Kürt açılımı konusundaki çalışmalar her ne kadar sürdürülüyor olsa da ve hükümet “Ne pahasına olursa olsun bu çalışmaları sonuçlandıracağız” dese de, açılım çalışmalarında gözle görülür bir tavsama yaşanmaktadır. Hatta bu çalışmalar, her geçen gün biraz daha hız kesmektedir. Bunun en büyük sebebi, MHP ve CHP’nin sert muhalefetine TSK’nın da destek vermiş olmasıdır. Zira Genel Kurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un 30 Ağustos Zafer Haftası mesajı ile Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanlıklarında gerçekleştirilen devir teslim törenlerinde yapılan konuşmalar Kürt Açılımı’nın adeta sınırını çizmiştir. Asker, bu konudaki kırmızı çizgilerini adeta kalın hatlarla bir kez daha çizmiş bulunmaktadır. Nedir o kalın çizgiler? Devletin üniter yapısının korunması ve ulus devlet. Böyle olunca konuya ilişkin çalışmalar kendiliğinden hız kesmiştir. Konuya ilişkin olarak gerek medyada çıkan yazı ve yorumlar, gerekse siyasiler tarafından yapılan açıklamalar, artık büyük ölçüde birer geviş getirme hareketidir. Bizim şu yaptığımız da öyle…
Şehitler Üzerinden Kürt Açılımı Propagandası
Çok gerilere gitmeye gerek yoktur. 21 Ağustos 2009 günü, yani Mübarek Ramazan Ayı’nın ilk günü, hem de oruçlu iken ve üstelik Cuma namazı çıkışında Bezmi Alem Valide Sultan Camii’nin merdivenlerinde Sayın Başbakan, hükümetin Kürt Açılımını ‘ABD Projesi’ diye eleştirenlere ne demişti? “Bunu ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar”. Başbakan’ın her zaman yaptığı gibi, dini bir mekânı kullanarak, yani dini siyasete alet ederek yapmış olduğu bu sert açıklamanın muhatabı acaba kim diye merak ediyorduk ki; MHP lideri Sayın Bahçeli, bu sözlerin muhatabının kendileri olduğunu açıkladı. Çünkü Sayın Bahçeli ertesi günü Başbakan’a vermiş olduğu cevapta şöyle diyordu: “Namus ve şeref gibi ulvi kavramlar, yakışmayan ağızlarda değerini kaybeder”.
İşte bu ve benzeri sert polemikler üzerine TSK yine devreye girdi ve konu hakkındaki tavrını açıkça ortaya koydu. “türk Ordusu devletin üniter yapısından ve ulus devletten yana taraftır” dedi. Askerin bu tavrı özellikle hükümet kanadında gözle görülür bir yumuşama yarattı. Sürecin başında adeta “Küçük dağları ben yarattım” edasıyla hareket eden ve “AKP, Türkiye’nin her yerinde vardır ve Türkiye’nin partisidir” yaklaşımıyla muhataplarını “Alçak” ve “Namussuz” olarak itham eden başbakan bile her nedense “Biz Türkiye’nin tamamı değiliz. Herkes çözümün parçası olmalı” diyerek, kendisini geri adım atmak zorunda hissetmiş bulunuyor.
Şimdi gerek hükümet kanadının, gerekse DTP’lilerin en genel geçer gerekçeleri “Akan kan dursun. Analar ağlamasın!” propagandasıdır. Hatta Sayın Başbakan konuyu biraz daha abartıp dramatize etti ve “Şehidin bir damla kanı benim için 550 milletvekilinden daha kıymetlidir” şeklinde konuşmaya başladı. Oysa aynı başbakan, bir damla kanlarını 550 vekilden kıymetli gördüğü şehitlere geçmişte “Kelle” demiş, üzerine de ünlü “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” tezini ilave etmişti. Bu hakareti Sayın Başbakan’a pahalıya mal olmuş ve tam üç kuruşluk cezaya çarptırılmıştı. Bu cezayı da zamanında ödemediği için geçtiğimiz günlerde 80 lira olarak faizleriyle birlikte ödemek zorunda kalmış, ancak intikamını bu cezayı veren hakimden çıkarma yoluna gitmiştir. Çünkü söz konusu cezayı veren Kartal 2. Sulh Hukuk Mahkemesi Başkanı Sevgi Övüç hakkında önce Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından inceleme başlatılmış, arkasından “görevi ihmal” suçunu işlediği iddiasıyla dava açılmıştır.
Yani anlaşılacağı üzere; bir zamanlar şehit kanı üzerinden siyaset yapmayı ayıplayan hükümet, şu anda Kürt Açılımı konusunda şehitlere dört elle sarılmış durumdadır. Şehit aileleri şu anda el üstünde tutuluyorlar. O iftardan bu iftara koşturup duruyorlar! Hükümet, Ankara’da şehit ailelerine yönelik olarak düzenlemiş olduğu iftar programlarını yetersiz bulmuş olacak ki; şimdi de ve vali ve kaymakamları devreye sokmuş bulunmaktadır. Kürt Açılımı’nın koordinatörlüğünü üstlenen İç İşleri Bakanı Beşir Atalay vali ve kaymakamlara göndermiş olduğu genelgede bakın neler diyor: “Aziz şehitlerimizin yakınları ile gazilerimizin sorunlarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik çalışmalara devam edilmektedir. Vali ve kaymakamlarımızın koordinesiyle kutsal Ramazan ayında ve Ramazan Bayramı’nda, devletimizin her zaman yanlarında olduğunun belirtilmesi, ihtiyaçlarının karşılanması, huzurlu ve mutlu bir bayram geçirmeleri için azami hassasiyetin ve özenin gösterilmesini önemli rica ederim”(1).
Ayrılıkçı Kürtlerle Türkmenler Mübadele Edilmelidir
TSK’nın sert çıkışından sonra, hükümetteki tutum değişikliği ve başta İç İşleri Bakanı olmak üzere, hükümet partisi kanadından TSK’nın açıklamalarına destek anlamında gelen açıklamalar, DTP’yi çılgına çevirmiş durumdadır. DTP’nin kendisi Kürt, her ne hikmetse soyadı Türk olan lideri “Dağ fare bile doğurmadı” derken, DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, terör örgütü elebaşı Öcalan’ı bile çileden çıkartacak şekilde “Mutlaka İmralı ve dağ çözümün bir parçası haline getirilmeli. Eğer bu süreç de tıkanırsa, o zaman Kürtler de ayrılığı tartışmaya başlayabilir” şeklinde açıklamalarda bulundu(2).
Doğrusunu söylemek gerekirse; Aysel Tuğluk’un sözlerini ilk duyduğumda kendi kendime şöyle homurdandım; “Hast… Cehennemin dibine kadar yolunuz var! Yaktığınız elektriğin parasını vermezsiniz. İçtiğiniz suyun parasını vermezsiniz. Vergi vermezsiniz. Doğru dürüst askerlik yapmazsınız. Dağa çıkarsınız. Amip gibi ha bire çoğalırsınız. Kanun nizam tanımaz, kendi kanunlarınızı kendiniz koyarsınız. Hiç vermez sürekli alırsınız. Bu ne be! Bu ülkenin vatansever halkını keriz mi bellediniz?”
Bunları boşuna demiyordum elbette. Aynı şeyleri yıllar önce Sakıp Sabancı da söylüyordu. Ancak benden farkı, o biraz kibar söylüyordu söylediklerini. Üstelik devletin resmi kurumlarının raporlarına dayandırıyordu görüşünü. Zira merhum Sakıp Ağa’ya göre de; 1986-1990 yıllarını kapsayan dört yıllık dönemde Güneydoğu 100 vermiş, 143 almış, Doğu Anadolu ise 100 vermiş tam 356 almıştır. Diğer bölgeler mi? Onlar sürekli vermiştir. Aynı dönemde örneğin İç Anadolu halkı 100 ödemiş 67 almış, Marmara halkı 100 ödemiş 31 almış, Akdeniz Bölgesi halkı 100 ödemiş 73 almış, Ege halkı 100 ödemiş 68 almış. Açık anlatımıyla, batı halkı ödediğinden az hizmet almış. Böylece batı halkı Doğu ve Güneydoğu’ya sürekli para desteği vermiştir(3).
Ya 1990 sonrası mı diyorsunuz? Eminim ki; 1990 sonrasında Doğu ve Güneydoğu hiç vermemiş hep almıştır! Üstelik verdiklerini gönül rızasıyla verdiklerini sanmayın bu insanların. Onların hemen tamamı, devletin bölgede görev yapan memurlarına maaş adı altında yapmış olduğu ödemelerden kesmiş olduğu gelir vergileridir. Yoksa bu adamların gönül razısıyla ve “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ilkesi gereğince vergi vermeleri filan mevzubahis bile değildir…
Aslına bakarsanız aynı şeyleri yıllar önce Merhum Turgut Özal, dün de Prof. Dr. Mümtaz Soysal dile getirdiler. Merhum Özal, Pkk’yı üç beş çapulcudan ibaret gördüğü günlerde şu anlamda laflar da etmişti:“Kürtler ayrılmayı gündeme getirir de Türkler durur mu sanıyorsunuz. Allah korusun yarın ö bürgün bir bölünme söz konusu olursa, Türkler de çıkar ‘haydi bakalım, evli evine, köylü köyüne’ der. İstanbul’daki, İzmir’deki, Bodrum’daki Kürtler o zaman rahat yaşayabilecekler mi sanıyorsunuz?”.
Bana göre de Merhum Özal sapına kadar haklıydı bu sözlerinde. Aysel Tuğluk çıkacak, bizim asla kabul etmediğimiz şu meşhur ‘eksik etek’ lafını doğrularcasına ve yapmış olduğu yemine aykırı laflar edip ayrılmayı gündeme getirecek, biz Türkler de susacağız öyle mi? Vermiş olduğumuz vergilerle almış olduğu maaş gözüne dizine dursun Aysel Tuğluk’un. Zehir zıkkım olsun. Biz birlik, beraberlik için can verip kan akıtırken, o oturmuş hiç utanmadan ayrılıktan söz edebiliyor. Hem de Apo’yu bile çileden çıkartırcasına! Demokrasi ve düşünce özgürlüğü de bir yere kadar. İnsan biraz utanır kardeşim…
Bu konuda Prof. Dr. Mümtaz Soysal’a kesinlikle katılıyorum. Allah korusun ve hiç temenni etmem ama günün birisinde ayrılık gelip çatar ve Turgut Özal’ın “Evli evine, köylü köyüne” şeklindeki öngörüsü gerçekleşirse, benim de görüşüm, kendilerini Türkiye’nin üniter ve ulus devlet yapısına yabancı, hatta düşman hisseden Kürtlerle Irak’taki Türkmenlerin mübadelesi istikametindedir. Çünkü orada, bütün umutlarını bize bağlamış tam üç milyon Türkmen soydaşımız yaşıyor ve hemen tamamı, Türkiye’nin gözünün içine bakıyorlar. Gel desek arkalarına bakmadan düşüp yollara gelecekler.
Prof. Dr. Mümtaz Soysal, geçtiğimiz Ağustos ayı içinde yazmış olduğu “Kesin Çözüm” başlıklı makalesi konu yapılarak kendisine sorulan “Nüfus mübadelesini, olası bir Kürt devleti kurulmasından sonra mı öneriyorsunuz?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Evet, Kürt devletinin kurulması sonrasında ve bizdekilerin bu aşırı isteklerinden vazgeçmemesi halinde… Muhtemelen orada petrol falan olduğu için, ekonomisi de bizimkisinden daha sağlam olur. Oraya gideceklerdir. Bunu, kolaylaştırmak için Kuzey Irak’daki Türkmen nüfusun Türkiye’ye gelmesini önerebiliriz. ‘Anadilde eğitim’ diyorlar… Türkiye Cumhuriyeti’nin koşullarını beğenmeyenleri zorla da alıkoyacak değiliz. Muhtemelen kendiliklerinden gideceklerdir…”(4).
Mümtaz Hoca’nın sözlerine biz de şu kadarını ilave etmiş olalım; Allah korusun hocam. O günleri Allah bize hiç yaşatmasın. Eğer öyle bir kara gün gelip çatarsa, merak etmeyin, kendiliklerinden gitmeyenleri de bu ülkenin gerçek sahipleri zorla gönderirler. Turgut Özal’ın “Evli evine köylü köyüne” şeklinde tarif ettiği ev ve köy neresiydi bilmiyoruz. Bu köy ve ev, herhalde mevcut sınırın bu tarafında olmasa gerekir. Yoksa sınırın bu yanında hainlere bırakacak bir karış toprağımız olmadığını ben bile bildikten sonra Özal haydi haydiye biliyor olmalıydı…
7 Eylül 2009
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
1- bkz. Akşam, “Şehit yakınlarına devleti hissettirin” başlıklı haber, 6 Eylül 2009, s.12.
2- bkz. Milliyet, “Süreç tıkanırsa ayrılığı konuşabiliriz” başlıklı haber, 2 Eylül 2009, 18.
3-Daha geniş bilgi için bkz. Güngör Uras “Sakıp Sabancı’nın Doğu Anadolu Raporu” başlıklı makalesi, Milliyet, 2 Eylül 2009.
4- 6 Eylül 2009 tarihli Akşam Gazetesi’nin Pazar ilavesinde bulunan Ebru Toktar Çekiç röportajı.
Bir yanıt yazın