Dersim, Menemen ve Atatürk’ü Yargılamak

CHP’li Onur Öymen’in 10 Kasım 2009 günü TBMM kürsüsünde Kürt Açılımı’nı tenkit ederken hükümete yöneltmiş olduğu “Dersim’de Analar ağlamadı mı?” şeklindeki soru, hem kendi başına, hem de ülkenin başına bela olmuş durumdadır. Şu günlerde herkes bu sözden kendi adına nemalanma derdine düşmüş gözüküyor. En başta da Sayın Başbakan ve diğer AKP yöneticileri. Zira Başbakan, olayı “Evlâd-ı Kerbela”ya kadar sündürmüş bulunmaktadır. Sanki Tunceli Alevileri, Kerbelâ faciasında kurban edilenlerin torunları da.

Ne alakası var Dersim ile Kerbelâ’nın? Kerbelâ, Arabın iktidar kavgasının kana bulandığı bir yer, Dersim ise Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı vuku bulan bir isyan hareketinin, o dönemin sahadaki uygulayıcılarının hatası sebebiyle belki bir miktar aşırıya kaçılarak bertaraf edildiği yerdir. Ancak “Evâd-ı Kerbelâ” deyimini kullanan Başbakan olunca her şey caiz, her yer dümdüz! Çünkü Başbakan’ın ağzının ayarı yok. Hele de Akif Beki görevden alınalı bir düzeltmeni de yok Başbakan’ın…

Sayın Başbakan’ın bu ayarsız ve ölçüsüz sözlerinin nelere mal olduğunun en büyük göstergesi, İsviçre’de minare yapımına yasak getirilmesine ilişkin referandum sonuçlarıdır. Çünkü onun bir zamanlar Siirt’e okumuş olduğu, “Minareler süngümüz kubbeler miğfer, Camiler kışlamız müminler asker” şeklindeki şiir, İsviçre’de minarelere yasak getirilmesini savunan milliyetçilerce sürekli kullanılmıştır. Minarelere yasak getirilmesini savunanlar, beyaz haçlı kırmızı İsviçre bayrağının üzerine süngü şeklinde minareler ve peçeli kadın silueti bulunan afişler kullanmışlardır. Minare yasağını savunan politikacılardan Oskar Freysinger bakın neler söylemiş: “Minare masum bir yapı değil. Tarihte sınır belirleyici, yabancı ülkelerde İslam’ın yayılmasının sembolü olarak kullanılıyordu. Müslümanlar minarelerin yalnızca dekoratif olduğunu söylüyor. Buna katılmıyorum. Eğer Türkiye Başbakanı (Recep Tayyip) Erdoğan, ‘Minareler süngümüz’ diyorsa bu bana bir şey anlatıyor. Onun süngülerinin İsviçre’de olmasını istemiyorum”(1).

Peki, şimdi Oskar Freysinger’e “Haksızdır” diyebilir misiniz? Minareler sizce de İslam’ın ve İslam Dini’nin yayılmasının bir göstergesi değil midir? Peki, minareleri süngüye benzetmek suretiyle İslam’ın aslında bir şiddet dini olduğunu ima etmeye kimin ne hakkı vardır? Başbakan’ın “Bu şiiri ben yazmadım, Ziya Gökalp yazmış” diyerek bir asır öncesinin savaş şartlarında oluşan bir düşünceyi canlandırıp bugün dillendirmesi sizce de doğru bir davranış mıdır? Başbakan şimdi durmuş İsviçre’nin yaptığını “İslami Fobia” ile yorumluyor. Kendisine tavsiyemiz, sık sık dile getirdiği üzere her konuşmasından sonra bir boy aynasına bakması, daha doğrusu konuşmalarını banttan bir kez daha dinlemesi ve “Eyvahlar olsun, ben neler söylemişim” diye kendisini sorgulamasıdır. Neymiş efendim, “Muhalefet liderleri Sivas’ın ötesine geçemiyorlarmış!” Elbette geçemezler. Devri idarenizde ülke öyle bir hale geldi ki; örneğin MHP lideri kalkıp Diyarbakır’a gidecek olsa maazallah iç savaş çıkacaktır. Allah’tan Devlet Bahçeli akıllılık ediyor da Güneydoğu’ya gitmiyor. Yoksa Ahmet Türk’ün İzmir’de yaptığını yapacak olsa kardeş kanının akması içten bile değildir. Muhalefet liderleri Güneydoğu’ya gidip siyasi miting ve toplantı yapamıyorsa, bu onların eksiği ve ayıbı değil, o bölgede vatandaşın can güvenliğini sağlayamayan devletin eksiğidir. Yani devleti yöneten iktidarın demek istiyoruz. Şimdi de kalkılmış “Evlad-ı Kerbelâ”dan dem vuruluyor. Tam da toplumun sinir uçlarını kaşıyan bir yaklaşım tarzı…

Alevi Canlar Yanlış Yapıyorlar

Şu sözlerim, özellikle inançlarını siyasete alet eden ve bu türlü davranmayı sürekli içtimai ayrılık vasıtası olarak kullanan müfrit Alevi kardeşlerimizedir. Evet, bu kardeşlerimiz tam bir aymazlık ve yanlışlık içindedirler. Öyle ki; bu tip adamların söylem ve eylemleri yüzünden benim gibi Alevilere sempati ile bakan, hatta onların pek çok isteğine olumlu gözle bakan Sünnileri bile kanaatlerinden caydıracak boyutlardadır. Sayın Başbakan’ın Alevilerin oylarına göz dikerek “Dersim” olaylarını kaşımasını ve “Evlâd-ı Kerbelâ” benzetmesi ile Deniz Baykal’ın Alevi oylarını çantada keklik görüp başbakana “Haydi başka kapıya. Sana Alevilerden fayda yok…” demelerini nasıl yanlış buluyorsam, Alevilerin inançlarını siyasi pazarlık konusu yapmalarını da o derece yanlış buluyorum. Bu bakımdan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın “… Çünkü Aleviler eğer isterlerse sandığa gitmedikleri zaman CHP’yi barajın altına nasıl düşürdüğünü, bu güçleri olduğunu biliyorlar…”(2) şeklindeki sözlerini hem yanlış, hem de siyasi ahlaka aykırı görüyorum. Şimdi anlıyorum ki; Aleviler yıllardır CHP ile kedi fare oyunu oynamışlar, CHP’ye sürekli siyasi şantaj yapmışlardır!

Alevi canların yaptıkları yanlış, en bariz şekilde CHP Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutarsız davranışlarında sembolleşmiş bulunmaktadır. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, partili arkadaşı Onur Öymen’in 10 Kasım günü dile getirmiş olduğu sözlerden dolayı önce kendisini istifaya davet etmiş, sonra da biraz densizlik edip ileri gittiğini anlamış olacak ki; geri adım atmış bulunmaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış yaptığını, bu tutarsız davranışıyla CHP’deki misyonunun bittiğini ve CHP’den istifa etmesi gerektiğini daha önce 21 Kasım 2009 tarihli yazımızda da dile getirmiştik(3).

Gazeteci can Dündar da bizimle aynı kanaatte olmalı ki; 26 Kasım 2009 tarihli yazısında Sayın Kılaçdaroğlu’nu Dersim tartışmalarının kaybedenleri arasında sayıyor ve şöyle diyordu;

“İşin en büyük kaybedeni bence Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Hiç günahı yokken Alevilerin öfkesini çeken paratoner rolüne soyundu. Tokmak Öymen’in elindeyken davulu omzuna astı ve bu yükü taşıyamayıp devrildi.
Aleviler, tıpkı Sivas katliamında suçlular ve sorumlular zincirinin en sonunda yer alabilecek Erdal İnönü’ye en fazla kızdıkları gibi, burada da tepkilerini, kendilerinden bildikleri Kılıçdaroğlu’na yönelttiler.
Birçok insan ona partinin gelecekteki lideri gözüyle bakıyordu. Ancak bu olayda kötü sınav verdi:
Önce ilkeli bir duruş sergileyerek Öymen’in istifasını istedi.
Sonuç alamayınca ‘Biz biat partisi değiliz’ mazeretine geriledi.
Alevi toplantılarında, kırmadığı camın dayağını yedi.
Üstüne bir de partide ‘birlik beraberlik’fotoğrafı çektirince kendisine sempati duyanları hayal kırıklığına uğrattı.”(4).

Alevi canlar şimdi de Dersim olaylarından hareketle ve hep yaptıkları gibi yine ezilmişlik psikolojisi ile bazı hak arayışlarının içine girmiş durumdalar. Oysa Dersim olaylarının inanç temeline oturtulması, yani bir inanç grubuna karşı girişilmiş bastırma eylemi olarak yorumlanması çok yanlış, üstelik yalandır da. Hele hele isyanın bastırılması sırasında öldürülenlere ilişkin olarak verilen rakamlar külliyen yalandır, uydurmadır…

Aklı başında olan bazı yazarlar isyanın bastırılması sırasında ölenlerin sayısını 5000 olarak verirken, 6000-13000 şeklinde sallama rakamlar verenler de vardır. Mesela kıdemli Gazeteci Doğan Heper böyle yapanlardandır. Dersim isyanı hakkında;

“1937’de orada isyan var. Bu isyanın başındaki kişi Seyyid Rıza. Yani, ‘Dersim olayları’ durup dururken meydana gelmiyor. Orada bir başkaldırı var. Hükümet harekâttan önce haber yolluyor. ’askere gidin, vergi verin, silahlarınızı bırakın- diye. Ama bu istekler Seyyid Rıza tarafından reddediliyor. Bunun üzerine Atatürk’ün emriyle harekât başlıyor. Ama Kara Kuvvetleri başarı göstermeyince, Hava Kuvvetleri devreye sokuluyor. Ve istenmeyen şeyler de meydana geliyor; sivil halktan ölenler, yaralananlar oluyor. İsyan, amacı aşan bir şekilde bastırılıyor” şeklinde aklı başında hemen herkesin kabul edebileceği şekilde olayları özetleyen Doğan Heper sonunda dayanamayıp atışa geçiyor ve “6-13 bin Dersimli kardeşimiz de hayatını kaybediyor.”diyor(5). Böyle bir kalem erbabına “Bir karar ver be adam; Dersim’de 6 bin kişi mi öldürüldü yoksa 13 bin kişi mi? Yüzde yüzün üzerinde bir yanılma payı ile hiç hüküm verilir mi?” diye sorulsa doğru olmaz mı?

Pkk terör örgütüne ve bu örgütün TBMM’deki uzantısı olan DTP’ye bakılırsa orada 90 bin insan öldürülmüş, 100 bin insan ise başka yerlere sürülmüştür! Oysa bazı kaynaklarda 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bin olarak verilmektedir. Aynı kaynaklar zorunlu göçe tabi tutulanların sayısını yaklaşık 5 bin, 1940 nüfus sayımına göre de Tunceli’nin toplam nüfusunu 95 bin olarak vermektedirler(6).

Yazılarını öteden beri severek okuduğum ve tarafsızlığına inandığım Alevi kökenli araştırmacı-yazar Cemal Şener Dersim olaylarını anlatırken şöyle diyor:

“…1938’e gelindiğinde ise; Mustafa Kemal ağır hastadır. İsmet İnönü, Hatay meselesinden dolayı Başbakanlıktan istifa etmiştir. O sırada Başbakan Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Dersim askeri sorumlusu ise General Abdullah Alpdoğan’dır. Celal Bayar ve Fevzi Çakmak yönetimindeki Dersim operasyonu çok sert yapılır. Çok kan dökülür. Bazı tespitlere göre, toplam nüfusu 50.000 kişi olan Dersim’de 5.000’i aşkın kişi katledilir, 20.000’i aşkın kişi sürgün edilir. Halk perişan olur. …Bu işin birinci derecede sorumlusu dönemin Başbakanı Celal Bayar ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır…”(7)

Büyük Larousse’de Dersim olaylarında öldürülenlerin sayısı hakkında bilgi verilmiyor ama bölgenin egemen güçleri olan Haydaran, Yusufhan ve Dedenan aşiretlerine mensup 5000 kişinin isyana destek verdiğinden bahsediliyor(8). İsyancıların hepsi öldürülmüş olsa bile bu sayı ancak 5000’dir ki; bu rakam, öldürülenler konusunda Cemal Şener’in vermiş olduğu rakamlarla örtüşmektedir. Ancak bunların tamamının öldürülmüş olduğuna inanmak zor gözüküyor. Cemal Şener de muhtemelen tahmini bir rakam vermiş bulunuyor.

Aslında Yargılanmak İstenilen Bizzat Atatürk’tür

Dersim İsyanı’nın bastırılması sırasında Atatürk cumhurbaşkanıdır ve isyanın bastırılması emrini veren de bizzat odur. Elbette bugün yargılanmak istenilen de aslında Atatürk’tür. Ancak Atatürk’ü yargılamaya ve onun hakkında laf söylemeye çekinenler, olayların sorumlusu olarak ikinci ve üçüncü dereceden adamları hedef göstermeye çalışmaktadırlar. Yani bir anlamda hedef saptırmaktadırlar. Oysa Atatürk’ü yargılamak ve ona hakaret etmek için can attıkları kesindir. Atatürk’ü Koruma Kanunu olmasa, bu işi çoktan yapacaklar.

Bu işi yapmak isteyenlerin kimler olduğuna gelince; en başta müfrit Aleviler ve Aleviler üzerinden siyaset yapanlar. Bu konuda Pkk terör örgütünü ve DTP’yi zikretmeye gerek yok; onlar zaten kaç gündür Atatürk Türkiye’sinin altını üstüne getiriyorlar! Sözüm ona Alevi aydınlarının ise bu konuda takıyye yaptıkları ve hedef saptırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Yukarıda yazısından alıntı yaptığımız ve mutedil bir insan olarak kabul ettiğimiz Cemal Şener bile Dersim olaylarının birinci derecede sorumlusu olarak Atatürk’ü değil, dönemin Başbakanı Celal Bayar ile dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve bölgedeki harekâtı yürüten General Mustafa Alpdoğan’ı göstermektedir. Bu görüş olsa olsa kısmen doğrudur. Çünkü Dersim İsyanı’nın bastırılması direktifini bizzat Atatürk vermiş, harekâtın uygulanma şeklini de bizzat o tespit etmiştir. Bunu söyleyen biz değil, Gazeteci Doğan Heper’dir. Yukarıda alıntı yaptığımız yazısında “Bunun üzerine Atatürk’ün emriyle harekât başlıyor.” diyor Doğan Heper.

Hasan Cemal bu konuda daha da ileri gidiyor. Onun yazdıkları çok daha kışkırtıcı ve dehşet vericidir. Yazısında:

“İhsan Sabri Çağlayangil, Türkiye Cumhuriyeti’nin tanınmış valileri ve Demirel döneminin başarılı dışişleri bakanları arasında yer alır. 1937-1938 Dersim’ini bilir, o yılların Malatya Emniyet Müdürü’dür. Şöyle anlatır: -Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden… Bunları fare gibi zehirledi. Ve 7’den 70’e Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu.- Muhsin Batur, Orgeneral. Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlik mesleğinde iz bırakmış Hava Kuvvetleri komutanlarından biridir. Anılarında Dersim’den şöyle söz eder: ‘Okuyucularımdan özür diliyorum, yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.’ ”
şeklinde bilgiler aktardıktan sonra asıl konuya gelerek şöyle diyor:

“Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı 1972 yılında bir kitap yayınlar. Sonradan toplatılan bu kitabın 491. sayfasında, ‘1937 yılında yapılan Tunceli tenkil harekâtına dair Bakanlar Kurulu kararı’ yer alır. 4 Mayıs 1937 tarihli ‘gayet gizlidir’ başlıklı bu kararda şu satırlar vardır:
‘Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar, 4.5.1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tedkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.(…)
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe, isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır. Aslı gibidir. İmza.’”(9)

Dikkat edin, Hasan Cemal’in yazdığına göre, Dersim İsyanı’nın bastırılmasına ilişkin harekât planları Atatürk’ün vefatından yaklaşık 18 ay önce onun bilgisi dâhilinde ve bizzat onun direktifleri ile hazırlanıp uygulamaya konuluyor. Onun için bu konuda, isyanın bastırılmasını bir suçmuş gibi kabul edip, sonra da Atatürk’e laf söylemeye çekindikleri için bu yapay suçu başkalarına yüklemeye çalışmak ciddiyetle bağdaşan bir davranış olmasa gerekir. Bu bakımdan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın, kendisine sorulan “Aleviler Dersim’le Atatürk’ü yan yana getirirler mi/” sorusuna “Hiç getirmezler. Atatürk’e laf söyletmemek için o yıllarda hastalığıyla uğraştığını, ülkenin iç ve dış işleriyle çok fazla ilgilenemez olduğunu varsayarlar” şeklinde vermiş olduğu cevabı ikiyüzlülük olarak değerlendiriyoruz. Tıpkı “Sizce gerçek bu mudur?” sorusuna vermiş olduğu “Bunu tarihçilere sormak lazım” şeklindeki cevabı korkaklık olarak değerlendirdiğimiz gibi(10). Anlaşılan inançlarını siyasi pazarlık konusu yapmayı gelenek haline getiren müfrit Aleviler, Atatürk’e laf söyleyemedikleri için, dönemin Sünni Başbakanı Celal Bayar’ı, özellikle de her fırsatta Kur’an okuduğu bilinen ve muhafazakâr denilebilecek derecede inançlı bir asker olan dönemin Sünni Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı suçlamayı tercih ediyorlar. Bu ülkede Alevilerle Sünnileri karşı karşıya getirmeye çalışmanın bundan daha alçak, bundan daha rezil bir şekli olabilir mi dersiniz? Hiç sanmıyoruz…

Seyyit Rıza mı Yoksa Diyap Ağa mı?

Oysa Dersim olayları masum bir inanç hareketi olmayıp, uzun yıllar boyunca devlet otoritesinden uzak bir şekilde bölgelerinde egemenlik süren aşiret ağalarınca, yani yerel derebeylerce başlatılmış silahlı bir isyandır ve gerektiği şekilde bastırılmıştır. Atatürk’ün üstün dehası sayesinde devlet, devletliğini yapmış ve isyancılarla pazarlık yapmamıştır. Böylece Atatürk, devleti bir kez daha kurtarmıştır. O işte bunun için büyüktür ve Türk Milleti’nin düşmanları Atatürk’e işte bunun için saldırıyorlar.

Alevi canlara tavsiyemiz, Pkk terör örgütünün oyununa gelip ayrılıkçı Seyyit Rıza’ya değil, vatansever Diyap Ağa’ya sarılmalarıdır. Çünkü Aleviler, ancak bu şekilde bu ülkenin gerçek ve eşit haklara sahip bireyleri olabilirler. Eğer Alevi kardeşlerimiz, okullarda zorunlu din derslerinin kaldırılmasını veya din dersi kitaplarında Alevilik hakkında da bilgi verilmesini, cem evlerine ibadethane statüsü verilmesini, Diyanet’te Alevilerin de temsil edilmesini istiyorlarsa, bu hakları Seyyit Rıza’nın peşinden koşarak değil, ancak Diyap Ağa’nın peşine düşerek elde edebilirler. Böyle yaptıkları takdirde hiç unutmasınlar ki; benim gibi Sünniler de kendilerine destek vereceklerdir.

Menemen’i Yak Şükrü!

Yukarıda da dile getirdiğimiz üzere; Dersim isyanının bastırılması Atatürk’ün kesin kararlılığı sayesinde gerçekleşmiştir ve bu bastırma işi eğer bir suç ise bu suçu işleyen Atatürk’tür! Aslında bu olayı bahane ederek sağa sola tafra yapanların niyetleri de Atatürk’ü yargılamaktır. Ancak bugün yeteri kadar güçlü olmadıkları için bu konuda sesleri çıkmamaktadır. Sadece onun emrindeki Celal Bayar, Fevzi Çakmak ve General Mustafa Alpdoğan’ı hedef almakla yetinmek zorunda kalıyorlar. Hiç merak etmeyin; böyle giderse bu zihniyet, çok yakında Atatürk’ü de hedef tahtasına dikmekte gecikmeyecektir. Hem Dersim İsyanı’nı bastırma yönteminden dolayı, hem Şeyh Sait İsyanı’nı bastırma yönteminden dolayı hem de diğer ayrılıkçı isyanlara karşı sergilemiş olduğu kararlılıktan dolayı. Kim bilir yarın öbürgün Menemen olaylarını bastırmada kullanmış olduğu yöntem sebebiyle de yargılanacaktır Büyük Atatürk! Çünkü Atatürk, Menemen’de vuku bulan olaylar sebebiyle dönemin İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’ya Menemen’i büsbütün yakma emri vermiş birisidir. Gazeteci Necdet Sevinç anlatıyor:

“Menemen İsyanı çıktığında Şükrü Kaya İçişleri Bakanı’dır. İlk defa bir ayaklanma ile karşı karşıya kaldığı için alınması gereken tedbirler hususunda tereddüt geçirir.
Hemen Köşk’ü arar:
– Menemen’de isyan çıktı Paşa’m, ne yapmamı emredersiniz?
Gazi’nin cevabı kısa ve kesindir:
– Menemen’i yak Şükrü!
Gazi telefonu kapatır. Fakat Şükrü Kaya birkaç dakika sonra Köşk’ün numarasını tekrar çevirir:
– Menemen’de isyan çıktığını arz etmiştim Paşa’m, emrinizi anlayamadım.
Gazi, aynı kararlılıkla cevap verir:
– Menemen’i yak, dedim Şükrü!
Bu kararlı tavır sayesindedir ki isyan derhal bastırılır, böylece devletle hesaplaşmak için fırsat kollayan hainlerin de umudu kırılır.”(11).

Atatürk’ün Dersim’de uyguladığı yöntem de üç aşağı beş yukarı Menemen’de uyguladığı yöntemin aynısıdır. Öyle zart zurt etmeye, sağda solda suçlu aramaya gerek yoktur. Eğer devleti zorbalara teslim etmemek için gerektiğinde kuvvet kullanmak suç ise, evet; Atatürk bu suçu işlemiş bir suçludur! Gariplerim Celal Bayar, Fevzi Çakmak ve sıradan bir general olan Mustafa Alpdoğan ile ne uğraşıyorsunuz? Bakın Atatürk karşınızda! Yüreğiniz ve cesaretiniz yetiyorsa gidin onu yargılayın!

4 Aralık 2009
Ömer Sağlam
_______________
1- 29.12.2009 tarihli Milliyet, “Erdoğan’ın süngüleri İsviçre’de oylanıyor” başlıklı haber, s, 12.
2- 30.12.2009 tarihli Milliyet “Yeni Sol Partiye Alevi Desteği” başlıklı manşet haber.
3- bk. Ömer Sağlam “Şimdi de ‘Anasır-ı İslam’ Geyiği” başlıklı makalesi, 2 nolu dipnot,
4- Can Dündar “Dersim tartışmasında kim kazandı kim kaybetti?” başlıklı makalesi, Milliyet, 26.11.2009.
5- bk. Doğan Heper, “72 yıl Sonra Dersim Sorgusu” başlıklı makalesi, Milliyet, 26.12.2009.
6- bk.
7-
8- Büyük Larousse, c, 6, s, 3073, Milliyet Yayınları.
9- Hasan Cemal “Dersim Katliamı’nı mazur göstermeye kalkışmanın ahmaklığı üzerine” başlıklı makalesi, Milliyet, 2 Aralık 2009.
10- Ali Balkız’ın konuya ilişkin görüşleri için bkz. 2 nolu dipnottaki haber (Devrim Sevimay röportajı).
11- Necdet Sevinç, “Devlet kurtarılmalıdır” başlıklı makalesi, Halka ve Olaylara Tercüman, 17.11.2005

CHP’li Onur Öymen’in 10 Kasım 2009 günü TBMM kürsüsünde Kürt Açılımı’nı tenkit ederken hükümete yöneltmiş olduğu “Dersim’de Analar ağlamadı mı?” şeklindeki soru, hem kendi başına, hem de ülkenin başına bela olmuş durumdadır. Şu günlerde herkes bu sözden kendi adına nemalanma derdine düşmüş gözüküyor. En başta da Sayın Başbakan ve diğer AKP yöneticileri. Zira Başbakan, olayı “Evlâd-ı Kerbela”ya kadar sündürmüş bulunmaktadır. Sanki Tunceli Alevileri, Kerbelâ faciasında kurban edilenlerin torunları da. - ataturk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir