Hacıbektaş’ta suç işlenmediği için…
Zülfü Livaneli’nin verdiği konferansın tam metni…
Bir kültür ve sanat insanı olarak benim rüyam; her türlü değer ve ölçünün merkezine ‘insan’ın yerleştirildiği bir dünya yaratılmasıdır…
Gerekli teşekkür cümlelerinden sonra konferansıma bu cümleyle başlamıştım.
Princeton Üniversitesi’ndeydim. Pencerelerdeki vitraylara Albert Einstein’ın e=mc2 formülü işlenmişti. Bu dahi bilim adamının ders verdiği salonda bulunmak heyecan verici bir deneyimin tam ortasında olduğumu hatırlatıyordu.
O salonda çeşitli uluslardan profesörlere ve öğrencilere Ahmed-i Yesevi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Manikeizmi, Mazdekçiliği, Bogomilleri, Alevilik’teki tanrı kavrayışını anlatıyordum. Zaten bu ilginç Anadolu inancını anlatmak neredeyse misyonum haline gelmişti.
Harvard, İllinois, Michigan, Pennsylvania, Stuttgart üniversitelerinde, UNESCO ve Avrupa Konseyi salonlarında, Versailles Buluşmaları’nda da sunmuştum bu alandaki çalışmalarımı. Çünkü Anadolu İslamı’nın bu aydınlık yüzünün dünyada daha çok tanınması gerektiğine inanıyordum.
Oysa Alevi değildim. Sünni bir ailede doğmuş ve son derece dindar olan ailemde İslam’ın en aydınlık yüzünü görerek büyümüştüm.
Bir Savcı oğlu olarak Kuran kurslarına gönderilmiş, boynumdaki hamaylıda taşıdığım Elifba cüzünü ezberlemiştim. Daha sonra Ankara’da İngilizce eğitim veren Maarif Koleji yıllarımda, hakim emeklisi Hacı dedemin sıkı bir dini eğitiminden geçmiştim. Benim ailemde İslam, iyi insan olmak, temizlik, güzel ahlak, kimseye kötülük düşünmemek, Allah korkusu ve Peygamber sevgisi anlamına geliyordu.
Belki de bu nedenle küçük yaşlardan itibaren önce sezgiyle, sonra akılla, bilgiyle ve mantıkla Alevi felsefesini kendime çok yakın bulmuştum. Çünkü izm’ler arasında, beni en çok anlatan kavram olduğuna inandığım ‘hümanizm’, bu inancın temelini oluşturuyor ve yüzyıllar boyunca ezilmiş, iftiraya uğramış olmaları içimde Alevilere karşı derin bir sevgiye ve dayanışma duygusuna yol açıyordu.
Bu konuda yerli ve yabancı yayınları okudukça ilgim daha da arttı. Osmanlı fetihlerine imza atan Yemiçeri ortalarının Pir Hacı Bektaş değil miydi?
Bektaşi-Aleviliğin kurucusu Hacı Bektaş Ahmed-i Yesevi’nin talebesi değil miydi? Anadolu’nun ve Rumeli’nin Türkleştirilmesinde bu inanca bağlı ‘kolonizatör Dervişler’ büyük rol oynamamış mıydı?
Osmanlı’nın kuruluşunda bu inancın önemli bir rolü yok muydu? O zaman niye Yavuz Sultan Selim’den sonra imparatorluğun Araplaşma dönemi başlamış ve Anadolu Alevileri katledilmişti?
Bu soruya basitçe, İran tehdidinden dolayı cevabı verilebilir. Şii İran Şahı’nın, Anadolu’daki Alevileri kullanarak Osmanlı’ya bir tehdit oluşturduğu söylenebilir.
Ama burada da garip bir durum var.
Yavuz’la savaşan İran Şahı İsmail, Hatayi mahlasıyla (bugün de türkülerini dinlediğiniz) şu şiirleri yazıyordu:
Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül açmaz imiş
Kırmızı gül açmayınca
Sefil bülbül ötmez imiş
Şiir şöyle bitiyordu:
Dost dosttan ayrılmayınca
Dost kıymetin bilmez imiş
Şah İsmail’in bugün yazılmış gibi duran temiz bir Anadolu Türkçesine karşılık, Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in şiiri şöyleydi:
merdüm-i dîdeme bilmem
ne füsûn etti felek
eşkimi kıldı füzûn giryemi hûn etti felek
şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
bir gözleri âhûya zebûn etti felek
İkisi de çok güzel şiir ama bir hangisi Türkçe’ye daha yakın?
İran Şahı’nınki değil mi?
Yani İran Şahı Türkçe, Osmanlı Sultanı ise Farsça kelimelerle şiir yazıyor. Sadece bu örnek bile, ulus-devlet çağından sonra yetişmiş olan bizlerin, tarihi bu gözle anlayamayacağımızı göstermiyor mu?
Karl Marx “Fatih ülkeler, fethettikleri ülkelerin kültürlerinin etkisi altına girerler” der.
Bence Osmanlı İmparatorluğu’nda olup biten bir parça bu sözle açıklanabilir.
Arap yarımadası fethedildikten sonra Arap etkisi artmış, gözden düşen Aleviler ise kıyımlara uğratılmış, dağlara kaçmak zorunda bırakılmış ve haklarında binbir iftira üretilerek ‘İslam dışı, ahlaksız’ bir topluluk olarak tanıtılmaya çalışılmıştı.
Bugün skandal yaratan açıklamalar aslında birer gaf değil, yüzyılların kafalara yerleştirdiği bu iftiraların tortularıdır.
Bugün bazı Müslümanlar ‘Kızılbaş’ kelimesini ensest anlamında kullanarak büyük bir günah işlemektedirler.
Çünkü Kızılbaş, 15. Yüzyıl’da Şeyh Haydar tarafından, kendi yolunu izleyenlere önerilen bir 12 dilimli kırmızı bir serpuştur. 12 dilim de 12 İmam’ı temsil etmektedir. Bu serpuşu başlarına takanlara, Osmanlı deyimiyle Alici Türkmenlere Kızılbaş denilmiştir.
Princeton Konferansı metnine giriş olarak yazdığım bu satırlara bazı bilgiler daha eklememe izin veriniz.
Son günlerde televizyonlarda Alevilik konusunda birçok tartışmaya rastlıyorum. 2010 yılında bu konuda hala kulaktan dolma bilgilerle konuşulması açıkçası üzüyor beni. En iyi niyetli olanlar bile Alevilerin Hz. Ali’yi, Hz. Muhammet’ten üstün tuttukları gibi yanlış kanılara sürüklenebiliyorlar.
Alevilerin yüzyıllardır ‘Medet Allah, Ya Muhammed, ya Ali’ demeleri bile bu yanlış inancı silmeye yetmiyor.
Gelin büyük Alevi ozanlarından Teslim Abdal’ın bir deyişine göz atalım isterseniz.
Sen hak peygambersin şeksiz gümansız
Sana uymayanlar dimsiz imansız
Teslim Abdal neyler dünyayı sensiz
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
(Geçenlerde din ağırlıklı bir radyo bu dizeleri Yunus’a malediyordu. Doğru değildir.)
Alevi kültür geleneği o kadar güçlüdür ki arabesk akımlar bu topluluklar arasında yaygınlaşmamıştır. Kültürlerinin en önemli ögelerinden biri olan bağlamayla kendi deyişlerini, nefeslerini icra ederler. Hacı Bektaş-ı Veli’nin ‘İncinsen de incitme!’ öğüdüne uyarlar.
‘Can’a değer verilir…
‘Can’ a değer veren, insanı insan olduğu için önemseyen bir inançtır. Bu konferans metnini yayınlamamızın nedeni, bu konuda eğriyi doğrudan ayırmak ve Aleviliği elden geldiği kadar nesnel biçimde anlatma ihtiyacından kaynaklanıyor.
Bir not da konferansta kullandığım ‘cemaatçilik’ kavramı üzerine.
Bu günlerde Türk basınında cemaat kelimesi çok moda. Oysa ben bu konferansı 2001 yılında vermiştim ve dünyadaki cemaatleşme olgusundan söz ediyordum. Konferansın güncel siyasi gelişmelerle bir ilgisinin bulunmadığını belirtmek isterim.
İyi okumalar.
Aleviler, ibadetlerini saz eşliğinde söylerdikleri semahlar ve bunlara uygun danslarla yapıyorlar. Hem de kadın erkek bir arada.
YARIN:
1- Anadolu Aleviliği hangi yüzyılda ortaya çıktı?
2- Ahmet Yesevi Anadolu’yu nasıl etkiledi?
3- Hacı Bektaş Veli’nin sırları neler?
—
Bir yanıt yazın