UNUTULAN TÜRKLER

UNUTULAN TÜRKLER (1)

Hüseyin MÜMTAZ

Ekim ayının üç gününü; uzun, yorucu ama mutlu bir yılın yorgunluğunu atmak üzere Bodrum’da geçirdik.

Mevsim dönmüş, Bitez sırtlarındaki otel “sâkin” konuklara kalmıştı..

Odaya çıkınca deniz tarafındaki pencereyi açtım..

İnanılmaz bir gravür…  “Önde zeytin ağaçları…” değil, her yerde zeytin ağaçları.. mevsim aynen öyle, sonbahar.. Ama yıl 1946 değil 2009..  “Yâr” ağaçların arkasında değil, yanımda..

“Bitez yalısı”na kadar inen pitoresk bir manzara.. Zeytinlerin arasında birkaç bağ evi, tek tük otlayan hayvanlar, sabah erken horoz sesleri, gece ıssız ve uzak köpek havlamaları.

Koylar, deniz, tepeler, dağlar, yine deniz, yine tepeler..

Bodrum’a ilk defa geliyorduk, akşamüzeri terasta garsona etrafı sordum… Sıra “karşı”nın günbatımında yeni-yeni göz kırpmaya başlayan ışıklarına gelince, “Yunanistan” dedi.

Orada film koptu..

O ise umursamaz bir tavırla bir taraftan işini yaparken, “İstanköy” diye de ekledi..

Sonradan düşündüm, soruma sadece “İstanköy” cevabı verilse “ateş” bu kadar düşmeyecekti.              İstanköy adası…   “Bizim” İstanköy..

Nasıl Yunanistan olur?

Ama oldu, olmuş, oluvermiş işte.

Gene bir geriye dönüş… Yıl 77 olmalı.. Akay Yokuşu’nun başındaki eski binada Rahmetli Şükrü Elçin Hoca..

“İstanköy’de bir çınar ağacı, gün görmüş, diri, koca,

Şimdi bekler eski şanlı günleri.

Kök eski kök, dal eski dal, yalnız uyuyan yapraktır,

Aydınlık boğar elbet bir gün karanlıkları”..

Akşam üzerinin kış Ankara’sında havada da yoğun bir “İzmir’in Kavakları” dumanı..

Bodrum’dan bir ay önce Kıbrıs’ta tanıdığım İstanköy’lü, zihni ve gönlü “hüzzam”, ama gözleri “mübadeleye”, “köy”üne takılıp kalmış Ali Bey..

“Deniz susmuş, balıklar uykuda; tan atmadı bu gün garip;

Bir mahşer sabahı, bir telaş, martı çığlıklarından köy;

Bu köyde câmiler yıkılmış mahzun, bu köyde ocaklar tütmez olmuş,

Bu köy, dört asırlık yoldan gelen zelzeleyi bekler, İstanköy.” (Elçin)

İzmir’de oturuyor.. 60’lı yıllarda Ege Üniversitesi’nde Ziraat Mühendisliği okumuş.. İstanköy’deki aile arazilerini hâlâ satmamış, hâlâ ve habire, durmadan her yere zeytin, incir dikiyor.

“Dört asırlık zelzeleyi” bekler bir hâli var..

Ali Bey ile Taner bey hem okul arkadaşı, hem “adalı”…

İstanköy ve Kıbrıs… Ortak yönleri, yazının başlığında gizli.. Hem “adalı”lar, hem de Türkler… “Unutulmuş” Türk… Zinhar “kendilerinin” değil, başkalarının unuttuğu bir Türklük buradaki..

Şu “adalılık”tan bahsedelim mi biraz?…

“-Ada- terimi, ister istemez –adalılık- ve çevreden kopma tâbirlerini de peşinden sürükler. –Adalılık-, biyologlar tarafından kullanılır ve bu tâbirle, çevre tesirlerinden uzak kalış sebebiyle başka yerlerde nesli tükenmiş canlıların veya mahalli şartlardan doğmuş yeni bitki ve hayvan türlerinin barındıkları alanlar kastedilir.Çöl ortasındaki vahalar; okyanuslarda inzivaya çekilmiş gibi tek başına duran adalar böyledir. Uzaklığın yarattığı bu durum, -adalılık-, şüphe yok ki coğrafyanın eseridir. Halbuki demografların kullandıkları –çevreden kopma-, kara parçalarıyla adalar arasında, asırlardan beri süregelen normal beşeri ve iktisadi bağlarıninsan müdahalesiyle, daha doğrusu siyasi oyunlarla koparılması manasına gelir. Bir kısım siyasi iktidarlar, adaların tecrit edici hususiyetlerinden, buraları sürgün yeri olarak kullanmak suretiyle faydalanmışlardır.

……Ünlü coğrafya âlimi E. D’Martonne.. –kıtaya komşu küçük adalar, kıyı topoğrafyasının sadece tafsilâtıdırlar- ibaresiyle bunların yekdiğerlerine bağlı, ayrılmaz ve birbirlerini tamamlayan parçalar olduğunu belirtmeye çalışıyor.” (“EGE DENİZİ-TÜRKİYE İLE KOMŞU EGE ADALARI”. Prof. Dr. Sırrı Erinç-Prof.Dr. Talip Yücel. TKAE yayını. Ankara 1978. Sayfa 55)

O -izole edilmişliği- Kıbrıs’ta yaşadım ben..

74’de gittiğimde 1877’den kalan okka-önge-urupla tanıştım..

60 mil doğusunda Filistin-İsrail’de kan gövdeyi götürürken yıllar yılı Magosa’da sur içinde hiç umarsız kuyu kebabı yedim..

Bugün bile dünya batsa Cuma geceleri Lefkoşa’lılar Dereboyu’nda, Cumartesi geceleri Girne’de, Pazar’ları bu sefer bütün adalılar adanın herhangi bir yerinde bir ağaç altında mangal yakmaktadırlar..

Türkiye, İstanbul’dan Yüksekova’ya dört bir yanında 7/24 “açılım sancıları” yaşarken “adalara” kaçmanın âlemi var mı diye sormayın..

Hareket noktam, Bahadır Selim Dilek’in “EGE’NİN UNUTULAN TÜRKLERİ” adlı kitabı..

Türklerin sadece Ege’de veya başka adalarda unutulmadığının; ana karalarda da unutulmaya-unutturulmaya çalışıldığının emârelerini hissediyor, acısını yüreğimde taşıyorum..

Yıllar yılı “Kıbrıs Girit olmasın, Batı Trakya olmasın” dedik, durduk..

Kalemimden yel alsın….

Ne diyordu D’Martonne; “Kıtaya komşu küçük adalar, kıyı topoğrafyasının sadece tafsilâtıdırlar”.

“Tafsilât” ile devam edip sonra “kıyının topoğrafyasına” gireceğiz…15 Aralık 2009

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

[email protected]

UNUTULAN TÜRKLER (1) - huseyin mumtaz

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir