SAİD-İ KÜRDÎ (SAİD-İ NURSÎ) MASON MUYDU?

Daha önce de yazdım; Said-i Kürdi, Cumhuriyetle, Atatürk’le, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla başı hiç de hoş olmayan bir şahsiyet. Hatta rivayete göre; Mustafa Kemal Paşa’ya “zalim” bile demiştir. Hem de yüzüne, yekten! Onun için de yaşadığı süre boyunca hep sürgün hayatı yaşamış, sürekli takip ve gözetim altında tutulmuştur. Ancak ne ilginçtir ki; Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok din adamı idam da dahil çok ağır cezalara çaptırılmışken, Said-i Kürdi’ye bu anlamda dokunulmamıştır. Kim bilir belki de dokunulamamıştır!

Mustafa Kemal Paşa’ya “zalim” dediği hadiseyi, Yaşar Nuri Öztürk’ü mehaz göstererek kısaca tekrar hatırlatmak gerekirse:

“(Atatürk),Türkiye’de Ezher benzeri bir İslam üniversitesi kurma hayali olduğunu bildiği bir zatı Ankara’ya çağırıp ona bu üniversiteyi Van’da kurması için devlet bütçesinden her türlü yardımı yapacağını söyledi. Başlangıç olarak da, Meclis kararıyla, büyük bir meblağı, kuruluş için tahsis etti. Aynı üniversiteyi kurmak için daha önce, Mahmut Şevket Paşa’nın aracılığıyla Osmanlı hükümetinden de önemli miktarda altın para alan bu zatın Atatürk’ün teklifine cevabı, ne yazık ki büyük bir talihsizlik oldu. Davet edilen zat, Gazi’ye şunu sordu:

-‘Paşa, sen namaz kılıyor musun?’

Atatürk, her zamanki riyasızlığına, mertliğine yaraşır bir cevapla ‘Hayır, kılmıyorum!’ dedi. Vakar ve imanına bizim de saygımız olan zat, Gazi’ye, İslam’ın basiret ve itidal ilkelerine değil de öfkesine uygun bir cevap verdi. Daha doğrusu, beklediği bahaneyi yakalamış olmanın keyfi içinde reddiyesini yapıştırdı:

-‘Namaz kılmayan zalimdir, zalimin hükmü de merduddur’

Namaz kılmadığı için ‘zalim’ ilan edilen zat ise bütün dünyanın tanıklığıyla bilinmektedir ki, hayatını Müslümanların istiklal, ırz ve imanları zelil olmasın diye ateş ve kan berzahlarının çemberinde cihat ve ribatla geçirmiş ve nihayet, Süleymaniye Camii’nin minaresine haç takmak üzere Haliç’e demirleyen gemileri oradan geldikleri gibi geri göndermiştir. Yine ateş ve kan çemberleri içinde çarpışarak…”(1).

Said-i Kürdi (Said-i Nursî) Mason muydu?

Şimdi bu soruda nereden çıktı demeyin lütfen. Çünkü bu soruyu sorduracak bilgiler var önümüzde. Önümüzdeki kitaba bakılırsa; Said-i Kürdi’nin, aynı zamanda Siyonistler gibi dış güçlerce yönlendirilen uluslararası bir teşkilat olan Masonluk teşkilatının üyesi olması, yani onun bir Mason olması ihtimal dahilindedir. Zira Araştırmacı Yazar Yasin Aslan, “İpler Kimin Elinde” isimli kitabında, Said-i Kürdi hakkında bilgi aktarırken onun ilgi alanlarını ve ilişkiler ağını çok güzel özetliyor.

Yasin Aslan, Said-i Kürdi’ye “Mason’dur” demiyor ama onu demeye getiriyor aslında lafı. Ona göre; Saidi Nursi, Masonlukları tescilli (etnik kökeni karışık) Cemalettin Afgani ve Mısırlı Muhammed Abduh’tan en çok etkilenen kişiler arasındadır. Kurmuş olduğu “Risale-i Nur Mektebi” ile “Müslüman Kardeşler” yani “İhvan-ı Müslimin” örgütü arasında teşkilat ve metot benzerlikleri vardır. En başta İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan El-Benna, Mason Muhammed Abduh’un öğrencisidir. Saidi Nursi, seleflerinin, yani fikir öncüllerinin, Masonlukları tescilli Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Tahsin Efendi, Ali Suavi ve Namık Kemal olduğunu açıkça ifade etmektedir “Divan-ı Harbi Örfî, İki Mekteb-i Musibedin Şahadetnamesi” isimli eserinin 21-22. sayfalarında.

Saidi Nursi, 1953 yılında, Müslümanlarla Hıristiyanların komünizm ve dinsizlikle mücadele konusunda işbirliği yapmasını temin amacıyla İstanbul’da Patrik Athenagoras’la görüşmüş, 1950 yılında Papa XII. Pius’a bir mektup ve Nisale-i Nur Külliyatı göndermiş, Vatikan da 1951 yılında kendisine bir teşekkür mektubu göndermiştir. Dinlerarası Diyalog çalışmaları, bu girişimler neticesinde başlamıştır.

Bir diktatör olarak suçladığı II. Abdülhamid’e karşı olan ve Meşrutiyet’i savunan cephede yer alan Saidi Nursi, (John Hopkins Ü.Orta Asya-Kafkasya Ens. ve İpek Yolu Çalışmaları Müd. Doç. Svante E.Cornell’den alıntı ile) 26 Temmuz 1908 tarihinde konuşma yapmak üzere Selanik’e gitmiş ve orada İttihat-Terakki Fırkası’na üye olmuştur. Oysa Yasin Aslan’a göre; İttihat ve Terakki Fırkası bir Siyonist Komite’dir ve bu komiteye üye olmak için öncelikle Mason teşkilatına üye olmak zorunluluğu vardır!

Yine Yasin Aslan’a göre; Saidi Nursi’nin, Mason Derviş Vahdet’in Volkan gazetesinde yazılar yazması, C.Afgani, M. Abduh, Tahsin Efendi, Namık Kemal ve Ali Suavi gibi masonların kendi selefleri olduğunu söylemesi ve onların yolundan gitmesi, cumhuriyetin ilk yıllarında bazı din adamlarının çeşitli bahanelerle idam edilmesine karşılık Saidi Nursi’ye dokunulmaması ve sadece sürgün cezalarıyla yetinilmesi vs. müritlerinin dediği gibi bağımsız hareket etmediğini, hangi yuvanın kuşu olduğunu ve hangi kaynaktan su içtiğini ve temsil yetkisini nereden aldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Yasin Aslan’a göre; Saidi Nursi’nin gizli cemiyetler, İttihat-Terakki ve Masonlarla olan ilişkileri, Vatikan’ın kapılarını onun yüzüne açmasının kuvvetle muhtemel olduğunu göstermektedir.

Yazar burada, Dinlerarası Diyalogla ilgili birinci konsilin, 1935-1945 yılları arasında Türkiye’de Vatikan’ın temsilciliğini yapmış olan Papa XXIII. Paul Johannes’in Papa olduğu zamanda gerçekleştirildiğinden hareketle soruyor: Papa XXIII. Paul Johannes, Vatikan’ın temsilcisi olarak Türkiye’de iken, bu ikili arasında herhangi bir ilişki kurulmuş olabilir mi?

Yazara göre; ayrıca Saidi Nursi’nin, Ünlü Masonlardan ve Osmanlı’yı yıkan komitenin önde gelenlerinden Selanik Mebusu Emanuel Karasso ile ilişkileri de bilinmektedir. E.Karasso, o sırada Mason Locaları vasıtasıyla, Osmanlı Padişahlarını, Sadrazamlarını, Vezirlerini, Paşalarını, Şeyhülislamlarını, Şairlerini, Yazarlarını vs. etkileyecek ve kontrol edecek bir konumdadır.

Dolayısıyla; Mason biraderler, masonluk teklifini kabul etmeyecek bir kişiyi asla E.Karasso gibi kıdemli ve etkili bir Mason liderinin huzuruna çıkarmazlardı. Demek ki; Saidi Nursi, İstanbul’daki mutabakata uygun olarak, Karasso’nun huzuruna çıkarılmıştır. Bu bakımdan, Saidi Nursi’nin Karasso ile görüşmesinde onun Masonluk teklifini reddettiği iddiası, teamüllere, akla ve mantığa terstir. Çünkü insanlar önce Mason olduktan sonra yalnız İttihat ve Terakki’ye üye olabiliyorlardı.(2)

Bütün bu bilgilerden sonra bilinen o meşhur soruyu bir kez de biz sormuş olalım; peki Cumhuriyet düşmanı oldukları tescilli birçok din adamına, idam da dahil çok daha ağır cezalar verilirken Said-i Kürdi, neden sadece sürgün cezası ile geçiştirildi? Devletin, adı geçen hakkında daha ağır cezalar vermeye gücü yetmedi mi?! İdam edilen Cumhuriyet düşmanlarının ve isyancıların mezarları bile bilinirken, Said-i Kürdî gibi önemli bir adamın mezarı neden bilinmiyor? Acaba bunların, onun muhtemel bir Mason Birader olmasıyla ve masonların Türkiye’deki yönetimler üzerinde son derece etkili olmasıyla bir alakası var mıdır?

Peki, Yasin Aslan’ın anlattıklarından hareketle soracak olursak; Said-i Kürdi’nin kurmuş olduğu Risale-i Nûr’un teşkilat yapısının, hemen hemen aynısını kuran (aslında teşkilatını onun düşüncesi üzerine bina eden) ve çalışma metodunun hemen hemen aynısını uygulayan, Dinlerarası Diyalog çalışmaları ve Vatikan ile ilişkiler konusunda Said-i Kürdi’nin yaptıklarının aynısının tıpkısını yapan, ancak onun gibi, Vatikan’a sadece “Rabb’in aciz kulu” sıfatıyla mektup yazmakla (3) kalmayıp, daha da ileri gidip bizzat Vatikan’a giderek, 10 Şubat 1998 günü Papa II. Jean Paul ile görüşen (4) Fethullah Gülen’in örgütü, haklı olarak Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak adlandırılıyor da, çeşitli isimlerle kurulmuş STK’ların çatısı altında ve Said-i Kürdi’nin yolunda yürüyen, onun öğretilerini devam ettiren Şakirt ve Tilmizlere neden farklı muamele yapılıyor ya da hiç dokunulmuyor bu ülkede? Yarın öbürgün, onların da tıpkı FETÖ gibi devletin başına bela olmayacaklarından ne kadar eminiz?

Ömer Sağlam/24.12.2017
_______________
1-Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Âzam Savunması, s,221-223, İnkılâp Yayınları, İst. 2010. Daha geniş bilgi için bkz. “Kürt Said Atatürk’e neden zalim dedi” başlıklı makalemiz,

2- Bkz. Yasin Aslan, İpler Kimin Elinde, Maya Akademi Yayını, Ankara,2017, s, 129-138’den özetlenerek aktarılmıştır.
3-Bkz.http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/nurettin-veren/gulenin-papa-2-john-paula-ortaklik-mektubu-13914.html,
4- Bkz.http://www.hurriyet.com.tr/fethullah-hoca-papayla-gorustu-39005791.

Daha önce de yazdım; Said-i Kürdi, Cumhuriyetle, Atatürk'le, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla başı hiç de hoş olmayan bir şahsiyet. Hatta rivayete göre; Mustafa Kemal Paşa'ya "zalim" bile demiştir. Hem de yüzüne, yekten! Onun için de yaşadığı süre boyunca hep sürgün hayatı yaşamış, sürekli takip ve gözetim altında tutulmuştur. Ancak ne ilginçtir ki; Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok din adamı idam da dahil çok ağır cezalara çaptırılmışken, Said-i Kürdi'ye bu anlamda dokunulmamıştır. Kim bilir belki de dokunulamamıştır! - said

Yorumlar

  1. RUHİ BAYRAK avatarı
    RUHİ BAYRAK

    BİTLİSİN NURS KÖYÜNDEN OLDUĞU ,
    KÖY BİR ERMENİ KÖYÜDÜR,
    TÜRKLERLE KARIŞIK MI BİLMİYORUM.
    FETO ERMENİ OLDUĞUNA GÖRE,
    ERMENİ OLMA İHTİMALİ VARDIR.
    ÇOK YETİŞMİŞ OLDUĞU ,
    DIŞARIDAN DESTEKLENDİĞİ MALÜM.

  2. Media Watch avatarı
    Media Watch

    MASONLUK HIKAYESI BUYUK BIR HAYAL GUCU VE KISACA PALAVRA CUNKI KATI DELILLER YOK
    AMMA ERMENI KOKENLI OLMA IHTIMALI COK DHA YUKSEK SAYET IHJTIMALLERE DAYANARAK BIR SONUC ARIYORSAK ..
    BENCE UYDURMALARIN USTUNE IHTIMALLER EKLEMEYI BIRAKALIM VE BU YAZIYI BIRAZ TEBESSUMLE VE YAZARIN IYI NIYETI ILE BAGDASTIRTALIM..

  3. Yasin ASLAN avatarı
    Yasin ASLAN

    Kitabın İkinci Baskısında Saidi Nursi’nin , bir Mason, İttihatçı ve Ermeni olduğuna dair bilgi ve belgeleri göreceksiniz. İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Media Watch kod adıyla yazan kardeşimiz, İpler Kimin Elinde adlı kitabı okusaydı veya kitaptan alıntı yapan kardeşimiz daha geniş bir alıntı yapmış olsaydı, özellikle Müslüman görünümlü Derviş Masonların nasıl yetiştirildiğini, din ve adamlarının nasıl kontrol edildiğini görür, topdancı bir yaklaşım yerine daha farklı bir mesaj yazardı. Birinci kaynaklara ve gizli belgelere dayalı Kitabı okumadan hüküm vermenin doğru olmadığını düşünüyorum. Yine de yorumu için teşekkür ediyorum

  4. Ömer Sağlam avatarı
    Ömer Sağlam

    Sayın Yasin Aslan,
    Kitabınız için sizi kutluyorum.
    Güzel bir kitap olmuş.
    Bazı küçük bilgi hataları var, ikinci baskıda onları da izale ederseniz mükemmel olur.
    Ayrıca eğer varsa ve elbette ulaşabilirseniz, dipnotlarda belirtmiş olduğunuz yabancı kaynakların, Türkçe çevirilerini de belirtirseniz iyi olur.
    Atıf ve alıntı yaptığınız kaynaklara da bakılması açısından bunu önemli görüyorum.
    Neticede bu ülkede herkes sizin gibi yabancı dil bilmiyor.
    Gözüme ilişen bazı küçük hataları yayıncınızla da paylaştım.
    Kitaptan alıntıya gelince; maksatlı olarak daha geniş alıntı yapmadım.
    Çünkü okumayan bir millete sahibiz.
    Uzun yazılar okunmuyor; onun için özetleyerek alıntı yapmak zorunda kaldım.
    Tekrar tebrikler.
    Ömer Sağlam

  5. Azer Borçalı avatarı
    Azer Borçalı

    Media Watch, Saidi Nursinin Masunluk iddiasına ‘Hayal Gücü ve Kısaca Palavra’ diyor, çünkü katı deliller olmadığını iddia ediyor. Öncelikle bu satırları kaleme alan kişinin, Yasin Aslan’ın kitabını okuduğunu ve Turkish Forumda yayınlanan yazıyı da tam anladığını zannetmiyorum. Sebebine gelince, Yasin Aslan, söz konusu kitabında Mason Arşiv belgelerine dayanarak, bir kişinin İttihatçı olmadan önce Mason olması gerektiğini belgelerle ortaya koymaktadır. İkincisi, bazı son derece önemli mason belgelerini dünyada ve Türkiyede ilk defa Yasin Aslan kitabında kullanmıştır. Yasin Aslan, 472 sayfalık kitabında 583 tane birinci kaynak ve gizli belgeler kullanmıştır. Her söylediği sözü bir belgeye dayandırmaktadır. Kitabı bir çırpıda okuduğum için, bunları kolaylıkla yazabiliyorum.
    Media Watch, bilgi sahibi olmadan, ucuz ve seviyesiz bir şekilde yazılanlara Palavra diyebilmiştir.
    Bu tür bir davranışta, ancak bilgi sahibi olmayan, cahil, fanatik ve önyargılı olanlar bulunabilir. Keşke Media Watch, önce bilgi sahibi olsa, sonra konuşsaydı daha iyi olurdu.

  6. Yasin ASLAN avatarı
    Yasin ASLAN

    Selamlar Ömer Sağlam Bey
    Öncelikle kitabımı okuduğunuz, okumakla da kalmayıp içindeki bazı bilgileri paylaştığınız için size teşekkür ediyorum. Beşer şaşar. Herkes hata yapabilir. Aşırı yoğunluktan dolayı gözümden kaşmış bazı noktalar olabilir. Ama onları düzeltmek de bizim görevimizdir. Yayıncı kuruluşla görüşüp, notlarınızı alacak ve gereğini yağacağım. Uyarılarınızı dikkate alacağımdan emin olabilirsiniz.
    Size iyi günler diliyorum

  7. Ömer Sağlam avatarı
    Ömer Sağlam

    Katılıyorum.

  8. Ömer Sağlam avatarı
    Ömer Sağlam

    a.s.

  9. Murat Saki avatarı
    Murat Saki

    Said Nursi,islama gonul vermis buyuk alimleedendir.Bugun eserleri 72 dile cevrilmis bir sekil de iman hakikatlerine isik tutuyor.Ehli sunnet Said Nursi’nin dusuncelerini kabul eder.

    1500’u gecgin davadan beraat karari almistir.Boyle bos yazilar Said Nursi’yi karalamayaz.Yani siz gozunuzu kapatip,ancak kendinizi karanliga hapsedersiniz.Oysa gunes her zaman yerindedir.

  10. Yasin ASLAN avatarı
    Yasin ASLAN

    Sayın Murat Saki,
    Saidi Nursi’nin talebelerinden ve Nur Cemaatinin önde gelen isimlerinden Mehmet Fırıncı’nın eşi İngiliz Mary Weld’in, namı diğer Şükran Vahide’nin yazdığı ve 2005’te yayınlanan ‘Islam in Modern Turkey: An Intellectual Biography of Bediuzzaman Said Nursi’ adlı eserini veya bunun Türkçe tercümesini okursanız veya okuduysanız, Saidi Nursi’nin gizli cemiyetlerle, karanlık odaklarla olan ilişkilerini açık bir şekilde görmüş olursunuz. O zaman durumun hiç de sizin iddia ettiğiniz gibi olmadığını ve kimim boş laf ettiğini de görürsünüz. Bizim yazdıklarımız, Mary Weld’in yazdıklarıyla örtüşmektedir. Birisini Nur Cemaatinin önde gelen isimlerinden Mehmet Fırıncı’nın eşi İngiliz Mary Weld yazıyor, diğerini biz yazıyoruz. Görünen o ki, siz Mary Weld’in yazdıklarına itiraz etmiyorsunuz, bizim yazdıklarımıza itiraz ediyorsunuz. Bu yaman bir çelişki ve ön yargı değilmidir. Sizi daha objektif olmaya, olaylara daha geniş bir açıdan bakmaya davet ediyorum. Olaylara At Gözlüğü ile bakanlar, çevreyi göremezler, yalnızca önlerini görebilirler.

  11. Ömer Sağlam avatarı
    Ömer Sağlam

    Katılıyorum.

  12. N. İtimil avatarı
    N. İtimil

    Atatürk’ün İngilizlerle bağlantısı malum. Said Nursi’nin de İngilizlerle bağlantısı olabileceği söyleniyor. Her ikisi de Türkiye’deki Müslümanların inançlarını yeni bir formata sokmak için çalışmış.

  13. İsmail Cebecili avatarı
    İsmail Cebecili

    Sadi Nursi hakkındaki bu kadar yalanı ve alçaklığı ancak İngilizler uydurmuş olabilir. Yazar Efendi kendi soyunu araştırdı mı acaba? Nerede yetişmiş olabilir?
    Bu yalanlar da, geçmişte uydurulanlar işe yaramayınca, yeni yeni hangi dehlizlerde üretildi, cidden merak ediyorum.
    B.S.N. Cumhuriyet aleyhtarlığı konusundaki ithama ta 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde cevap vermiş ve Mahkeme Heyeti, bu konuda ikna olmuştur.
    Bu ifadeler, çok iğrenç, adi ve kalitesiz.

  14. İsmail Cebecili avatarı
    İsmail Cebecili

    Said Nursi…

  15. İlvan Hepkul avatarı
    İlvan Hepkul

    Bediüzzaman Said Nursi düpedüz iftira atan iktidar partisinin duâyeni Mısıroğlu ve emsâllerine cevap
    Bediüzzaman-Sultan Abdülhamid ilişkisini çoğu kimse yalan-yanlış ve uydurma bilgilerle aktarma cihetine gidiyor. Aman dikkat!
    (Kemalistlere düşman görünen Mısıroğlu, Kemalistlerin dahi aklına gelmeyen türlü isnat ve iftiralarla Üstad Bediüzzaman’ı karalamaya çalışıyor.)
    Meddahların karalamaları
    Kime sorarsanız, meddahlığın iyi birşey olmadığını hiç tereddüt geçirmeden söyler.
    Buna rağmen, bazı kimseler yine de “şahıs meddahlığı” yapmaktan alıkoyamaz kendini.
    Şahıs meddahlığı, haliyle muhalif görülen başka şahıslara karşı da, tenkit, tahkir, tezyif, hatta iftiraya kadar varan menfî duyguların kabarmasını netice verir.
    Meselâ, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, M. Kemal ve İsmet Paşa meddahlarının Said Nursî’ye bakışı ve yaklaşımı böyle olmuştur.
    Kemalist meddahlar, “Yeminli Atatürk düşmanı” olarak belledikleri Said Nursî’ye karşı akıl almaz, vicdana sığmaz itham ve istinatlarda bulunmaktan zerrece çekinmemişlerdir: “Kürtçü, bölücü, mürteci, kışkırtıcı, vatan haini, Cumhuriyet düşmanı, vesaire…”
    Üstelik, Bediüzzaman ve talebelerini sevk ettikleri bütün mahkemelerin, haklarında beraat kararı vermesine rağmen, bu muhasım meddahlar aynı nakaratı okumaya devam etmişlerdir.
    Bu demektir ki, hayat ve fikriyatını şahısların meddahlığı veya şahıs husûmeti üzerine bina edenler, bir türlü iflâh etmiyorlar, ıslah olmuyolar.
    Bu arızalı tipler, vasat denen hayır koridorunu bilmezler; ya ifrat vadisine kaçar, ya da tefrit çukuruna düşerler.
    Said Nursî ile sadece dünya görüşü itibariyle değil, aynı zamanda dine bakış ve inanış noktasında da muhalif düşen Kemalistlerin bu tutumuna fazlaca şaşmamak lâzım.
    Zira, aralarında herhangi bir dostluk ve yakınlık söz konusu olmadığı gibi, her iki tarafın da itikadına göre “aralarında küllî bir muhâlefet” var. (Mektûbat, s. 418)
    Durum böyle olunca, müstebid mütegallibenin Üstad Bediüzzaman’a karşı akıl almaz iftira ve karalamalarla saldırıda bulunmalarını anlamak hiç de zor olmasa gerek.
    Dostların saldırısı
    Anlaşılması asıl zor olan husus, hem mü’min ve dindar olup, hem de din düşmanlarını dahi geride bırakırcasına Said Nursî’ye isnat ve iftira atmaya yeltenen dost görünümlü şahısların gayretkeşliğidir.
    Bir kısmını yakından tanıdığımız bu şahısların ismini burada zikretmiyoruz; isim zikretmeyi şimdilik uygun da bulmuyoruz.
    Zira, bu kişilerden herhangi biriyle bizim şahsî bir dâvâmız olmadığı gibi, asıl meselemiz de “şahıs meselesi” değildirdir.
    Asıl mesele fikir, görüş, anlayış ve zihniyet meselesi olunca, bu gibi konularda hem hissî ve fevrî davranmaktan uzaklaşılmış olunur, hem de konuşmak, yazmak, serd–i kelâm etmek çok daha kolaylaşmış olur.
    Bu hatırlatmadan sonra, asıl konuya şöyle bir başlangıç yapalım: Bizim dost ve kardeş bildiğimiz, şahsiyetlerini asla rencide etmek istemediğimiz bazı itibarlı zatlar, son zamanlarda Üstad Bediüzzaman hakkında, delilsiz, mesnetsiz ve tamamen karalayıcı mahiyette yazılar yazıp sağda–solda konuşmalarda bulunmaktadırlar.
    Bunların arasında, bütün fikriyat ve hissiyatını “Sultan II. Abdülhamid meddahlığı”na binâ etmiş kimseler, şu sıralar başı çekiyor.
    Tamamen yersiz, seviyesiz, dengesiz ve o büyük padişahın dahi hiçbir şekilde ihtiyacı olmayan bu meddahlık marazı, ne yazık ki, sahiplerini Üstad Bediüzzaman’a karşı alevlendirilmek istenen bir kin ve husûmet ateşine doğru sürüklemeye başlamış görünüyor.
    Nasip olursa, bir seri yazıyla, sahibini hem dünyada mahcup edecek, hem de ahretine ciddî zarar verecek derecede gördüğümüz söz konusu isnat ve iftiralara kesin delillerle susturucu cevaplar vermek istiyoruz.
    Gayret bizden, duâ sizden, tevfik Allah’tan.
    09.11.2010
    ____________________________________________
    ‘Devletin parasını yedi’ iftirası
    Ermeni diasporası ile bombacı teröristlere methiye düzen şair Tevfik Fikret’in meşrebinde gidenler, Sultan II. Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” damgasını vurdular… Bu, son derece âdi, seviyesiz, dahası kin ve husûmet yüklü bir yakıştırmaydı.
    Evet, tamamıyla kin ve husûmet kaynaklı bir yakıştırmaydı; zira, bütün padişahlar arasında ender meziyetlere sahip bulunan Sultan Abdülhamid, bunu hiçbir şekilde hak etmiyor.
    Öte yandan, ahlâken temiz, takvâlı, gayretli ve bir o kadar da “kudretli padişah” olduğu tarihin tasdikinde olan Sultan Abdülhamid’i hakkıyla anlamak, anlatmak, muhaliflerine, yahut muarızlarına cevap vermek için de, illa “Abdülhamid meddahlığı” yapmaya gerek yok.
    Başkasına hiç hakaret etmeden ve hiç mübâlağaya kaçmadan o şahsiyeti olduğu gibi anlatmak yeterlidir ve doğru olanı da budur… Zira, hakikati tağyir eden mübâlağa hem ihtilâlcidir, hem de “zemm–i zımnî”dir. Yani, dengesizce ve ölçüsüzce bir şahsı olduğundan büyük göstermeye çalışmak, bir bakıma onu küçük düşürmektir.
    İşte, bu vartaya düşenlerden bazıları, sırf “Abdülhamid meddahlığı” nâm–ı hesabına hareket ederek, Üstad Bediüzzaman gibi “terk–i dünya” edip bütün hayatını imâna hizmet ve Sünnet–i Seniyyeyi ihyâya adayan bir şahsiyete dahi fütursuzca kara çalmaya yeltenebiliyor.
    İşte bakınız, hayatında hiç zekât ve sadaka kabul etmeyen, hediyeyi dahi mukabilsiz almayan, Sultan Abdülhamid’in iradesiyle verilen maaş ve “ihsân–ı şâhâne”yi reddeden, M. Kemal’in Çankaya’da köşk, yüksek maaş, mebusluk… gibi parlak tekliflerini dahi elinin tersiyle iten ve “Ben sevâd–ı âzama tabiyim” diyerek en fakir bir vatandaş gibi geçinip gitmeyi tercih eden Üstad Bediüzzaman gibi bir Kur’ân şâkirdi hakkında, dost yüzlü bir şahıs, kitabında aynen şunları yazmış:
    “…Daha sonra Sultan Reşad’la görüşen Said–i Nursî, ondan Van’da tesis etmek istediği medrese için yardım almış ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşamıştır.” (K. Mısıroğlu, Sultan II. Abdühamid, s. 23)
    Nasıl?.. Tüyler ürperten, vicdanları sızlatan bir iftira değil mi?
    İlk okuduğumda, belki yanlış anlamış olabilirim diyerek, tekraren okudum.
    Ama, maalesef ifade aynen öyle…
    Dehşete kapıldım. Üstad Bediüzzaman hakkında “Bütün hayatı boyunca İslâmî gayret sahibi” ifadesini de kullanan dost yüzlü bir insan, böylesine şeni’, böylesine ağır ithamlı bir ifadeyi nasıl sarf edebilir diye, hayretler içinde kaldım.
    Böylesi bir isnadın nasıl bir insafsızlık, nasıl bir vicdansızlık eseri olduğuna bir türlü karar veremedim. Havsalam almadı.
    Zira, şeytanın bile aklına gelmeyecek böylesi bir isnadı, şimdiye kadar Bediüzzaman’ın can ve imân düşmanları dahi ileri sürmediler. Mahkemelerde, sadece “Neyle geçiniyorsun?” diye sordular; lâkin “İktisat ve bereketle yaşıyorum” cevabını alınca da sustular.
    Şimdi kalkmış birileri, Said Nursî’nin vücudunu ortadan kaldırmaya azmetmiş düşmanlarının dahi tevessül etmedikleri bir isnatta bulunuyor.
    Acaba diyorum, bu ve benzeri şahıslar, gûyâ hürmet ettikleri Bediüzzaman Hazretlerinin otobiyografisi olan “Tarihçe–i Hayat” isimli eseri okumadılar mı?
    Kezâ, onun kul hakkını yemeyen, Dârü’l–Hikmet âzalığı devresi hariç, devletten hiç maaş almayan, kut–u lâyemüt derecesindeki maişetinin bir kısmını bu paradan, bir kısmını da tâbettirdiği eserlerinin satışından temin ile hayatını idame ettiren fevkalâde muktesit bir şahsiyet olduğunu bilmiyorlar mı?
    Herşey bir yana, o zamanki (1911) devlet/hükûmet tahsisatının (ödenek) nasıl bir sistemle, nasıl bir mevzuat ile yapıldığını da mı bilmiyorlar? En azından, böyle def’aten ve “Padişahın elinden, Bediüzzaman’ın eline teslim” şeklinde olmadığı ve olamayacağını da mı bilmiyorlar?
    Yoksa bilerek mi bu tarz bir iftirada bulunuyorlar? Buna şimdilik ihtimal veremiyoruz. Ancak, bu konuda yine de söylenecek daha çok söz var. Lütfen takip ediniz.
    10.11.2010, Yeni Asya
    ________________________________________________________
    Mağdur kişi, özür diler mi?
    Defalarca yazıp söyledik: Sultan II. Abdülhamid’in şahsiyeti ile siyasetini birbirine karıştırmamalı. Bunları ayrı ayrı ele alıp değerlendirmeli.
    Aksi halde hatadan, yanlıştan kurtulmanın imkân ve ihtimali yoktur.
    Zira, şahsî hayatı noktasında cidden dindar, mazbut, muttaki ve dirayetli bir şahsiyet olan Sultan Abdülhamid’in takip ettiği veya mecbur olduğu siyaset, aynı derece müsbet ve mazbut değildir.
    Üstad Bediüzzaman’ın gerek Divân–ı Harb–i Örfî, gerekse Münâzarât isimli eserlerinde ifade ettiği gibi, Sultan Abdülhamid, zâtında şefkatli ve hatta velî derecesinde bir padişah iken, otuz yıl müddetle takip etmiş olduğu siyaset ise “zayıf istibdat” mânâ ve mahiyetini taşımaktadır.
    Bediüzzaman Hazretleri, tâ başından beri taşımış olduğu bu çerçevedeki fikir ve kanaatini hayatının sonuna kadar da muhafaza etmiş ve asla değiştirmemiştir.
    Elimizde belge var. Kupürünü gördüğünüz Osmanlıca elyazması ifadeler, Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin son tashihli nüshasının başında yer alıyor. Tarih olarak da, 1950′li yılların ortalarına denk düşüyor. Zira, orada bu eser için “Kırk altı sene evvel tabedilen…” ifadesi kullanılıyor ki, bu da 1910–11 senelerini gösteriyor.
    İşte, bu kaynak eserin gerek 1910′lu ve gerekse 1950′li nüshalarında, şu ifadeler aynen yer almaktadır: “Vakta ki, hürriyet divânelikle yâd olunurdu; zayıf istibdat, tımarhaneyi bana mektep eyledi… Vakta ki, itidal, istikamet, irtica ile iltibas olundu; meşrûtiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi bana mektep eyledi.” (Ayrıca bakınız: Eski Said Dönemi Eserleri, İki Mekteb–i Musîbetin Şehâdetnâmesi başlıklı bölümün Mukaddime’si, s. 117; YAN, 2009, İst.)
    Demek ki neymiş?
    Said Nursî, Sultan Abdülhamid’in şahsiyeti ve siyaseti hakkında bundan yüz sene evvel ne demiş ve ne yazmışsa, hayatının sonuna kadar da aynı düşünce ve kanaati muhafaza etmiştir.
    Dolayısıyla, bazı konu cahillerinin ortaya çıkıp “Üstad Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid hakkında yanılmıştır, hata etmiştir, tezata düşmüştür, neticede özür dilemiştir…” tarzında iddialarda bulunması, tamamıyla bir hezeyandır, ilmî/fikrî hiçbir kıymet–i harbiyesi yoktur.
    Bediüzzaman Hazretleri, hâşâ Sultan Abdülhamid’in şahsına hakaret mi etmiştir? Tahkir veya tezyif edici bir söz mü söylemiştir?
    Bu meyanda bir tek delil, en küçük bir hüccet gösterilebilir mi? Asla…
    O halde, Said Nursî, niçin özür dilesin ve hangi sözünden dolayı bir nedâmet ihtiyacı duysun?
    Bediüzzaman Hazretleri, daha sonraki devirlerde, yani İttihat ve Terakki ile tek parti hükümetleri için sırasıyla “şiddetli istibdat” ve “mutlak istibdat” tâbirlerini kullanmıştır. Ancak, Sultan Abdülhamid devrinin mutlakiyet idaresini de “zayıf istibdat” şeklinde nitelemiş ve son tashihli eserlerinde dahi bu ifadeyi değiştirmemiştir.
    Demek ki, Said Nursî için herhangi bir özür, bir yanılma, bir nedâmet durumu söz konusu değildir. Aksini iddia, hata olur, iftira olur, yalancılık olur. Yalan ise, bir “lâfz–ı kâfir” olup, mü’mine, Müslümana asla yakışmaz.
    Hem, Üstad Bediüzzaman, kendisini cezalandıranlardan niçin özür dilesin ki?
    Sırf hürriyet, meşrûtiyet ve maarif hakkında fikir beyan ettiği için cezalandırılan, önce tımarhaneye, ardından tevkifhaneye sevk edilen bir mazlûm, kalksın bir de ona bu musîbeti yaşatanlardan özür mü dilesin?
    Bediüzzaman hakkında bu yalanı uyduranların kendisi öyle mi yapıyor? Meselâ, kendilerini cezalandıran Kemalistlerden özür diliyorlar mı?
    Evet, gadre uğrayan mazlûmların Kemalistlerden özür dilemesi ne kadar abes ise, Üstad Bediüzzaman’ın da kendisini “mekteb–i musîbet”e atanlardan özür dilemesi o derece abestir.
    Bediüzzaman Hazretleri, abesle iştigal etmez ve etmemiştir.
    11.11.2010, Yeni Asya

  16. İlvan Hepkul avatarı
    İlvan Hepkul

    Üstad Bediüzzaman Said NURSİ ve İngiliz siyaseti

    Hile ve fitneye dayanan şeytânî yönüyle dünyada meşhur olmuş “İngiliz siyaseti”, her türlü sömürgecilikle insanlığın ve bilhassa Müslümanların başına belâ olmuştur.

    “İngiliz siyasetinin hassa-i mümeyyizesi (ayırıcı özelliği), fitnekârlık, ihtilâftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp etmek, yalancılık, tahripkârlık, hariçte menfîliktir. Fenalık ve ahlâk-ı seyyie siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi himaye ederek teşcî eder” 1 diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu şeytânî ve menfî siyasetin hareket tarzını ve münafıkane taktiğini Hutuvât-ı Sitte adlı eserinin girişinde şu şekilde belirtiyor: “Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan sûretinde şeytanın vekili olan ruh-i gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan elhannas (şeytan), altı hutuvatıyla (aldatmalarıyla) âlem-i İslâmı ifsat için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiili propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı cahını (makam, mevki hırsı), kiminin tamahını (kanaatsizliğini, aç gözlülüğünü), kiminin humkunu (ahmaklığını), kiminin dinsizliğini hatta en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” 2

    Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 1920 yılında İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserini telif ederek “İngilizin âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik (sömürgecilik) siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi” olmuştur.3 “Neden bu kadar İngilizlerden nefret ediyorsun, musalahasını (uzlaşmasını) da istemiyorsun?” suâline karşı verdiği cevap ise çok manidardır: “Sebep bir değil bindir. Bana en ziyade şedit görünen, mânen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek hâlinde olan secâyâ-i seyyieyi (kötü vasıfları) içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur (iyileşir); izzet-i İslâmiye, namus-u millînin yarası pek derindir. Edirne Camii’nde (Edirnekapı Camii), bir İslâm hocasının lisânıyla, Venizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i hilâfette (İstanbul’da) Müslümanlar lisanıyla hizbüşşeytan olan İ. G. Z., Yunan askerlerini halaskâr (kurtarıcı), tathirci (temizleyici) ilân ve karşısındaki güruh-i mücahidîni cani, zalim söylettirdi.”4

    OKU: Ahiret ticaretinin kudsî pazarı: Üç Aylar
    Günümüz Deccalizmine fikir babalığı yapan, “Müslümanlara âlemi darlaştıran, hayat damarını kesen, nameşru evlâdını onlara karıştıran, dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isteyen, hayvancasına muvakkat bir sefilâne hayatı bırakan ve insanca, İslâm’ca hayatı öldüren”5 İngiltere Sömürgeler Bakanı Lord Gladstone: “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.” şeytânî siyaset sahibi zihniyet; Lozan anlaşmasında da fitnekârâne siyasetini kullanarak, “Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulus birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.” 6 vaadi ile kinini kusmuş, “Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek” 7 senaryosunu sahneye sürmüştür. Zaten bu tür senaryoların tâ Osmanlı döneminde yazıldığını biliyoruz. Ancak bu tekrardan maksadımız yeni neslimizin haberdâr olmasıdır. Düşmanı sezmesi, can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını tanımasıdır.

    Evet, bu hasım, bu şeytânî zihniyet tâ 1890’lı yıllarda “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.” 8 emelini hedefine koymuştur. “Osmanlının son zamanlarındaki Meşrûtiyet hareketlerini baltalayan meşhur 31 Mart hadisesinde büyük ölçüde İngiliz parmağı vardır. Osmanlıyı yıkmak için Çanakkale önlerine gelen İngilizlerdir. Burada mağlûp olmalarına rağmen İstanbul’u işgal eden yine İngilizlerdir. İstanbul işgali süresince Anglikan kilisesi yolu ile insanların zihinlerini ifsat etmeye çalışan yine İngiliz hükûmetidir. İngilizlerin bu menfî propagandalarına karşı mücadele eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri aleyhine ‘vur’ emri çıkartan cebbar İngiliz kumandanı Allenby’dir.” 9 Türkiye içerisinde İslâmiyet’e darbe vurmak için o dehşetli şahsı vazifelendirip, süfyanizm belâsını milletimizin başına saran yine aynı menhus ruhtur. Dünyayı ateşe veren bu şeytânî siyasetin ve ülkemiz içine soktuğu süfyanizmin tesirsiz kalmasının ve İslâmî kardeşliğin tesisi ve kuvvet bulmasının, nesillerimizin kurtulmasının yegâne çaresi; “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edip gösteren”10

    OKU: “Vazifesi Hizmetkârlık ve Tabiatı Çocukluk Olanlar…”
    Risâle-i Nur Külliyatı’nın bir an evvel anlaşılması, devlet eliyle resmen neşredilmesi ve hayata hayat olmasıdır. Evet, “Risâle-i Nur, bu mübarek vatanın manevi bir halaskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli belâyı defetmek için, bu memleketin vatanperver siyasileri çabuk aklını başına alıp Risâle-i Nur’u tabederek resmen neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.” 11 Hem “Risâle-i Nur’a ait mesele, bu vatan ve millete pek çok ehemmiyeti var. Size kat’iyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risâle-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.” 12 diyen ve çareyi sunan Üstad Bediüzzaman Hazretlerini nazar-ı dikkate almanın zamanı gelmedi mi?

    DİPNOTLAR:
    1- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 537,
    2- age. s. 449,
    3- Tarihçe-i Hayat, s. 123
    4- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 574,
    5- age. s. 451,
    6- Emirdağ Lâhikası, s. 537,
    7- age. s. 537,
    8- Tarihçe-i Hayat, s. 81,
    9- H. Akgünler, Yeni Asya, 8.12.2010.
    10- Tarihçe-i Hayat, s. 81,
    11- Mektûbât, s. 831,
    12- Emirdağ Lâhikası, s. 148.

  17. İlvan Hepkul avatarı
    İlvan Hepkul

    İstanbul’u işgal eden İngiliz başkumandanı ve Bediüzzaman SAİD NURSİ

    Bediüzzaman Hazretleri’nin İngilizlere karşı verdiği mücâhede ve İngiliz’in İstanbul’u işgâl ettiğinde onların cebbâr kumandanına karşı göstermiş olduğu kahramanlık ve şecâat Risâle-i Nur satırları içersinde mevcuttur. Hatta Hutuvat-ı Sitte eseri ile matbuât lisânıyla İngilizlerin altı desîsesini deşifre ederek bütün planlarını bozmuştur. Ancak bu İngiliz cebbâr kumandanın kim olduğu ismen zikredilmemiştir.

    Bir önceki yazımız olan “Bediüzzaman’ın boyun eğmediği ‘dört kumandan’” başlıklı çalışmamızda Bediüzzaman Hazretleri’nin “Hem İstanbul’un eski Harb-i Umûmîdeki istilâsındaki Hareket-i Milliye sırasında İstanbul’u istilâ eden dehşetli ecnebî kumandanı korkutup bize taarruz edememesi”2 dediği hadisedeki kumandan ile ilgili sadece isim olarak İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı George Milne olarak bir tesbiti nazar-ı dikkatlere sunmakla kalmıştık. Bu çalışmamızda öncelikle Bediüzzaman Hazretleri’nin Risâle-i Nur Külliyatı’nın müteferrik yerlerinde konu ile ilgili bahislerini nazar-ı dikkatlere sunmaya ve İstanbul’u istilâ eden dehşetli ecnebî kumandanın mâhiyetini ve kim olduğunu anlamaya çalışacağız. İnşâallah ulaşabildiğimiz bilgileri ve belgeleri sizlerle paylaşmak arzusundayız.

    Öncelikle elimizde bulunan Risale-i Nur Külliyat programlarını tarayarak İstanbul’un eski Harb-i Umûmîdeki istilâsındaki Hareket-i Milliye sırasında İstanbul’u istilâ eden dehşetli ecnebî kumandan ile ilgili Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin yazdıkları bilgileri aktarmak istiyoruz.

    Hazret-i Üstad İstanbul’un İngilizler tarafından işgâl edildiğine dair Külliyat’ta bizzat kendi ifadeleri ile epey malûmat vermektedir. Meselâ; Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub’da “Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbâr bir hükûmetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbâa lisânıyla onlara mukâbele etmek, tehlike yüzde yüz iken hıfz-ı Kur’ânî bana kâfi geldiği halde, size de yüzde bir ihtimalle ehemmiyetsiz zalimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir.”3 ifadelerine yer vermektedir. Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı kısmında ise Üniversite Nur Talebelerinin kaleme aldığı bir mektupta ilgili mevzu ile alâkalı îzâhlar da şöyledir: “…elli sene evvel âlem-i İslâmı sömüren sömürgeci cebbâr ve zalim bir imparatorluğa karşı, ‘Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne!’ diye matbuât lisânıyla cevap veren…”4

    Üstad Hazretleri kendi ifadeleri ile de ‘Temyiz Mahkemesi Riyaseti’ne yazdığı müdâfaasında “Ben de bu otuz kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şakirtlerini işhâd ederek derim: İstanbul’u işgâl eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm içinde ihtilâf atıp, hatta Şeyhülislâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek itilâfçı, ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunanın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde Hutuvât-ı Sitte eserimi Eşref Edib’in gayretiyle tab’ ve neşretmekle o kumandanın dehşetli plânını kıran ve onun idâm tehdidine karşı geri çekilmeyen…”5 tavrını dikkatlere sunmaktadır.

    Bediüzzaman Hazretleri’nin “İstanbul’da en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvat-ı Sitte adlı eseriyle gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i diniyeyi ve şeref-i İslâmiyeyi muhafaza etmesidir. İstanbul’un yabancılar tarafından işgâl sıralarında, İngiliz Anglikan Kilisesinin, Meşihât-i İslâmiyeden sorduğu altı sualine, altı tükürük mânâsında verdiği mâkul ve sert cevapları, onun derece-i cesâret ve kemalât ve şecâatını fiilen göstermektedir. Hutuvât-ı Sitte’yi neşrettiği zaman, Çanakkale’de muharebe oluyordu. İstanbul’un işgâlini müteakip İngiliz Başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzzaman’ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbâr edilir. O cebbâr kumandan, idâm kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istediyse de, fakat kendisine, Bediüzzaman idâm edilirse bütün Şarkî Anadolu İngiliz’e ebediyen adâvet edeceği ve aşiretler her ne pahasına olursa olsun isyan edecekleri söylenmesi üzerine birşey yapamaz. İstanbul’da, İngilizler desiseleriyle Şeyhülislâmı ve diğer bazı ulemâyı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman, Hutuvât-ı Sitte adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyetiyle İngilizin, âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyâsetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu. Bu hizmetine dair kendi ifadesinden bir parça: Toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin Başpapazı tarafından, Meşihât-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyenin âzâsı idim. Bana dediler: ‘Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar.’ Ben dedim: ‘Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle değil, hattâ bir kelimeyle değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor… Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!’ demiştim.”6

    GENERAL GEORGE MILNE

    Yaptığımız tedkîkâtlarda İstanbul’u işgâl eden İngiliz Başkumandanının General George Milne olduğu anlaşılıyor. İstanbul’u işgâl eden İngiliz Başkumandanının birçok belgede “İşgal ordusu kumandanı General Milne”7 olduğu ifade ediliyor.

    Kaynaklarda “General George Milne’in (d.5 Kasım 1866 – ö. 23 Mart 1948) İngiliz komutan olduğu, 1916′da Makedonya’daki İngiliz kuvvetlerinin başına geçtiği, 1919′da İngiliz işgâl kuvvetleri komutanı olarak İstanbul’a girdiği, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasından sonra İngiltere’ye dönerek genelkurmay başkanı olduğu.”8 bilgileri yer almaktadır.

    Yaptığımız tedkîkâtlarda şu bilgilere de ulaştık: “Askerî ve siyasî gelişmelerden dolayı, İngiliz İşgal Orduları Komutanlığının denetim ve kontrolleri 1919 yılı Kasım ayından itibâren daha da artmıştır. İngiliz İşgal Orduları Komutanı General Milne, 24 Kasım 1919 tarihinde gönderdiği bir yazısında İstanbul’da Türklere ait taburların kendi bilgisi haricinde bir yerden başka bir yere sevkinin mümkün olmadığını, Osmanlı askerlerinin izni olmaksızın hiçbir yere hareket etmemeleri hakkında Harbiye Nezaretine daha önceden emirler verdiğini belirtiyordu.”9 Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgelerinde İngiliz Generali Milne’den, “Hükümetimin talimatına göre İstanbul’da harekâtta bulunmak için hiç kimseden emir telâkki edemem”10 dediği ifade edilmektedir.

    Yine kaynaklardan anlaşılıyor ki; İstanbul’un işgâl edilişinde kumandanlık konusunda Fransızlar ile İngilizler arasında çok sert tartışmalar ve diplomatik mücadeleler de yaşanmıştır.11 Ancak “İngilizler kendi askerlerinin General Milne’nin komutası altında kalmasında ısrarlıydılar, ama Fransız ve İtalyan kıtalarının General d’Esperey’in kumandanlığında olmalarına bir itirazları yoktu.”12 General George Milne, Türkiye’deki işgâl kuvvetleri başkumandanlığının İngilizler’e ait olduğunu iddia ettiği için, resmî işgâl İngilizler’in komutası altında gerçekleşti. General Milne Osmanlı Harbiye Nazırlığını, Posta ve Telgraf İdaresini İngiliz askerlerine işgâl ettirdi.”13

    Böylece İngiliz’in İstanbul’u işgâl ettiğinde onların cebbâr kumandanının General Milne olduğu anlaşılıyordu. İşte bu cebbâr kumandana karşı Bediüzzaman Hazretleri boyun eğmemiş, bu dehşetli ecnebî kumandanı korkutup, kendisine taarruz edemediğini bildirmektedir.

    Dipnotlar:
    1- Fethü’l-Barî Şerh-i Buhari,13/53; Kenz-ül Ummal,9/64; Müsned-ül Firdevs,1/359(33 Hadis’ten 32. Hadis).
    2- Emirdağ Lâhikası-1, s: 251.
    3- Mektubat, s: 417, 29. Maktup, 6. Kısım.
    4- Tarihçe-i Hayat-Isparta Hayatı, s: 701.
    5- Müdafaalar-Temyiz Mahkemesi Riyasetine Yazılan müdafaa, M. Serkan’ın Hazırladığı Külliyat Programı.
    6- Tarihçe-i Hayat, 1. Kısım, İlk Hayatı, s: 138.
    7- analizmerkezi.com/yazar/ingiliz-bennett-anlatiyor-ataturke-nasil-vize-verdim–9288.html
    8- tr.wikipedia.org/wiki/George_Milne
    9- Gnkur. ATASE Arşivi: 1/1, Kls: 25, Ds: 68, F: 42-2, 42-5.
    10- Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1991, s. 227.
    11- FO 406/,II, 2 Şubat 1919, 5.15. Savunma Bakanlığından Dışişleri Bakanlığına; C.E. Calwell, Field Marshal Sir Henry fflilsan 2 eilt (Londra: Casseli and Co. Ltd ..,1927) 1:226; Ibid., s. 227.
    12- FO 406/43-10 Aralık 1919, s.ı. Dışişleri Bakanlığından Kraliyet Hukuk Müşavirliğine.
    13- Azan, FrancilC! d’Espcrcy, ss.256-257.

  18. Şeref MURATOĞLU avatarı
    Şeref MURATOĞLU

    Sayın Yasin ASLAN bey
    Mehmet FIRINCI ve eşi (Mary Weld) Şükran Vahide hakkında,
    Ayrıca
    Mehmet Fırıncı’nın eşi (Mary Weld) Şükran Vahide’nin yazdığı, 2005’te yayınlanan ‘Islam in Modern Turkey: An Intellectual Biography of Bediuzzaman Said Nursi” yazdığı kitabı hakkında detaylı bilgilendirme, bilgi verebilir misiniz?

    (Mary Weld) Şükran Vahide’nin 2005’te yayınlanan ‘Islam in Modern Turkey: An Intellectual Biography of Bediuzzaman Said Nursi’ adlı eserini kitabını ve bunun Türkçe tercümesine nasıl ulaşabilirim, nereden satın alabilirim?

    Lütfen
    Çok önemli

  19. Şeref MURATOĞLU avatarı
    Şeref MURATOĞLU

    Sayın Yasin ASLAN bey;
    Eğer bilgilendirme yapmaz detaylı bilgi vermez, kitaba ve Türkçe tercümesine nasıl ulaşabileceğimizi nereden satın alabileceğimizi söylemez yazmazsanız. Bütün iddialarınız yazılarınız kitaplarınız yalan hükmüne gececek siz de yalancı, müfteri durumuna düşeceksiniz.

    Arz ederim

  20. Yunus emre avatarı
    Yunus emre

    Bidatuzzaman said el kurdi ennursuz, kitabında bu kitaplar bana yazdırıldı diyor, evet ama nasıl yazdırıldı, kitaplarını kafir cinler yazmıştır, bir gece ennursuzun yanına giden birkaç arkadaşı dışarıdan bazı sesler duyar, içeriside kağıt kalem sesleri konuşmalar, orası yanlış oldu sil, şuraya şunu yaz, kağıt at, kalemler havada uçuşuyor, patırtı gürültü v.s. Içerisi baya kalabalık diyor gelenler, birden içeri dalınca bakıyorlar hemen kaybolan karartılar ve havada kalan kağıtlar, kalemler yere düşüşe geçmiş v.s. Ennursuz a kimler vardı diyorlar, ennursuz da önemli değil bizim arkadaşlar gelmişti de… Işte vesaire… Ennursuz eğitim almamış sadece bir medresede 6 ay eğitim aldığı ama yetersiz seviyede çıkmış, tıpkı talebesi feto nun ilkokul 3 mezunu olarak yetersiz ama kandırmada uzman ve yeşil pasaport alması imkansız iken nasıl aldı hayret. Yani mesele şu, şeytani tarikat olan masonik, karanlık, gizli mahfillerde, localarda gözü kapalı, kılıç sokulması ile takris edilmiş, mason olmuş insanlıktan çıkmış ve artık sadece deccal den emir alan bir mahluk un eğitim düzeyi, akıl seviyesi önemli değildir, o artık iyi bir uşak tır ve gizli görevini yapar. Arenalarda general adına gladyatör dövüşleri yapar, sahalara iner, tiyatrolar çevirir. hacivat karagöz oyununa kanarsan arkadaki oynatan eli görmessen danışıklı dövüşü anlayamazsın, kuklaları görüp ipleri görmemek veya biraz zekiysen ipleri görüp ama ipleri oynatan parmakları görmemek cahillik olur. Ipin ucu puşt un eline geçti demiş nasreddin hoca.

  21. Ittihad ı vahşet avatarı
    Ittihad ı vahşet

    Ittihat ve tarakki partisi masonik bir yapı idi ve üye olmak için 1.şart mason olma zorunluluğu vardı. Teodor herzl in 2.abdulhamid ile yaptığı görüşmelerden birinde filistinde israil devleti kurmak için toprak istedi, emmanuel karasso da orda idi, osmanlının duyunu umumiyye ye olan tüm borçlarını sileceğiz ve 50 çuval altın vereceğiz dediler, 2. Abdulhamid kalktı teodor herzl e şiddetli bir osmanlı tokadı attı ve atalarımın kan ile aldığını para ile vermem dedi, herzl, sen bu tokadı benim nezdimde tüm yahudilere attın ve unutma ki 50 sene içinde küçük israili kuracağız ve bu israil devletini ilk olarak resmen tanıyacak olan devlette türk devleti olacak ama o zaman osmanlı olmayacak dedi ve 100 sene içinde de büyük israili kuracağız dedi. Siyonizmin modern kurucu fikir babası teodor herzl israile giden yolun osmanlının yıkılmasından geçeceğini anlamıştı ve sonra 2.abdulhamidi darbe ile tahtan indirdiler ve 1912 ile 1922 arasında iki defa yönetim ile ittihat terakki partisi ile yönetilen osmanlının cephelerde toplam 4 milyon askeri öldü.ittihatçı olan saidel kurdi de bu dönemde çok enterasandır ki kürtçü bir kafaya sahip ve kürt teali cemiyetinin kurucusu iken t.c. kurulduktan sonra tam tersi olarak türkçü olmuş ve t.c. ye isyan eden şeyh saidin ittifak teklifine bin yıldır islama hizmet eden türk milletine kılıç çekilmez demiştir. 1917 de filistine giren ingiltere israile giden yolu açmıştı ama zengin avrupalı patron yahudiler Allahın çölünde ne işimiz var burada rahatken filistine göçmeye gerek yok dedikleri için yeterli sayı olmadığı için devlet kurulamıyordu, bunun üzerine yine bir yahudi olan hitler ile yahudilerin israile göçmesine vesile olan 2.cihan harbi tiyatroşu sergilendi ve yahudiler demek ki devletsiz olmuyormuş diyerek filistine göçtüler ve 1948 de israil resmen kuruldu, 1948 in rakam toplamı 1, 9, 4, 8 eşit 22 de tesadüf değil, çünkü toplamı 22 yani tevratın 22 harfi var. Hitlerin öldürdüğü 6 milyon yahudi sayısı da tesadüf değil, tevrattaki ayet ritüeli ayin olarak uygulanmıştır, neden çünkü, tevratta kabala cifir ebced sanatı ile düşürülen bu tarihler ve sayılar bu konuda uzman hahamların özel çalışmasıdır, şöyleki tevrat ayetlerinde ve talmud tefsirlerine göre ve ayetlerin harf sayı değeri ile küçük israilin kurulması için dünya yahudi nüfusunun 3 te 2 si ölecek diyor ki 2.cihan harbinde dünya yahudilerı toplam 9 milyon ve bunun 3 te 2 si yani 6 milyonu ayetin emri ile öldürülmüştür, yine ayetin devamınıda büyük israilin kurulması için, büyük israilin kurulacağı zamanda da dünya yahudi nüfusunun 3 te 1 i ölecek ve moşiyah mesih mehdi ile büyük israil kurulacak, yani şu an yine dünya yahudi toplam nüfusu olan 15 milyonun 5 milyonunun ölmesi de yine tevrat ayetinin emridir ki davut soyundan gelecek moşiyah ile büyük israil kurulsun. Netanyahunun yeşea peygamberin kehanetlerini uyguluyoruz sözü tesadüf değil, teokratik kafa ile bakmazsanız laik kafa ile ortadoğuyu anlayamazsınız.

  22. Şaki el kurdi avatarı
    Şaki el kurdi

    Şaki el kurdi, şakirtlerim beni mehdi olarak görmüş ama bu mümkün değil çünkü ben kürt üm ama o zat evladı resulden olacak diyor. Fakat kitaplarında mehdi üzerinde çok durmuş ve de sadece mehdiye has olan isimleri ve mehdiden başkasının kullanmasının küfür olduğu isimlerini mehdiye nispetle, gıcıklık ve hased ile kullanmıştır ki bu isimler mehdinin isimlerinden olan sahibuzzaman olan mehdiyi bediuzzaman şekline uyarlıyarak ve de nur ismi. Kurandaki nur, fadıl, hud suresi ayet 86.daki bakıyyetullah v.s. Isimleri ve toplam 201 tane olan mehdinin isimlerini hadsizlik ve edepsizlik ederek kullanmıştır ve patent hırsızlığı yapmıştır.allahın ehad, samed, rahman, bediu isimlerini hiç bir insan kullanamaz, ancak başına abd gelirse hariç yani abdussamed olur.ancak kadir, rahim, rahmi, rahime gibi isimler insan ismi olarak tek başına yani başına abd gelmeden kullanılabilir. kendisi gibi mason olan cemalettin afgani ve muhammed abduh a övgüler yapmıştır, yine mason olan hasan el bennanın ihvani müsliminine benzer teşkilatı ve metodu var. Hasan el benna, abduhun öğrencisidir. Şaki el kurdi seleflerinin yani fikir öncülerinin afgani, abduh, tahsin, ali suavi ve namık kemal olduğunu açıkça ifade etmektedir. Şaki el kurdi 26 temmuz 1908 de selanikte ittihat terakki fırkasına ile olmuştur ve bu fırka siyonist komitedir ve bu komiteye üye olmak için öncelikle mason olma şartı vardır. Selanik mebusu emmanuel karasso ile ilişkileri malum. Yine masonik yapı olan ve 1928 de ingiliz istihbaratı tarafından kurulan ihvanı müsliminin masonik yapısı ile şaki el kurdinin yapısı aynı genetik özellikleri taşır. Seyyid kutup ise mason ve cia ajanı olarak sovyetlerin mısırdaki etkisini kırmak için çalıştı ki bu yapılar ne hikmetse feto da komünizmle mücadele derneği ile cia ajanı olmuştu sene 60 larda. Ihvani müsliminin iran uzantısı, iran ayağı olan fedaiyyun unda üyesi olan mason humeyni ile sovyetlerin irana girmesini önlemek için cia patentli 79 devrimi yapıldı ki buna sinirlenen sovyetler kabile girdi. Cia nın kızll fırtınaya karşı ılımlı, amerikancı islam yeşil kuşak projesi için kullandığı yeşil renkli islamic maket uçak projeleri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir