Azerbaycan’a İlişkin Naçizane Gözlemler…

Eski Sovyet ülkelerinde neredeyse 1993 yılından bu yana zaman geçiriyorum. - 251110 oguzEski Sovyet ülkelerinde neredeyse 1993 yılından bu yana zaman geçiriyorum.

Önce genç bir akademisyen, sonra da yaşı kemâle ermekte olan bir gazeteci olarak…

Tacikistan gibi ne yazık ki bugüne kadar hiç fırsat bulamadığım ya da Ermenistan gibi gitmek istesem de Ermeni dostlarımızın görüşlerime olan ılımlı ve hoşgörülü(!) yaklaşımı sebebiyle bir türlü cesaret edemediğim ülkeler hariç, eski birlik cumhuriyetlerindeki izlenimlerim, bana önemli bir ders verdi: Bu coğrafyada yer alan bir ülke hakkında asla başkentlere bakarak karar verme!

Çünkü başkentler okyanusta yer alan mini minnacık bir adadır ve aldatır.

Bir ülke hakkında sağlıklı karar vermek için gerçekten de o ülkenin içlerine gitmek ve başkent dışında yer alan şehirleri gözlemlemek gerekir. Mesela sadece Moskova’ya bakarsanız, Rusya’nın artık birinci sınıf Batılı bir ülke olduğuna kanaat getirirsiniz. Oysa bugün Rusya’nın en ciddi sorunlarından biri bölgeler arasındaki eşitsizliklerdir. Hatta bir uçurumun varlığından bile söz edilebilir.

Geçmişte aynı durum Azerbaycan için de söz konusuydu.

Geçmiş derken uzak geçmişi kastediyorum.

Ben Azerbaycan’a ilk 1993 yılında geldim. Ata topraklarını merak eden genç bir öğrenciydim. O yıllar çok çetindi. Ülke sadece Ermenilerle değil, aynı zamanda kendi kendiyle de savaşıyordu.

1995 yılında ise ülkenin önemli bir kısmını gezme fırsatını buldum. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’nın seçim gözlemcisiydim ve yanımda Alman bir hanımefendi ile bize verilen görev uyarınca bayağı dolaştım. Rahmetli Haydar Aliyev daha yeni yeni iktidarını pekiştiriyor ve bir yandan da var gücüyle yaraları sarmaya çalışıyordu. Hiç unutamadığım şey, topraklarından edilmiş mecburi göçkünlerin vaziyetiydi. Onlarla birlikte ben de ağladım.

Sonraki yıllarda Azerbaycan hakkında ahkam kesen Batılı dost ya da meslektaşlarımla çok fikrî kavgam oldu. Onlara, ısrarla, nüfusunun sekizde biri mülteci olmak zorunda kalan bir ülkenin hiç karşı karşıya olduğu sorunları, bu sorunların devasa yükünü anlayıp anlamadıklarını sordum.

Bazıları anlamıyor, diğerleri ise anlamak istemiyordu.

Yaklaşık son üç aydır ise, üzerinde çalıştığım mecburi göçkünlere ilişkin bir proje çerçevesinde gene iç Azerbaycan’ı gezme fırsatını buldum.

Gezdikçe de şaşırdım ve gurur duydum. Bu süre zarfında iki çarpıcı gözlemde bulundum:

Bölgelerde ciddi bir iktisadî hareketlilik söz konusu. Sermaye birikmeye başlamış. Sermaye biriktikçe de Sovyet dönemine özgü kasvetli yerleşim yerlerinin yerini ışıl ışıl şehirler almış.

Ancak en önemlisi insanlardaki özgüven.

Özellikle işgal altındaki topraklar söz konusu olduğunda… Örneğin; en çok, “Âlî kumandanın bir sözüne bakıyoruz” cümlesini işittim.

İnsanlar geçmişte ürkekti, tedirgindi. Kırgın ve suskundu. Oysa şimdi hem kendilerine, hem de Azerbaycan’a güveniyorlar. Taşın üstüne bir taş da kendileri koymaya heves duyuyorlar.

Tüm bunlara kendi gözlerimle şahit oldukça; bir bu Azerbaycan’a bakıyorum, bir de yabancılar tarafından dışarıda aksettirilmeye çalışılan Azerbaycan’a. Elbette Azerbaycan’da da beğenilmeyecek ya da eleştirilecek birçok şey var. Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi…

Ancak eleştiriye başlamadan önce incelenmesi gereken en önemli husus niyet. Britanyalı ünlü yazar ve gazeteci George Orwell’in, eleştirinin sağlıklı, tutarlı olabilmesi için önce niyetin irdelenmesi gerektiği tavsiyesini ben de Batılı dostlarımıza tavsiye ediyorum. Yaklaşık bir milyonluk bir mülteci kütlesi karşısında içine gömüldükleri sessizlik ise beni gerçekten şaşırtıyor.

Ve bu gelişime dikkat etmelerini, bu sese kulak asmalarını öncelikle Ermeni dostlarımıza salık veriyorum.

Çünkü bu haksızlığı ilelebet sürdüremezler…

Cem Oğuz

1news.com.tr


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir