Alman Cumhurbaşkanı’nın ‘İslam da Almanya’nın bir parçasıdır’ çıkışı mevcut olan siyasi değil demografik bir gerçeği dile getirmedir.
Mucahid Yıldız – Dünya Bülteni / Almanya
Batı Avrupa’nın heryerinde olduğu gibi Almanya’da da halkın büyük kesimini ilgilendiren asıl problemler yerine siyaset, medya ve para üçgeninde belirlenen gündemler politik çevrelerin malzemesi olmaya devam ediyor.
Son günlerde Alman politik çevreleri de sözde uyum problemine, kendi dünya görüşlerine uygun çözüm getirecek birtakım tekliflerde bulunuyorlar. Bazıları aşırı ırkçılara meydanı boş bırakmamak için ılımlı aşırı sağcı olmayı göze alarak yabancılar ve özellikle de Müslümanlar aleyhine bir takım sözler sarfetmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Örneğin Bavyera Eyalet başbakanı, bazılarına göre miadını doldurmuş Hristiyan Demokrat politikacı Horst Seehofer, Türkiye ve Arap ülkeleri gibi kültür çevrelerinden artık Almanya’ya göç alınmaması gerektiğini söylüyor.
Almanya’daki Türklerin durumuna baktığımızda zaten vatanlarına geriye dönenlerin sayısı, evlilik dolayısıyla Almanya’ya göçedenlerden çok daha fazla. Araplar da daha ziyade Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkeleri, orada bulunan akrabaları, tanıdıkları dolayısıyla daha çok tercih ediyorlar.
Almanya’nın çevresini saran, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya ve İsviçre gibi ülkelerde giderek ırkçı politikaların daha çok prim yapması, hükümetlerin kurulmasında aldıkları oy oranları nedeniyle onları anahtar partiler hale getirmesi, özellikle Alman muhafazakarların, Hristiyan Demokratlar Birliği CDU/CSU’nun paniğe kapılmasına neden oldu.
Son anketlerde de koalisyon ortaklarının büyük oranda oy kaybetmesiyle, muhalefet partilerinin toplam oy oranı arasındaki farkın yüzde 15’lere varması CDU/CSU genel başkanı Angela Merkel başta olmak üzere Hristiyan Demokratların yönetim kadrosunu korkuttu.
Bu durumda Hristiyan Demokratlar Birliği, kuzeyde önemli bir oy potansiyeline sahip yabancı kökenlilere sırt çevirmeyen CDU, güneyde aşırı sağa meyledebilecek muhafazakar (konservatif) kesimi darıltmayacak söylemlerde bulunan CSU ile, danışıklı bir strateji takip ederek oylarını tekrar artırmanın peşinde.
Muhalefet partileri de koalisyon ortaklarından farklı değil
Güneyde bir süredir devam eden Stuttgart 21 projesi üzerine yoğunlaşan politik kavgalarda Yeşiller’in önemli bir rol oynadığı çok açık bir şekilde görülebiliyor. Bazı anketler, istasyon projesine karşı protesto gösterilerinin yoğunlaştığı Baden-Württemberg’in başkenti Stuttgart’ta, CDU’lu göstericilerden birçoğunun artık oylarını Yeşiller’e vereceklerini ortaya çıkardı. Önümüzdeki yılın Mart ayında bu eyalette Eyalet Parlamento seçimleri yapılacak ve Yeşiller’in ilk defa bir eyaletin başbakanlığını alabileceğinden ve bu seçimlerin bir altı ay sonra Berlin’deki eyalet seçimlerini ve ondan sonra da 12 ay geçtikten sonra yapılacak genel seçimleri bu yönde etkileyeceğinden bahsediliyor.
Sosyal Demokratlar ise Yeşiller’in gerisinde kalmaktan dolayı çok memnun olmasalar da onlarla birlikte bir koalisyon hükümeti kurma kapısının her zaman açık olmasından ve bu ihtimalin giderek artmasından hiç de endişeli değiller. SPD genel başkanı Sigmar Gabriel de merkezi Essen’de (NRW) bulunan Almanya’nın en büyük inşaat devlerinden Hochtief’in yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle bunu iç siyatine malzeme olarak kullanıyor.
Sonuç olarak bu babta iktidardaki koalisyon partileri de muhalefet partileri de, eskiden yabancılar olarak ifade edilen şimdi ise daha çok Müslümanlar olarak öne çıkarılmaya çalışılan göçmenler sorunu konusunda yıllardır söylediklerinden ya da teklif ettiklerinden çok farklı şeyler ortaya koymuyorlar. Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un ‘İslam da Hristiyanlık ve Yahudilik gibi Almanya’nın bir parçasıdır.’ sözü zaten ortada mevcut olan siyasi değil demografik bir gerçeği dile getirme cesareti göstermekten başka bir şey değildir. Belki bazılarına göre Cumhurbaşkanı’nın bu yaklaşımı Almanya’da Müslümanlara karşı gösterilen tavırda müsbet bir ilerleme şeklinde değerlendirilebilir.
Ancak hem Wulff’un sözleri hem de Alman siyasi ve sosyal hayatında Müslümanlara verilen ve uygun görülen yer ve imkanlar çok çok yetersizdir. Nüfus olarak hem Avrupa genelinde hem de Almanya’da Müslümanların sayısı giderek artmakta, ancak siyaset, medya ve para üçlüsünün menfi çalışmaları ve tavrı nedeniyle de İslam düşmanlığı da giderek artmaktadır. Geçen hafta açıklanan bir araştırma sonuçlarına göre Almanya’da Müslümanlara dinlerine uygun bir şekilde yaşamalarını yasaklamak isteyenlerin oranının yüzde 60 olduğu açıklandı. Herşeyden önemlisi artık öncelikle Müslümanlara, daha sonra da diğer yabancı unsurlara düşmanlık yapan aşırı ırkçıların yerini orta kesimden insanlardan oluşan modern ırkçılar yeralmaya başladı. Modern ırkçılar söylemlerinde genetik ırk mefhumu yerine daha çok kültürel ve dinsel farklılıkları öne çıkarıyorlar.
Okul bahçelerinde dil zorlaması, kanunla uyum mecburiyeti
Toplum içinde barış ve uyumu sağlamak maksadıyla dilde ya da dinde, kültürde zorlamaya gidilmesi hiçbir zaman ve mekanda çözüm olmamıştır. Bir zamanlar Türkiye’yi doğuda Kürtlere dil baskısı yaptığı için ağır bir şekilde eleştirerek politik baskılar yapan Almanya, şimdi aradan bunca sene geçtikten sonra aynı baskıcı tutum gösteren bir ülke durumuna düşme tehlikesi yaşıyor.
Nabız yoklaması babından hem de liberal olduğunu iddia eden Hür Demokrat Parti FDP’den bir siyasetçi kalkıp ille de okul bahçelerinde yabancı kökenli öğrenciler Almanca’dan başka dil konuşmasın, ana dillerini yasaklayalım diyor. Bu tuzağa düşen Uyum bakanı Böhmer, yerinde bir teklif, güzel bir fikir diyerek bunu destekliyor. Ancak Eyalet Eğitim bakanlarının sert tepki göstermesiyle ana dili yasağı gündemden düşüyor.
Yine de koalisyon hükümeti yabancılara karşı baskıcı ve tehdit içeren bir usluptan tamamiyle vazgeçmiş değil. Zira yarın yapılacak kabine toplantısında uyum kurslarına katılmak istemeyenlere, kızlarını zorla evlendirmekten vazgeçmeyen ailelere daha fazla nasıl baskı yapılabilirin çareleri aranacak.
Bundan elli sene önce bu ülkeye gelen gencecik ‘misafir işçilere’ dil öğretme konusunda en ufak bir gayret göstermeyen Almanya’nın şimdi yaşları 60’ın üzerinde emekli insanlara, uyum kurslarına gitmeleri ve dil öğrenmeleri için baskı yapmasını, aksi takdirde aldıkları sosyal yardımları kesmelerini nasıl izah edebiliriz ?
Zorla evlendirme meselesi ise tam bir trajikomik senaryo. Genellikle Türkiye’nin doğusundan gelen on binde ya da yüzbinde bir görülen zorla evlilik örnekleri önce medyada öne çıkarılarak daha sonra da politikanın suistimal malzemesi yapılıyor. Hangi ırktan ya da dinden olursa olsun kız ya da erkek çocuklara yapılacak zulüm ve baskılara insanlık adına hiçbir insan, İslam adına da hiçbir Müslüman zaten razı olamaz.
Wulff’un Türkiye ziyareti
Bugün başlayan Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un Türkiye ziyareti siyasi çevrelerin büyük beklentiler duyduğu bir geziye dönüştü. Her ne kadar karar verme konusunda Alman Cumhurbaşkanı sembolik bir pozisyonda olsa da, hükümetin verdiği kararları çoğunlukla kabul etmek durumunda olsa da, politik gündemi belirlemede bazan etkin bir rol oynayabiliyor. Hükümet kararlarını sıkça veto eden Cumhurbaşkanlarının ise bazan Afganistan dönüşü havada yaptığı açıklamalar sonucu istifaya zorlandığı ve istifa etmek zorunda kaldığı görülebilir. Horst Köhler’i hatırlayalım; Hükümetin birçok kararını geri çevirme cesareti gösteren, ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı görevi yapmakta olan Köhler, Afganistan askeri misyonunun Alman ekonomik çıkarları için şart olduğunu söyleyiverince, Başbakan Merkel de dahil hiçkimseden bir destek göremedi ve istifa etmek zorunda kaldı.
Wulff, TBMM’de ilk defa konuşan bir Alman Cumhurbaşkanı olarak birçok konuya değinmekle birlikte, Türkiye-Almanya arasındaki geleneksel ve tarihi diplomatik laflardan çok farklı bir şey söylemedi.
Osmanlı’dan buyana Türklerle Almanların birbirine yakınlığından bahsederken, diğer taraftan da İsrail’in varlığı konusuna değinerek, bunun tartışılamayacağını hatırlattı. Kıbrıs düğümünü çözmek gerektiğini söyleyen Wulff, Türkiye’yi komşusu Ermenistan’la ilişkilerini geliştirdiği için överken, diğer komşuları Suriye, İran ya da batıda Romanya, Bulgaristan ya da Yunanistan gibi ülkelerle de ilişkilerini olumlu yönde ileri derecede geliştirdiği halde, bu konuda hiçbir şey söyleme ihtiyacı duymadı.
Wulff’dan özellikle Alman politik çevrelerin büyük bir beklenti içinde oldukları Almanya’da yaşayan Türkler ve uyumu, Türkiye’de yaşayan Hristiyanlar ve korunmaları gibi konular da Alman Cumhurbaşkanının konuşmasında yeraldı. Almanya’da yaşayan Müslüman sivil toplum kuruluşlarının da zaten hiçbir zaman karşı çıkmadıkları, bilakis hep destekledikleri çözümleri Wulff üç madde altında topladı; Alman dilinin öğrenilmesi, Alman devlet hukukuna uyulması ve Alman insanının yaşayış biçiminin yabancılar tarafından daha iyi bilinmesi.
Wulff’un ziyaretinde Alman medyasının da gözünden kaçmayan ve daha çok Türkiye’nin iç siyasetini ilgilendiren bir olay da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa hanımın, Wulff’un eşi Bettina hanımla birlikte askeri törende bulunmalarıydı.
Ulusalcı laikler mutlaka, bir zamanlar Erbakan’ın ‘başörtüsü meselesini halledeceğiz hem de askerleri başörtüsüne selama durduracağız’ sözlerini hatırlayacaklar, pireyi deve yapma huylarına uygun olarak, başörtülü Hayrünnisa hanıma askerlerin selam durmalarını büyük bir problem haline getireceklerdir.
Bir yanıt yazın