Bayram Öğüdü

Mümtaz Soysal

15 Kasım 2010

KÜÇÜKLER büyüklerin ellerini öper bayramda. Büyükler de, ailedeki alışkanlığa göre, ya bir mendil verirler ya da harçlık, hediye falan. “Berhudar ol” diyen büyüğün bazen öğüt verdiği de olur, sırası gelmişken.
Ukalalıktan mı, hediyenin KDV’si olarak ya da caka olsun diye mi?

Elbet, küçüğü sevdikleri için.

Bir arife gününde Kürt büyüklerinden, mesela Ahmet Türk gibi sağduyu sahibi yaşlı politikacılardan şunu rica etmek herhalde yanlış olmaz: Yarın ellerini öpecek gençlere “Saçmalamaktan vazgeçin” demeliler.

Çünkü son zamanlarda öyle saçmalıklar yapılmaya başlandı ki, sonuç hiç hayırlı olmayacak.

Mahkemede Kürtçe ifade vermekte direnişin, yargıçları ve halkın büyük çoğunluğunu kızdırmaktan başka ne yararı olabilir ki?

Kürtçeyi ülkenin resmi dillerinden biri olarak kabul ettirmek mi?

Ayrı bir Kürt halkının varlığını ispatlayıp buna dayanarak “self-determination” denen kendini belirleme hakkıyla bağımsızlık ilan etmek mi?

Sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurup bu haklarını tescil ettirmek mi? Özellikle bu noktada şunu bilmek gerekir ki, Lozan Antlaşması yalnız gayri müslim azınlıklara değil, Türkçe konuşamayan herkese de tanımıştır ama, “resmi dilinin varlığı esastır” diyerek, ancak kendilerini Türkçe ifade edemeyenlerin anadillerinde konuşabilmelerine ışık yakmış sayılabilir. Nitekim, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri resmi makamların Türkçe bilmeyen vatandaşlarla iletişim kurabildiği, bu ülkenin hep bilinen gerçeklerinden biri olmuştur.

Dolayısıyla, pekâlâ Türkçe bildikleri halde hep birlikte alınmış bir siyasal “gösteri” kararı olarak Kürtçe konuşmakta ısrar edenlerin herhangi bir devletlerüstü mahkemece haklı bulunabileceğini düşünmek yanlış olmaz mı?

Üstelik, ayıp değil mi? Adını on bir yüzyıl önce Haçlı Seferine gidenlerin yol üstünde rastladıkları kavmin dilinden almış olan bir ülkede vatandaşlık kimliğiniz de “Türk” olacak ve siz o dili bildiğiniz halde konuşmayı reddedeceksiniz, olur şey değil. Unutmayalım ki, Almanya ve Danimarka gibi ülkeler bile topraklarında çalışmaya gelenlerin yeni geldikleri yerin dilini konuşamıyor olmasını kabul etmemekte ve öğrenilmesini mecburi kılmaktalar.

Ayrıca, bu çeşit zıtlaşmalar hem aynı dili insanca konuşarak çözüm bulunabilecek sorunları gereksiz yere güçleştirmekte, hem de iyi Türkçe öğrenemeyenleri koskoca bir ulus içinde hep handikaplı olarak bırakmakta,

İsmet Paşa, Musul davasını Lozan’da savunurken, “Kürtlerin Anadolu halkıyla birlikte yaşaması Araplarla birlikte yaşayıştan daha uyumlu olur” dedi.

Şimdiki kopukluk, yüzyıllar boyu iç içe yaşamışlığa yakışıyor mu hiç?

15 Kasım 2010 - turkiye cumhuriyeti bayrak

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir