Gündemimizi önemli oranda meşgul eden, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve irtikâp gibi suçlamalar; iddianın da ötesinde bir hal almış olmasına rağmen halkımızın arasında hala “aman istikrar bozulmasın” diyenleri görüyorum.
Böyle diyen kıymetli muhteremler. Kusura bakmayın amma, sizin bozulmasın dediğiniz istikrar maalesef şunlardan mürekkeptir:
-Ülkenin iç ve dış borcu 600 milyar dolara ulaşarak, son 12 yılda tam üçe katlamıştır.
-Türk Lirası kur ayarlamaları adı altında son 6 ayda en az %35 devalüe edilmiştir. Yani paramız dolar karşısında önceki değerinin 3’te biri oranı kadar miktarda değer kaybetmiştir. Dolayısıyla alım gücümüz bir hayli azalmıştır.
-Başta teknoloji olmak üzere hemen her alanda daha fazla dışa bağımlı hale getirildik. Bunun en son acı örneği, TÜBİTAK’ çilerin, dinlenmesi zor kriptolu telefonu üreteceklere (biz üretmediğimize göre yabancılara) “5 trilyona yakın araştırma parası vereceğiz” açıklamasıdır.. Aslında “yapın ve bize teslim edin” demenin Türkçesidir. (İktidarın konuşlandırdığı Ey muhteremler siz ne diye orada durursunuz ki?..) Özetle yüzde yüz yerli bir ürünü bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
-Geçmişten beri tarım ülkesi denilen Türkiye, diğer sektörlerde olduğu gibi tarım ve hayvancılık ürünlerinde de ithale dayalı olarak tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir.. Üretimin dışına itilen köylü ve çiftçi, gittikçe yoksullaşarak perişan bir vaziyettedir.
-İşsizlik resmi rakamlara göre 11-12, gerçekte ise %20-25’lere dayanmıştır.
Ki, işsizlerin büyük bir kısmı maalesef diplomalı işsizlerdir.
-Hane halkı borcu ikiye-üçe katlanmıştır. Ayrıca kişi başı borç tutarı 6 bin dolara dayanmış. Dünyaya gözünü açan her çocuğumuz 15 bin TL borç yüküyle hayata “merhaba” demek zorunda bırakılmıştır.
-İnsanımızın büyük bir kısmı; gelirlerinin düşük olması nedeniyle kredi kartı veya bireysel ihtiyaç kredisi almaya mecbur edilmiş. Birçoğunun borçlarını ödeyememesi yüzünden icra daireleri fazla mesai yapar hale gelmiştir.
-Verilen sağlık hizmetlerinin ölçüsü tamamen ödenen paraya dayanır olmuş. Emeklisi perişan edilmiştir., Çalışanı veya emeklisine verilen düşük maaş zamlarıyla bu kesimler çay simit hesabına mahkum edilmiştir.
-Özel sektörde bile asgari ücretle iş bulabilmek için dahi iktidar mensuplarından alınacak referansa tabi olmuştur.
Devlet kadroları ise zaten sınırlı tutulmakta ve özellikle yandaşa tahsis edilmektedir.
-Dostlar bu ülkede istihdamı arttıracak hiçbir faaliyet ve yeni açılmış hiçbir fabrika yoktur. Fabrikanın yerine, AVM’ler, içinden adalet çıkmayan Adalet Sarayları. Yapımı tonlarca parayı tutup neye yaradığı belli olmayan şehir giriş kapıları, milyonlarca liraya mal olup, şimdi de yıkımına ayrı para ödenen çelik kafesler. Yağan yağmurda adeta gölcük haline gelip insanların boğulma tehlikesi geçirdiği alt geçitler yapılmaktadır.
-Bilerek ve sistemli olarak içi boşaltılan bir başkent ile başta kıyılarda olmak üzere tahrip edilen yeşil arazilerin yanı sıra talan ve yağmaya tabi tutulan Atatürk’ün mirası A.O.Ç…
-“Ben zenginimi severim” diyen malum zihniyeti aynen sürdürüp, (havuzlar falan kurup) kendi zenginlerini yaratmalar.
Bu bağlamda bütün kurum ve kuruluşların yaptığı işler ve verdikleri ihaleler denetim dışı tutulduğundan, kim nereye ne harcıyor bilinmemektedir..
-Daha düne kadar ikizkenar oldukları, bu gün ise çeşitli nedenlerle çatışıp, adına da “paralel yapı” veya “haşhaşi” yakıştırması yaptıklarının; “faaliyetlerine artık son veriyoruz” savıyla. Ordu’da, yargıda, emniyette, istihbaratta, eğitimde velhasıl bütün devlet kurumlarında, özel sektörde adeta cadı avı başlatıp, kendi adamlarını atayıp AQP yapısını iyice tahkim etmeler..
Herkesi fişlemeye veya dinlemeye geçmişten günümüze olduğu gibi kesintisiz devam etmeler. Ki, eğer öyle olmasa idi, emniyet ve yargıdaki son yer değiştirmeleri veya işten el çektirme operasyonlarını bu denli büyük bir boyutta yapabilirler miydi?
-Gazetelere ve internete çeşitli yasaklar getirerek yüz elli, iki yüz yıl sonra sansürü yeniden hortlatmalar…
-Başta TRT olmak üzere bütün medya kuruluşlarını Recep Tayyip Erdoğan’ın emrine tahsis etmeler. Muhalefetin sesine bir nebze bile olsun tahammül edemeyip, “Alo Fatih” hattını devreye sokup, “derhal yayını kesin” diye müdahale etmeler…
-Çok defalar yazdım, yazmaya da devam edeceğim. Kişiye özel kanunlar çıkartmalar…
-Güçler ayrılığı ilkesini berhava ederek bütün erkleri tek adamda toplamalar…
-Devletin bütün imkânlarını (algıları hükümet lehine etkilemek üzere) çeşitli oyunlarla iktidarın emrine verip, Başbakan ve partisinin propagandalarını bedavaya getirmek…
AQP iktidarının ve hükümetin başının, yarattığı ileri demokrasinin (!) muhteşem eserleridir.
Devam edelim…
-Teröristlere karşı amansız mücadele vermiş Engin ALAN gibi bir vatan evladını bilerek ve kasıtlı olarak içerde tutsak bırakırken.. Demokratikleşme paketi adı altında, ne kadar bölücü ve bebek katili veya yolsuz-hırsız her kim varsa, alayını serbest bırakmalar…
-Aleni olarak “Biz özerkliğimizi ilan edeceğiz” diyenleri, kovuşturmak dahi şöyle dursun, aksine bilerek sağıra yatmalar!
Öte yandan başta Güneydoğu Bölgemiz olmak üzere hemen her yerde “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü kaldırmaktan da öteye geçerek.. Türkiye Cumhuriyeti tabelalarının dahi sökülüp; özellikle bazı belediyeler olmak üzere resmi kurumlarda bile Türkçe dışında tabelaların konulduğuna şahit olunmaktadır..
Dostlar, yazımıza bir noktalı virgül koyalım ve şunu da özellikle ilave edelim…
Türk milletini “paralel yapı o yapı bu yapı” diye oyalayıp, kendi paçalarını kurtarmaya çalışırlarken. Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti toprakları yabancılara hâlâ peşkeş çekilip; parsel parsel satılmaktadır haberiniz olsun!
Çünkü dedik ya, ne kaydı var ne de artık denetimi…
Bitirirken, birilerinin aniden yapılan baskın esnasında yakalanma telaşıyla, paralarını ayakkabı kutularına istiflemelerine veya bildik bir mahdumun “ aman avrolarla yakalanmayalım” diye çanta veya araçlarla sağa sola dağıttıklarına ilişkin iddiaların da soruşturulmasının önüne geçerek adalet terazisinin şaşmasına neden olduklarını bir kez daha vurgulayalım!
Hülasa. Ey “istikrar bozulmasın” diyenler. Seçim sonrası kaldıramayacağınız oranda ve iğneden-ipliğe kadar ne varsa, her şeye büyük bir zam yağmurunun sizleri beklediğini bilhassa hatırlatarak diyorum ki,
“İstikrar, istikrar” dediğiniz eğer buysa ve böyle bir olumsuz tabloyu veya böylesi istikrarı(!) yıllardır bize yaşatan iktidara; “batsın böyle istikrar” diyerek gerekli cevabı vermek gerekmiyor mu?
Bence gerekiyor ve işte fırsat 30 Mart’ta önünüzde…
Yeni bir yazımızda buluşmak üzere esen kalınız…
Bir yanıt yazın