Charlie Hedbo saldırısından sonra Rusya’dan Avrupalı ülkelerin Rusya ile ilişkilerini değiştirmesi ve terörle mücadele için işbirliği yapması gerektiğini ifade eden çıkışlar geliyor.
Rusya Güvenlik ve Savunma Komitesi Başkanı V. Ozerov, “Şu anki durumda Avrupa liderleri ve Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı yönetimi esas görevlerinin hiç kimseyi tehdit etmeyen ve etmeyi de hedeflemeyen Rusya’ya karşı ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamak yerine, tüm dünyayı rahatsız eden tehditlerle birlikte mücadele edilmesi olduğunu anlamalıdır” diyor.
İran, 1979’dan itibaren ABD’nin ticarete ve finansal operasyonlara getirdiği kısıtlamalarla karşı karşıyadır.
1996’da D’Amato Yasası’yla petrol ve gaz üretim endüstrisindeki yatırım süreçleri ciddi darbe almıştır.
Sonra nükleer teknolojide kaydettiği ilerleme İran’ı BM Güvenlik Konseyi zeminine getirmiş ve 2006’dan itibaren kabul edilen 4 ayrı kararla “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması” na aykırı hareket ettiği gerekçesi ile kişiler ve kurumlar bazında bir takım yaptırımlara uğruyor.
Halbuki 5+1 ülkelerinin İran’ı nükleer silahtan uzak tutmaya çalıştığı, İran’ın ise nükleer hakları üzerinde kısıtlamayı kabul etmediği görüşmelerde,
Anlaşmazlık konuları artık, “santrifüj sayısı, ağır su reaktörlerinin durumu, nükleer işbirliği, yaptırımlar ve sermaye piyasalarına katılma tarihinin belirlenmesi”ne indirgenmiştir.
Halbuki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İran’ın uzlaşma uyarınca yüzde 5 zenginleştirilmiş uranyum gaz stoğunu düşürdüğünü, İran’ın bir atom bombası imal edilebilmesi için gereken nükleer zenginliğe sahip olmadığını,
Ama ABD ile İran arasındaki nükleer görüşmeler; esasen ABD-Rusya arasındaki güç dengesini belirleyecek Ukrayna Kriz’inin Baltık’tan Karadeniz’e, Hazar’a ve Ortadoğu’ya kadar olan bölgedeki rolü üzerinden cereyan ediyor.
Rusya’nın ortak olmaktan ziyade bir tehdite dönüştüğü ve NATO’nun bu tehdite karşı vargücüyle mücadele etmesi gerektiği yönünde düşüncelerin hızla pratikleştiği,
ABD Temsilciler Meclisi’nin Rusya’nın saldırganlık politikasını tescil ettiği ve ABD Başkan’ına, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması çerçevesinde yükümlülüklerini ihlal etmekle suçlanan Rusya’ya hesap sorulması için çağrıda bulunma yetkisinin verildiği bu süreçte;
Bu silahı kullanma potansiyeli, sabotajlara karşı koruma kapasitesi sorun oluşturuyor.
1949’da Sovyetler Birliği’nin, 1952’de İngiltere, 1960’da Fransa, 1971’de Çin derken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin nükleer silah sahibi ülkelerden oluşması, bu ülkelerin listeyi kendileriyle sınırlı tutması fikrini ortaya çıkarmış,
5 nükleer güç, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Anlaşma’sına öncülük etmişti.
NPT’de katılan ülkeler, nükleer silah geliştirme konusundaki tüm çabalarından vazgeçerken karşılığında nükleer silah sahibi 5 güç nükleer silah miktarını azaltma gayretinde olacaktı ve nükleer silah sahibi olmayan ülkelerin, barışçıl amaçlarla nükleer güç kullanabilmesi için gereken maddi yardımı sunacaklardı.
Ama anlaşmayı imzalamayı reddeden ülkeler için yapılabilecek bir şey yoktu, nitekim 1974’te Hindistan,1979’da İsrail, 1998’de Pakistan ve 2008’de Kuzey Kore denemeler yaptı.
Ne, BM Daimi Temsilcisi Samantha Power’ın İran’a karşı yeni yaptırımların müzakere sürecine ciddi manada zarar verebileceği uyarısına,
Ne, İran Meclis Başkanı A.Laricani’nin, Batılı ülkelerin Tahran’a yönelik yeni yaptırım kararı alması durumunda, sınırsız uranyum zenginleştirme çalışmalarına geri dönebileceklerini açıklamasına aldırmıyor.
Çünkü,Cumhurbaşkanı B.Esad, Çek Literarni Noviny gazetesine ” biraz da kendinden kes” anlamında “Suriye, Batılı kimi taraflara terörü desteklemelerinin ve ona siyasi şemsiye temin etmelerinin doğru olmadığını, çünkü bu terörün bir gün mutlaka ülkelerine ve halklarına uzanacağını belirtmeye çalıştı. Maalesef bu konuda Suriye’ye kulak vermediler. Batılı kimi yetkililer dar görüşlü tavır sergiledi. Fransa’da yaşananlar Suriye’nin vizyonunu doğruluyor. Aynı zamanda Avrupa’nın politikalarının da sorgulanması gerektiğine işaret ediyor. Ortadoğu’da ve Fransa’da yaşananların yanı sıra hatta belki de daha önce Avrupa ülkelerinde yaşanan terörün sorumlusunun bu politikalar olduğu söylenebilir” açıklamasında bulunuyor…
Bir yanıt yazın