Bizim yörenin eskileri “İnsanın neresi acırsa canı oradadır” diye bir atasözü kullanırlardı. Bu atasözü, insanoğlunun vücudundaki bütün organların aynı derecede önemi haiz olduğunu vurgulamak içindir. Bununla anlatılmak istenilen bir başka husus ise, insanlar, vücutlarının hangi bölgesi acırsa, en kıymetli organlarının o bölgede olduğunu düşünürlerdir.
Oysa hemen herkes bilir ki; vücudumuzda bulunan her organ önemli olmakla birlikte, bunların önem dereceleri farklı farklıdır. Kimisi hayati derecede önemlidir ve o olmazsa yaşamak mümkün değildir. Örneğin kalp bu tür bir organımızdır. Bir de hayati olmamakla birlikte kaliteli yaşam için gerekli olan organlarımız vardır. Örneğin, el, ayak, göz, kulak ve burun bu tür organlarımızdan sadece birkaçıdır. Bu gruba giren organların da önem derecesi birbirinden oldukça farklıdır ki; burun, önem derecesi bakımından galiba bu grubun başta gelen organlarından birisidir. Burun en başta koku alma organımız olmakla birlikte, onun belki de son zamanlara kadar fazla dikkat çekmeyen önemli bir işlevi daha vardır. O işlev, burnun, aynı zamanda insanın, kendi vücudunu sevmesinin ve insanların kendi vücutlarıyla barışık olmasının anahtarı olmasıdır. Zira aynaya bakınca ilk dikkatimizi çeken organımız burundur ve burnu güzel olan insan, bütün diğer organlarının da güzel olduğunu düşünür.
Gerçekten de öyledir: En başta burun, insan vücudunda bir çıkıntı veya tümsektir. Son zamanların güzellik anlayışına göre; bu çıkıntı veya tümsek, ne kadar biçimli ve küçük olursa insanlar o derece güzel olduklarını düşünürler. Estetik uzmanlarının ve plastik cerrahinin daha çok burun üzerinde yoğunlaşması ve güzellik düşkünü kadınlarımızın da vücutlarındaki düzelttirme işlerine genelde burunlarından başlamaları işte bu sebepledir.
Türk kültüründe burun, genelde çirkinlik ve uygunsuzluk alameti olarak görülmüştür ki; bunun en güzel göstergesi, vücudumuzun diğer birçok organı üzerine şiirler ve uzun uzun yazılar yazılıp şarkılar bestelenirken, şairlerimiz, ediplerimiz ve bestecilerimizin nedense burun üzerinde pek fazla durmamalarıdır. Bu durum galiba dünyanın diğer toplumları ve kültürleri için de geçerlidir. Hatta Türk Kültürü’nde “Burun” örnek gösterilerek üretilen atasözü ve deyimler de genelde övgü değil, yergi ve uyarı içermektedirler. Hoşa gitmeyen durumları anlatmak için kullanılır burun.
“Burun bükmek”, “burun kıvırmak”, “burnu büyümek”, “burnu havada”, “burnu sürtülmek”, “burnu yere düşse almaz”, “burnunun dikine gitmek”, “burnundan kıl aldırmamak”, “burnundan fitil fitil getirmek”, “burnundan solumak”, “burnunu sokmak”, “burnunun ucundakini görememek” ve “Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz” şeklindeki deyim ve atasözleri, “burun” konu edilerek söylenmiş sözlerden sadece birkaçıdır.
Kaliteli yaşam ve başka insanların arasında çekinmeden, sıkılmadan ve hatta saklanmadan rahatça dolaşabilmek için gerekli organlarımızın başında gelen burun, özellikle kültürümüzde neden hak ettiği değeri bir türlü alamaz bilmiyorum ama bunun bir sebebi de galiba “pis” kavramı ile açıklanan “sümük” isimli ifrazatın burun deliklerinden akıyor olmasıdır. “Tükürük” isimli ifrazatı akıtan ağız ve dudaklarla, “gözyaşı” ve “çapak” gibi ifrazatları akıtan gözlere, öpmeye bile değer bulunacak kadar ehemmiyet atfedilirken, “sümük” akıtan burnun aynı muameleye layık bulunmaması galiba büyük haksızlık! Oysa hastalık taşıyan mikroplar, genelde “sümük” ile değil, “tükürük” ile insandan insana geçmektedirler…
Burun konusuna nereden takıldığımıza gelince: Bunun sebebi, son günlerde bazı siyasilerin burunlarına yumruk darbeleri almalarıdır. Önce geçtiğimiz 12 Nisan günü kapatılan DTP’nin lideri Ahmet Türk Samsun’da yedi burnuna yumruğu. Arkasından 19 Nisan günü Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız aldı burnuna yumruk darbesini. Bu sefer yer Kayseri. 20 Nisan günü ise AKP’li Çankırı Belediye Başkanı İrfan Dinç yedi burnuna yumruğu.
Yumruklu saldırılarda Ahmet Türk ve Taner Yıldız’ın burunları kırılırken, İrfan Dinç biraz ucuz kurtulmuş görünüyor. Demek ki; İrfan Dinç’e saldıran kişinin yumruğu, burnu bulamamış! Kim bilir bunun sebebi belki de İrfan Dinç’in burnunun bir hayli güzel, çıkıntısının da az olmasıdır! Ya da saldırgan Sadık Yakın’ın, aynı zamanda bir siyasi şahsiyet olması sebebiyle, günün birinde kendi burnunun da kırılabileceğini düşündüğü için yumruğunu biraz usturuplu vurmuş olmasıdır. Ahmet Türk ve Taner Yıldız’ın burunlarına inen yumruklar ise Merhum Kemal Sunal’ın sofrada kuru soğan kırarken indirdiği yumruk gibi inmiş olmalı. Zira adı geçenler soluğu hemen hastanelerin ortopedi servislerinde aldılar.
Burunlarına yumruk yiyen siyasiler, gerçekte hangi sebeple bu muameleye maruz kalıyorlar bilemiyoruz ama bu insanların en azından yumruk yedikleri sırada fazla iyi niyet taşımadıkları anlaşılıyor. En azından yukarıda burun etrafında söylenmiş bir grup söz dizininden en sonda bulunan sözün hikmetini yeterince anlayıp kavrayamadıkları anlaşılıyor! Bu insanlar en azından ağızlarına gümrük uygulamadıkları için burunlarına yumruk yemiş gözüküyorlar. Atalar boşuna dememiştir “İki düşün bir konuş” diye. İşte ağza gümrük uygulamak budur. Yani bu söz demek istiyor ki; ağza gümrük uygulayacaksın ki, buruna yumruğu yemeyeceksin! Konuşurken biraz düşünerek konuşacaksın ki; konuştukların toplumda çıngar çıkarmasın.
Birisi kalkıp “Sayın Öcalan BDP çatısı altında siyaset yapmamızı istediği için BDP çatısı altında siyasete devam edeceğiz” diyor, öbürü burun ameliyatından çıkar çıkmaz “Burun ve kulağım düşse de gidip TBMM’de anayasa değişiklik paketinin gündeme alınması yönünde destek vereceğim” diyecek kadar açılımın doruk noktası olan Anayasa Değişikliğine destek vermeye azmetmiş gözüküyor. E sonunda da olanlar oluyor ve bu insanlar ağızlarına gümrük uygulamadıkları için burunlarına yumruğu yiyorlar. Taner Yıldız hadi neyse (çünkü o en azından görünürde şehit cenazesine katılmış gözüküyor) Ahmet Türk’ün bir anlamda devletin yargılanmakta olduğu Bulanık Davası’nı izlemek için Samsun’a gitmesi, düpedüz provokasyon kokmaktadır.
Öte yandan eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın 1996 yılında Macaristan’ın Başkenti Budapeşte’de burnuna yumruk yediği ortam, bizim, “siyasilerin burunlarına yumruk yedikleri sırada fazla iyi niyet taşımadıkları ve meşru ortamlarda bulunmadıkları” şeklindeki iddiamızı büsbütün doğrular niteliktedir. Şimdilerde Ergenekon Davası ile ilişkilendirilmeye çalışılmasına bakmayın siz, o günlerde medyada, saldırıdan önce Mesut Yılmaz’ın otelde kumar oynadığına ilişkin haberler çıktığını hatırlıyorum ben…
Taner Yıldız’ın burnuna yumruk atan saldırganın, aynı zamanda öğretmenlik yapan eğitimli bir insan olması ve yumruk atarken “Al sana açılım” diyerek, yumruktan sonra da “Bu yumruk Türk Milleti’nin yumruğu” diye bağırması, bu bakımdan oldukça enteresan sayılmalıdır. Ayrıca, bu yumrukları, meczup işi, sıradan yumruklar olarak da görmemek gerekir. Bu yumrukları, aynı zamanda biriken toplumsal öfkenin öncü kıvılcımları olarak görmekte yarar vardır. Bu sebeple; bu yumruklar, İzlanda’daki volkanın küllerinin bütün Avrupa’yı sarması gibi, bütün Türkiye’yi sarmadan ülkedeki gerginliğin bir an önce sona erdirilmesi gerekiyor.
Peki, siyasilere atılan yumrukları tasvip ediyor muyuz? Hayır. Asla. Bu yumrukları abartılı biçimde “Toplumsal barışa indirilmiş yumruklar” olarak nitelemesek de, bu tür davranışları asla toplumumuzun hayrına olarak görmüyoruz. Peki, Ahmet Türk ve Taner Yıldız burunlarına yumruk almayı hak ediyorlar mı? Hayır. Asla. Bana göre; Ahmet Türk’ün burnuna yumruğu hak etmesi için en azından soyadını değiştirmesi gerekiyor! Oysa Sayın Türk, hem İslam Peygamberi’nin adını, hem de “Türk” soyadını taşımakla adeta Türk-Kürt kardeşliğinin yaşayan canlı numunesi gibidir. Bana göre Türkiye’nin, tüm yanlışlarına rağmen Sayın Ahmet Türk’ün kişiliğine, bilgeliğine ve siyasi tecrübesine ihtiyacı bulunmaktadır. Burun operasyonundan çıktıktan sonra yapmış olduğu sağduyu çağrısı bunu göstermektedir.
Taner Yıldız mı? Gazeteci Yavuz Donat’ın geçmişte yazmış olduğu bir yazısından öğrendiğim kadarıyla, her Cuma günü Ankara’dan özel otomobiline atlayıp Kayseri’deki yaşlı babasının kişisel bakımını yapan ve onu kendi elleriyle yıkayıp temizledikten sonra Ankara’ya dönen bir adam burnuna yumruk yemeyi hiç hak etmiyor bence. Zira Taner Yıldız, her şeyden önce iyi bir evlat olarak gözüküyor. Sayın Taner Yıldız zaman içinde bir Cumhur Ersümer veya Zeki Çakan olur mu? Bilmiyoruz. Eğer olursa Yüce Divan yumruğunu o zaman düşünürüz. Ancak bence Taner Yıldız da şimdilik burnuna yumruğu hak etmeyenlerdendir. Peki, burnuna yumruk hak eden siyasiler yok mudur? Olmaz mı? Hem de kıyamet gibi! Ancak millet, bu yumruğu fertleri vasıtasıyla değil, yetki verdiği organları vasıtasıyla indirmek durumundadır. İnsan topluluklarının millet olabilmelerinin sırrı da zaten burada gizli değil midir?
26 Nisan 2010
Ömer Sağlam
____________
Not: Siyasilere küçük bir öneri; madem bugünlerde yumruklardan kaçış yok. O zaman sizler de tıpkı boksörler gibi burunlarınızdaki kemikleri aldırıverin. Yumruk anında daha az acı duymanız ve daha az kan kaybetmeniz için!
Bir yanıt yazın