Osmanlı döneminde şeyhülislamlar genelde “Efendi” unvanıyla anılmaktadırlar. Zembilli Ali Efendi, İbu’s-Suud Mehmet Efendi örneğinde olduğu gibi. Bu geleneğin tek istisnası Dürri Zâde Abdullah Efendi’dir. O, bazı mülki görevlerde de bulunduğu için aynı zamanda “Bey” unvanını da kullanmıştır; Dürri Zâde Abdullah Bey Efendi!(1). O bakımdan Sayın Ali Bardakoğlu’na Bardak Zâde Ali Efendi dememizde herhangi bir art niyet bulunmamaktadır. Zaten “Zâde” kelimesi de “Oğlu” anlamına gelmektedir.
Asıl sözü getirmek istediğim konu, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatı ve Görevleri Hakkındaki Kanun’dur. Zira bana göre geçtiğimiz 1 Temmuz’da, TBMM’de kabul edilerek yasalaşan söz konusu kanun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, şeyhülislamlık yolunda hızla ilerlediğini göstermektedir! Belki de son halife Abdülmecid Efendi’nin statüsünde bir yapılanmadın bahsediyorum! Doğrusu yeni teşkilat kanunu, Diyanet İşleri Başkanı’nın günden güne sırmalarla bezenen kaftanına pek yakışmıştır! Yeni teşkilat kanunu, Diyanet İşleri Başkanlığı Başmüfettişi Dr. Abdülkadir Sezgin’in tabiriyle Diyanet’teki Vatikanlaşma sürecinin de belli bir noktaya geldiğini göstermesi bakımından bir hayli önemlidir.
***
Diyanet İşleri Başkanlığı, birkaç bakanlığın bütçesine denk gelen bütçesi, ayrıca personel sayısı bakımından TSK, MEB ve EGM’den sonra dördüncü büyük kurum olması bakımından, ülkemiz için kesinlikle stratejik önemi haiz bir kurumdur. Onun için de asla görmezden gelinemez. Öte yandan Diyanet’in yasal görevi halka dini anlatmak ve öğretmektir. Her ne kadar “Tebliğ” ve “İrşad” gibi kelimelerle yumuşatmaya çalışsak da bunun adı (en azından başka din mensupları açısından düpe düz) misyonerliktir. Tabiri caizse Diyanet’in yasal görevi, İslam Dini’nin propagandasını yapmaktır. Böyle olunca ister istemez Diyanet ile dini siyasete alet eden partiler arasında söylem birliği oluşmakta ve bu durum, dini siyasete alet etmeyi alışkanlık haline getiren partiler lehine avantaj yaratmaktadır. AKP hükümetinin, Diyanet teşkilatı üzerinde bu kadar önemle durmasının sebeplerinden birisi de kanaatimce Diyanet’in bu yanıdır. Zira en azından bana göre; ikide bir olur olmadık yer ve zamanda (gerek temel atarken, gerekse açılış yaparken) “Ya Allah, bismillah” diyen Sayın Başbakan ile Kocatepe Camii’nde vermiş olduğu vaazda “Bismillah” diyen Diyanet İşleri Başkanı arasında kesinlikle söylem birliği oluşmaktadır. Bu ortak söylemleri duyan dindar bir Müslüman, ister istemez bu söylemin sahiplerini benimseyecek, onların peşinden gidecek ve onlara destek verecektir. O sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’de iktidar olmayı hedefleyen partiler için görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir kurumdur.
TBMM’de grubu olan partiler bu gerçeği görmüş olacaklar ki; Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu’nun görüşülmesi sırasında birbirleriyle destek yarışına girdiler. Hiçbir muhalif ses çıkmadı. Hatta yanlış anlaşılabilecek söz ve davranışlar, özenle düzeltilmeye çalışıldı. Diyanet’e 22.000 ilave kadro tahsis edilmesine hiçbir parti ses çıkarmadı. Hatta CHP bir adım daha ileri giderek 4.000 vekil imamın asaleten atanması konusunda önerge verdi ve bu önerge kabul edilerek yasalaştı. Söz konusu kanuna şaşılacak derecede açık destek veren bir diğer parti ise BDP olmuştur. BDP’li vekiller hemen her maddede önerge vererek uzun uzun konuşmuşlardır. MHP ise bu konuda AKP’den bile atak davranmış, özellikle Diyanet-Vakıfsen tarafından yapılan bilgi servisinden istifade ile kanunu sonuna kadar desteklemiş, kürsüye her çıkan MHP’li vekil “Bu kanun, Diyanet teşkilatı başta olmak üzere vatana millete hayırlı olsun” dualarında bulunmuşlardır. Ayrıca MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, “Bu kanunun eksiklikleri MHP iktidarında mutlaka giderilecektir” taahhüdünde bulunmuştur!
Partilerin bu destek yarışı, Diyanet’ten sorumlu devlet bakanını ve başta Başkan Yardımcısı Fikret Karaman olmak üzere bakanın arkasında oturan Diyanet çalışanlarını sürekli kıs kıs güldürmüştür. El ovuşturmaların, tebrikleri kabul etmelerin ve göz kırpmaların bini bir para olmuştur görüşmeler sırasında…
Bana göre ise; 1 Temmuz 2010 tarihinde kabul edilen yeni teşkilat yasası, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Şeyhülislamlığa” dönüşmesinin yolunu açmış bulunmaktadır. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı, eskiden daire başkanlıklarından oluşan bir genel müdürlük statüsünde iken, şimdi Genel Müdürlüklerden oluşan bir müsteşarlık veya bakanlık seviyesine yükseltilmiştir. Tam 7 adet Genel Müdürlük ve ayrıca birçok kurul ve birimi vardır. Bunun yanında çalışanların mali durumları düzeltilmiş, döner sermaye işletmeleri ve bağımsız televizyon kurmasına izin verilmiştir. Yeni kanun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hem devlet teşkilatındaki konumunu, hem de toplumdaki etkisini kesinlikle yükseltecek mahiyettedir.
Bu özelliği ile Diyanet İşleri Başkanlığı, Vatikan olma yolunda hızla ilerlemektedir. Çünkü bütün göstergeler buna işaret etmektedir. Zira Diyanet, yasal statüdeki yaklaşık 90.000 camide, on binlerce Kur’an Kursu ve eğitim merkezinde, sayıları belki de 130 binlere varan çeşitli statüdeki personeliyle hizmet vermektedir. Her müftülük aslında birer yayınevidir. Çünkü müftülükler yayın pazarlaması işiyle de meşgul olmaktadırlar. Ayrıca, Diyanet’in emrinde ve yönetiminde, kamu kurumu niteliği taşımayan binlerce kuruluş ve devlet memuru niteliği taşımayan on binlerce çalışan bulunmaktadır. Bugün Diyanet teşkilatının emrinde yurt içinde ve yurtdışında olmak üzere, ortaokuldan üniversiteye kadar değişen statüde onlarca okul, onlarca öğrenci yurdu, onlarca iktisadi işletme ve yüzlerce vakıf ve dernek bulunmaktadır. Ayrıca her cami, Diyanet için birer darphane görevi görmektedir. Zira Diyanet’in, camilerden yardım toplama imkânı ve yetkisi vardır. Ayrıca bugün hemen bütün camilerin altında veya yan taraflarında ticari işletmeler faaliyet göstermektedirler. Bu işletmeler, Diyanet için önemli gelir kaynaklarını oluşturmaktadır. Hac ve umre gelirlerini ise zikretmeye herhalde gerek yoktur.
İşte bu müthiş yapı, Diyanet’e Çağdaş Şeyhülislamlık ve Vatikanlaşma yolunda önemli avantajlar sağlamaktadır. Çıkarılan yeni Teşkilatı Kanunu, bu yapıya yasal zemin oluşturmaktadır.
Kanun görüşmeleri sırasında dikkatimizi çeken önemli bir ayrıntı da, Diyanet’in personel sayısının ne olduğudur. Hiçbir parti mensubu, bu konuda doğru rakam söylemedi ve sormadı da. Böyle olunca Diyanet İşleri Başkanlığı ve başkanlıktan sorumlu bakan da hiçbir bilgi vermedi. Hemen herkes “Yüz bin civarında” şeklinde yuvarlak bilgiler vermeyi tercih etti. Hatta 120.000 diyenler de oldu. Hiç kimse de çıkıp bu rakam gerçekte kaçtır demedi/diyemedi. Diyanet’in resmi internet sitesine bakarsanız, 31.12.2009 tarihi itibarıyla Diyanet’in personel sayısı 81.851’dir. Diyanet müfettişlerince verilen bilgilere bakarsanız bu rakam 105.000-110.000’dir(2).
Kanun görüşmeleri sırasında yöneltilen bir soru üzerine Diyanet’ten sorumlu bakan tarafından verilen bilgiye göre sadece 4-B’li denilen imamların sayısı 15.000’dir. Verilen bir önerge ile asıl kadrolara geçirilmesi kanunlaştırılan vekil imam sayısı ise 4.000’dir. Kabul edilen yeni kanunla Diyanet’e toplam 22.000 kadro tahsis edildiği de biliniyor. Ancak bilinemeyen bir rakam var, o da halen Diyanet’te kaç kişinin çalıştığıdır.
Oysa biz biliyoruz ki; bir önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın görevi bıraktığında Diyanet’in toplam personel sayısı 79-80 bin civarındaydı. AKP iktidarı ise Diyanet kadrolarına sürekli atama yapmaktadır. Bu konuda AKP’nin en dikkati çeken ataması, iktidara geldiği ilk yıllarda 10.000 vekil imamı asaleten atamak olmuştur. AKP bundan sonra da ÖSYM vasıtasıyla sürekli şişirmiştir Diyanet kadrolarını. Bir rivayete göre; çeşitli statülerde olmak üzere Diyanet’te çalışan personel sayısı 130.000 civarındadır.
Diyanet kadrolarına sürekli atama yapılmasının gerçek sebebi acaba ne olabilir? Emeklilik ya da vefat sebebiyle bu kadroların sürekli boşalması olabilir mi? Belki! Çünkü Diyanet’in resmi internet sitesinde toplam personel sayısı 2007 yılında 84.195, 2008 yılında 83.033 ve 2009 yılında 81.851 olarak gözükmektedir. Eğer Diyanet kadrolarının emeklilik ve vefatlar sebebiyle boşaldığını kabul edersek, bu rakamları normal karşılamamız gerekiyor!
Ancak hayır: Bu rakamlar gerçeği yansıtmamaktadır. Anlaşılan Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarına ataması yapılan personel, kısa süre sonra başka kurumlara kaydırılmaktadır. Ya da Diyanet Kadroları, başka kurumlara yapılan nakiller yoluyla sürekli boşalmakta, boşalanların yerine yeni atamalar yapılmakta, bu sebeple de toplam rakamlarda önemli değişiklikler yaşanmıyormuş gibi gözükmektedir. Rakamlar yılsonlarına ait rakamlar olduğuna göre, dönem içindeki transferler ve personel hareketleri fazla dikkat çekmemektedir. Açık söylemek gerekirse AKP hükümeti, kamu kurumlarına yapılan atamalarda Diyanet’i, bir araç ve adeta bir köprü olarak kullanmaktadır. Bugün Diyanet kadrolarına imam ve müezzin olarak ataması yapılanlar, belli bir süre sonra başka kurumlarda başka statülerde karşımıza çıkabilmektedir. Yandaşların, kamu kurumlarına yerleştirilmesi Diyanet kadroları üzerinden imam ve müezzin olarak yapıldığı için fazla dikkat ve tepki de çekmemekte, ayrıca Diyanet kadroları hiçbir zaman alabildiğine şişmemektedir.
Bu yolla yapılan atamalar ve yerleştirmeler, kesinlikle Anayasa’da belirtilen eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı atamalardır. Zira bildiğim kadarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı, zaman zaman KPS’de 50 ve üzeri puan alanların atamalarını bile yapabilmiştir. İşte KPS’de 50 ve o civarda puan alanlar, Diyanet’e yerleştirildikten belli bir süre sonra başka kurumlara geçmekte, böylece daha yüksek KPS puanıyla personel alan öteki kurumların kadrolarını işgal etmektedirler. KPS’de 55 puan alan bir İmam-Hatip Lisesi mezununun, Diyanet’i kullanarak KPS taban puanı 80 olan bir başka kamu kurumuna geçmesi pek ala mümkün olabilmektedir. Bu durum, KPS puanı 75-80 olduğu için o kuruma ataması yapılmayan memur adayları aleyhine bir durum yaratmaktadır. Diğer bir deyişle İmam-Hatip mezunları adına pozitif ayrımcılık yaratılmaktadır.
Şahsen bildiğim kadarıyla; daha dün sıradan bir Diyanet çalışanı iken bugün çeşitli üniversitelere, TBMM’ne, Sağlık Bakanlığı’na, RTÜK ve Tütün Üst Kurulu gibi kamu kurum ve kuruluşlarına geçiş yaparak önemli görevlere getirilmiş insanlar tanıyorum. Bu durum kesinlikle yanlıştır ve üzerinde durulup düzeltilmeye muhtaç bir durumdur. Bir İmam-Hatipli ve eski bir Diyanet çalışanı olarak bu durumdan memnun olmam beklenirdi. Ancak hayır; bu durum toplumsal barış ve demokrasimizin geleceği açısından son derece tehlikelidir. Daha dün, KPS’de ancak 50 puan alarak Diyanet’e girdikten sonra cami kürsüsünde haktan, adaletten ve eşitlikten bahseden bir imam-hatipken, bugün, KPS’den 85 puan alanların bile kabul edilmediği bir kamu kurumunda önemli mevkileri işgal etmek hak, adalet ve eşitlik anlayışına aykırıdır. Benim imam-hatipliliğim bunları asla kaldıramaz…
6 Temmuz 2010
Ömer Sağlam
______________
1- TDV. İslam Ansiklopedisi, c, 10, s, 36, İstanbul, 1994.
2- bkz. bkz. Dr. Abdülkadir Sezgin, “Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanun Tasarısı Üzerine Düşünceler” başlıklı makalesi, .
Bir yanıt yazın