretia Mott idi. Her ikiside köleliğe karşı olan derneklerde etkin bir şekilde çalışan bu iki kadın, ünlü Duygular Bildirisini ( Declaration of Sentiments ) ve amaçlarını dile getiren bir bildirge hazırladılar.
Bu bildiride “Tüm erkek ve kadınların eşit yaratılmış olduklarını, doğuştan apaçık bir gerçek olduğunu kabul ediyoruz. Yaratan onlara kesin ve dokunulmaz bazı haklar bağışlamışlardır. Bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve mutluluğu izleme hakkı vardır… İnsanlık tarihi, erkekler tarafından kadınlara karşı yenilenerek işlenmiş suç ve baskıların dolu olduğu bir tarihtir. Çünkü erkekler kadınlar üzerinde doğrudan ve mutlak bir zorbalık yönetimi kurmuşlardır” deniliyordu.(2)
Amerikan İç Savaşının (1861–1865) en önemli nedenlerinden biri köleliğin kaldırılması olayı idi.(3) Savaş sonunda Anayasa’da yapılan bir değişiklikle köleliğe son verilip, zencilere oy hakkı tanındığı halde bütün mücadelelerine rağmen kadınlar bu haktan yoksun bırakıldılar. Kölelere tanınan haklar annelerden esirgendi. (4)
Elisabeth Candy Stanton ve arkadaşları Newyork’ta yapılan toplantıdan önce bir büyük hamleye daha imza attılar ve 1845 yılında “Kadınların İncilini” (Women’s Bible)’ı yayınladılar. Bu kitapta hemen hemen bütün tek tanrılı dinlerde ortak olan Âdem ile Havva öyküsü farklı bir şekilde yorumlanıyordu. Esasta Havvanın davranışı Âdemin davranışından daha üstün bir değer taşıyordu. Yasak sadece Âdeme konmuştur ve o her şeyi sessizce izler, araya girmemiş ve eşini soğukkanlılıkla ele vermiştir. Bu kabul edilemez bir davranıştır ve cennetten kovulma olayının esas suçlusu Havva değil âdem’dir. Bu olayı (5) yorumlayanlar açıkça Havaya haksızlık yapmışlardır
1890 yılında kadınlar kendilerine karşı olan tutum ve davranışların ana nedeninin kutsal kitaplar olduğunu görünce, bu konuyu yeniden ele alıp meselenin üstüne gitmeğe karar verdiler ve “İncili gözden geçirme komitesi” ni kurdular. Bunun yanında aynı yıl kurulan “Amerikan Ulusal Kadın Oy Hakkı Derneği” (National American Women Suffrage Association) ülkenin tümünde kurulan bölgesel örgütleri bir araya getirdi. 1903 yılında bir büyük hamle daha yapılarak “Oy Hakkı Uluslar arası Kadın Birliği” kuruldu. Böylece ABD’de sağlanan güç birliği sayesinde, 1914’den itibaren bir kısım Batı eyaletlerinde, 26.8.1920’den itibaren de bütün ülkede kadınlara oy verme hakkı sağlandı.(6)
İngiltere’de kadın hakları konusundaki çalışmalar 1870lerde yeniden hız kazandı. Emma Peterson 1874 de “ Kadın Sendikalar Birliğini” kurdu. 1897 yılında Milicent Fawcett kısa adı NUWS olan ve şiddete başvurmak istemeyen ve yasal yollardan çalışmayı öngören “Kadınların Oy Hakkı İçin Ulusal Birlik Komitesini” (National Union For Women Suffrage) kurdu. 1903 yılında Emmeline Goulden Pankhurst (1858–1928)’ın başını çektiği, kısa adı WSPU olan “Kadınların Siyasal ve Sosyal Birliği” ( Women Social And Political Union) yaptığı çalışmalardan sonuç alamayınca, eylemlerini sertleştirme kararı aldı ve oy hakkını taviz vermez bir şekilde savundular.
Bu mücadeleler sırasında da belirli bir süre sonra şiddete başvurmaktan başka çare kalmadığını anladılar ve şiddete başvurdular. Bombalamalar, vitrin camlarının kırılması, mitingler, açlık grevleri, kundaklama eylemleri sık sık başvurulan ve bir biri peşine sıralanan olaylar oldu. Bayan Pankhurst birkaç defa tutuklandı ve hapis yattı. Olayları tartışan Avam Kamarası üyeleri 1913 yılında kadınlara oy hakkı verilmesini yine kabul etmedi.(7)
Bu karar kadınları o kadar rahatsız etti ki bir ay geçmeden 1913 Haziran ayında, Emily Davison adlı bir İngiliz kadını bu durumu protesto etmek için Epsom’daki at yarışlarında kendini yarış için koşan atların arasına atarak yaşamını kaybetti. (8)
Emmeline Pankhurst ve kızı Chiristobel, barışçı Suffrage akımını şiddet hareketine dönüştürünce bütün İngiltere ayağa kalktı ve gelişmeler sonunda anti feminist bir kişi olarak tanınan dönemin Başbakanı Asquit 1917 yılında Kadınlara oy hakkı vermek mecburiyetinde kaldı. 6 Şubat 1918 tarihinde kabul edilen seçim yasasına göre kadınlar bazı şartlarla oy verme şansına sahip oldular. Oy hakkı sadece; 30 yaşını geçen, mülk sahibi veya mülk sahibi ile evli olan, haftada en az 5 pound gelir getiren bir işte çalışan ya da üniversite mezunu olan kadınlara veriliyordu. Diğer kadınlar yine bu haktan mahrum bırakılmışlardı.(9)
Bu amaca dahi ulaşabilmek için kadınlar yaklaşık 70 yıllık bir mücadele vermiş ve Parlamentoya 2584 kere başvurmuşlardı.(10)
Almanya’da kadınlar yoğun çalışmalardan sonra ancak 1865 yılında “ Kadınlar Birliği”’ni kurabildiler. Bu ülkede kadınların medeni ve siyasal haklara sahip olması konusunda verilen mücadelenin liderliğini İşçi Hareketi üstlenmiş gibiydi. 1893’te Berlin’deki kızların Bakalorya elde etmelerine olanak tanıyan ilk dershaneler açıldı. İlk kız lisesi de Karlsruhe’de kuruldu. Kadınlar büyük mücadeleler sonucunda 1901 yılından itibaren Üniversitelerin bütün dallarına kayıt olma, 1908 yılında siyasi partilere üye olma ve 1918 yılında da oy verme hakkını elde ettiler. Weimar Anayasası kadınların erkeklerle ayni hak ve görevlere sahip olmaları gerektiğini belirtti. Geçen yazımızın konusu olan Fransız kadınları, bu hakları elde etmek için 1944 yılına kadar beklediler. (11)

DİPNOTLAR:

(1) Necla Arat: Feminizmin ABC’si, s.20 (Simavi Yayınları)
(2) Aynı Eser s,32
(3) Maurice Lengelle: Kölelik, s.39,99–100 ( İletişim Yayınları, İstanbul–1993)
(4) N.Arat s.33
(5) Ney Bensadon: Başlangıçtan Günümüze Kadın Hakları, s.14 ( İletişim Yayınları İstanbul–1990)
(6) Aynı Eser, s.53–54
(7) Aynı Eser, s.50
(8) N.Arat, s.28
(9) Aynı Eser, s.28–29
(10) Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt–5,s.1367 ( Arkın Kitabevi, İstanbul–1969)
(11) N.Bensadon, s.54; N. Arat s.27

Dr. M. Galip Baysan


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir