PAPAZKARASI

<p>PAPAZ KARASI
Hüseyin MÜMTAZ</p>
<p>Papazkarası (bitişik yazılır); Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde yetişen mavi-siyah renkli bir üzüm çeşididir. Hem kırmızı şarap üretiminde hem de sofralık üzüm olarak kullanılır. Üretilen şarabın alkol oranı %11-13, asidite miktarı ise 5-7 gram/litre civarındadır.
Ama bizim konumuz o değil… “Papaz”ı ve “kara”yı özellikle ayrı yazıp okuyacaksınız; daha doğrusu “kara”yı başa alıp büyük harflerle KARA PAPAZ yapacaksınız.</p>
<p>Sözünü ettiğimiz ise sakalı, cübbesi, yüzü, gözü, suratı, ruhu, aklı, kılığı, kıyafeti kısaca her şeyi kara, kapkara olan bir papaz.
“Fener”e “gönülden” bağlıdır. “Ekümenik olduğu” için bağlıdır. “Kilisesiz devlet-devletsiz kilise” olamayacağı için de aralarında “mefkûre” birliği vardır. İsmini, İzmir’in Kurtuluşunda linç edilen ve onun için Selanik’te elinde asası ile yüzü İzmir’e dönük olarak heykelleştirilen “Son İzmir Metropoliti” Hristostomos’tan almıştır…
Kasım 2006’da Kıbrıs Rum kesiminde taç ve Bizans İmparatoru kaftanı giydirilip tahta oturtulurken; “Müezzinden değil, Türk askerinden korkuyoruz” demiştir. Ocak 2007’de KKTC’ye; “Ben istediğim gibi gelip geçerim. Kapıda arabam durmaz, şoförüme bile kimlik soramazsınız, çünkü devletinizi, bayrağınızı tanımıyorum” üslubu ile “dinlerarası diyalog” çağrısı yapmıştır.
2010’da, aynen Ocak 2007’de dediği gibi KKTC’ye gelmiş, sınırda arabası durmamış, şoförüne bile kimlik sorulmamış, “devletini-bayrağını tanımadığı” KKTC’ye arabasındaki bayrağını dalgalandıra dalgalandıra Lefkoşa’dan girmiş, Apostolos Andreas’dan çıkmıştır. Üstelik kendisine; bu lafları söyleyip de bu düşüncede olan kendisine KKTC’nin Turizm Bakanı eskortluk etmiştir…
(Tarihe not düşmek açısından bakanın adını da yazalım; “Turizm, Çevre ve Kültür Bakanı Ersan Saner”)
İşte her tarafı kapkara bu papaz geçen hafta demiş ki;
“İki ayrı devlete gidelim daha iyi ancak oluşacak devlet Avrupa çerçevesi içerisinde olsun… “ikinci devlet (KKTC) Türkiye’nin sütünden kesilsin” ve “yerleşikler (TC kökenli KKTC vatandaşları) gitsin”... “Aslında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında hiçbir zaman dini nitelikli sorun yaşanmadı ve yaşanmayacak. İngiliz sömürge zamanı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda Kıbrıslı Türklerle Rumlar iyi geçindiler, birbirlerinin bayramlarına katılarak mutluluklarını paylaştılar, aralarında çok iyi ticari ilişkiler vardı”…
Meğer turpun büyüğü torbadaymış, hızını alamamış devam etmiş;
“Türkiye’den Türkler çok azdı, asker aileleriydi. Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur” diye de eklemiş.</p>
<p>Yakın gelmiş…
Artık “Öpülecek yanak ağıza yakın gelir” mi, “Kırılacak ağız/burun/çene yumruğa yakın gelir” mi yoksa başka bir şey mi ne söylerseniz söyleyebilirsiniz.
Aslında sinirleniyoruz ama herhalde Kitsikis’i iyi okudu.
Kıbrıs’ın fethi 1571’dir. İstanbul 1453’de fethedildiğinde Kitsikis’e göre “Türk-Yunan İmparatorluğu” kurulmuştur ve “Osmanlı İmparatorluğu, Yunanlılar için ‘400 yıllık bir kölelik’ dönemi değil, tam tersine, Yunan kültürünün kesin surette katkıda bulunduğu ve Yunanlıların övünç duymaları gereken, evrensel tarihin görkemli bir yapıtı” olmuştur.
Öyleyse bu fetih sırasında/sonrasında “Yunan kültürünün kesin surette katkısı” ile “Yunanlılaşan” Osmanlı, 118 yıl sonra Kıbrıs’a da işte bu “Yunanlılaşmış” askerlerle gitmiş, kalmış ve yerleşmiş, hep beraber gül gibi geçinmişlerdir!
1974’den sonra “gelen” “yerleşiklerin” istenilmeme sebebi de aslında budur, Kitsikis’tir, Hristostomos’tur!
Tarihi neresinden/neresiyle okuyor bilmiyorum Hristostomos ama düzeltilecek tek yeri hörgücü değil.</p>
<p>Uygun cevabı KKTC Başbakanı Özgürgün vermiş;
Papazın söyledikleri “utanmazlıktır, saygısızlıktır, soysuzluktur” demiş.
Ağzına sağlık da, az söylemiş;
“Şerefsiz, edepsiz haysiyetsiz, namussuz”u da biz ekleyelim.
Peki, o konuşmuş da diğerleri/başkaları neden susmuş?
Neden hak ettiği cevabı vermemişler?
Parti başkanları, milletvekilleri, bakanlar?
Meclis Başkanı, Barış Burcu?
Hepsi bir kenara, Talip Atalay neden tek kelâm etmemiş?
Talip Atalay kim mi?
“Din İşleri Başkanı” yâni bir anlamda Kıbrıs Müftüsü, kendisine göre ise güneydeki papazın eşit muhatabı.
“Primus inter pares” in hafif “değiştirilmiş” şekli.
Yâni kendisi “eşitler arasında ikinci”liği kabul etmiş, içine sindirmiş, dünden râzı.
Ama öyle değil.
Bırakın birinciliği, “eşitler arasında ikinci” bile değil.</p>
<p>İnanmayan, ABD’nin bir önceki Başkan Yardımcısı Biden’in Güney Kıbrıs ziyaretindeki fotoğraflara baksın.
Biden güneyde Hristostomos’u “makamında” ziyaret eder. Ziyarette papazın Biden’e takdim ettiği “karşılayıcılar” arasında Talip Atalay da vardır. Bir de Hala Sultan Tekkesi İmamı Şakir Alemdar.
Demek ki Atalay, ancak Şakir Alemdar’la yanyana olduğunda “eşitler arasında birinci”dir, papazla değil.
Biden kuzeye geçtiğinde “Din İşleri Başkanlığını” ziyaret etmiş midir, papaz da oraya gelmiş midir?
Etmemiştir.
O halde ne işi vardır Atalay’ın papaz’ın makamında?
Güneyde Rum’un asıl “tanıdığı” kişi Şakir Alemdar’dır, Atalay değil.
“Alemdar, Şeyh Nazım’ın müritlerinden, KKTC’deki dinsel uygulamaların doğru ve yeterli olmadığı düşüncesinde ve Güney’deki otoritelere ise kendini kabul ettirmiş. Alemdar, Güney Kıbrıs’taki sekiz camide, zikir gecelerine öncülük ediyor, cuma ve diğer namazları kıldırıyor.</p>
<p>Alemdar, Güney Kıbrıs’ta yaşayan Filistin, Mısır gibi, Uzak Doğulu Müslümanlara öncülük ediyor, hizmet veriyor. Alemdar şu anda onların lideri haline gelmiş durumda.
Rum Hükümeti, Şakir’i müftü olarak adlandırıyor. İmam Şakir İslam ülkelerine özellikle et ürünü ihraç eden Rum sanayicilere eğer uygun şartları yaratırlarsa helal kesim sertifikası da veriyor. Kıbrıslı İslam’ı yaymaya çalışan Şakir, bunun yanında Rum tarafından Müslüman ülkelere gönderilen etlerin helal olup olmadığı ile ilgili mührü de vuran tek kişi... Şakir, Kuzey’deki yönetimi evkaf mallarına sahip çıkmamakla suçluyor”.</p>
<p>Peki papaz Apaydın’ı nasıl tanıyor, nasıl anlatıyor?
“Beş yıldır işgal bölgelerinin müftüsü Talip Atalay ile sıkı temas içerisindeyim. Kendisiyle sıkça görüşüyorum. Müftü (Din İşleri Başkanı’na müftü diyor) bizden ne istediyse derhal gerçekleşti. Hükümet, yerleşiklerin özgür bölgelere gelmesine müsaade etmiyordu. Hala Sultan Tekkesi’ne gitmelerine izin verilmesini istedi. Hükümeti, ne kahve içmek, ne dinlenmek ne de herhangi başka bir şey için hiçbir noktada otobüslerden inmeden özgür bölgelere gelmeleri için ikna ettim. Özgür bölgelerdeki bütün camiler bakımlıdır. Müftü’yü arabama alarak Limasol’a ve Baf’a götürdüm, yerinde gördük”.</p>
<p>“Müftü’yü arabama aldım” diyor.
Sanki Müftü Ledra’yı geçip otostop yapıyordu, o da gördü, yolda kalmasın diye aldı “arabasına”.</p>
<p>Yukarıda ne demiştik?
“Papaz KKTC’ye gelmiş, sınırda arabası durmamış, şoförüne bile kimlik sorulmamış, “devletini-bayrağını tanımadığı” KKTC’ye arabasındaki bayrağını dalgalandıra dalgalandıra Lefkoşa’dan girmiş, Apostolos Andreas’dan çıkmıştır. Üstelik kendisine; bu lafları söyleyip de bu düşüncede olan kendisine KKTC’nin Turizm Bakanı eskortluk etmiştir…”
Peki, Atalay güneye resmi-plakalı-flamalı kendi aracı ile gidememekte midir de kayığına, pardon arabasına bindiği papazın türküsünü çağırmak/dinlemek zorunda kalmaktadır?
Gidememektedir.
“Kıbrıs Rum yönetimi, KKTC Din İşleri Başkanı Doç. Dr. Talip Atalay'ın, güney Lefkoşa ve Limasol'daki camileri ziyaret etmek için Kıbrıs Rum kesimine geçişine, ‘Türkiye kökenli’ olduğu gerekçesiyle izin vermedi.
KKTC Din İşleri Başkanı Atalay, yaptığı açıklamada, geçişlerle ilgili engellemenin ‘zorbalık ve uluslararası hukuk ile AB açısında skandal ve çelişki’ olduğunu söyledi.
Güney Lefkoşa'daki Bayrak Camisi'nde cuma namazı, Limasol Köprülü Camisi'nde de ikindi namazı kılmak için ziyarette bulunmak istediğini, ancak talebinin kabul edilmediğini belirten Atalay, prosedür gereği, 10 gün önceden KKTC Dışişleri Bakanlığı üzerinden, Birleşmiş Millet (BM) aracılığıyla Rum makamlarına taleplerini ilettiklerini kaydetti”.</p>
<p>Yâni Atalay da “yerleşik”…
“Özgür bölgelerde” kahve içmek, dinlenmek yahut herhangi başka bir şey için hiçbir noktada durmadan, inmeden ancak papaz izin verirse, onun arabasında, gözetiminde gezebilir.
Atalay’ın konumu, statüsü ve davranışları KKTC’de de sorgulanıyor:
“Dinler arası diyalog meselesine taktık ya…
Bunu iyice bir sorgulamak, perde gerisinde neler yaşandığını öğrenmek şart oldu!
Şart oldu çünkü din adamlarının en azından yarısının kabullenemediği Din İşleri Başkanı Talip Atalay’ın bu diyaloglarda neler yaptığı, Kıbrıs Türkünü nasıl temsil ettiğini bilen kimse yok…
4 yıldır bu görevde olan Atalay bu sürede tam 761 kez yurt dışına çıktı!</p>
<p>Bu sayının çok büyük bir bölümü Güney Kıbrıs’a gerçekleşti…
İsveç’in organize ettiği etkinliklere katıldı, ama bu toplantılar sonrasında tek bir açıklama bile yapmadı!
Kendisi Başbakanlığa bağlı olduğu halde Güney’deki temasları konusunda bu makama da bir açıklama yapmadı…
Başbakan’ın da kendisi hakkında şikayetçi olduğu biliniyor çünkü sanki de KKTC’ye bağlı olmayan bir makamın başındaymış gibi davranıyor!”</p>
<p>İşte bu Atalay; 4 yılda 761 kere yurtdışına çıkan Atalay muhatabı, eşiti olduğunu iddia ettiği, arabasına bindiği papazın “Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur” edepsizliğine ağzını açıp tek kelime söylemiyor, söyleyemiyor.
Hemen hemen aynı günlerde DOÇENT Nazım Beratlı gazetedeki köşesinde “Başlarım sizin Şükran Gününüzden” başlıklı bir yazı yazdı.</p>
<p>Yazının altındaki okuyucu yorumlarından biriside, neredeyse papazı doğrular gibi;
“Sevgili hocam, yalnız Kıbrıs toplumunun fertleri şükran günü kutlamıyor. Hatta Türkiye'den gelip, Apostol Andrea Kilisesinde mum yakıp dua edenler bile var. Üstelik bunlar hayatlarında camiyi içinden görmemişler. Üstelik katılma mecburiyetinde oldukları cenaze namazlarına abdestsiz dururlar. Buna savrulma ve devşirilme dışında ne denir?” bir yorum yer aldı.
Ahmet Okan daha önce de alıntı yaptığımız bir yazısında;
“Ancak konu ile ilgili canlı tanıkların anlattıklarına göre, aynı manastırda İslami değerler hakkında hikâyeler bulunuyor. Bunlara hikâye demek de haksızlık.
Çünkü görgü tanıkları, bir zamanlar bu adak yerine gittiklerini, manastırın kilise kısmında iki de İslam türbesinin olduğunu, adaklarını burada yaptıklarını söylüyorlar, ancak bununla birlikte günümüzde bu iki türbenin ortadan kaybolduğunu belirtiyorlar.
Konu, daha önceleri de gündeme gelmesine rağmen, herhangi bir gelişme sağlanamamış olduğu anlaşılmaktadır.
2010 yılında aynı iddialar gündeme gelmesine ve dönemin Vakıflar İdaresi Genel Müdürü Mustafa Kaymakamzade tarafından ‘Apostolos Andreas Manastırının avlusunda bulunan sahabenin türbesini yok ettiler. Bununla ilgili araştırma komitesi kurduk’ şeklinde açıklama yapmasına rağmen, söz konusu komitenin herhangi bir neticeye ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor” demişti…</p>
<p>Konu ile ilgili bilimsel araştırma yapan iki akademisyen de zaten;
“Bu çalışmada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin İskele ilçesine bağlı Dipkarpaz Beldesi’nin yaklaşık olarak 28 kilometre doğusunda yer alan Apostolos Andreas Manastırı’nda varolduğuna inanılan Urve bin Sabit’in bölgedeki varlığı ile mezarının sistematik olarak ortadan kaldırılması ele alınacaktır. Kilise hem Türkler, hem de Rumlar tarafından adak yeri olarak kullanılmaktadır. Türkler burada, bir sahabe veya islâm ordularının Kıbrıs seferi sırasında şehit düşmüş bir askere veya kutsal bir İslâm ermişine ait mezarın olduğuna inanmaktadır. Kıbrıs Türk folklorunda konuyla ilgili birçok rivayet ve efsane yer almaktadır. Çalışmada, Urve bin Sabit’in adı geçen kilisede mezarının olduğu gerçeği yazılı kaynaklardan hareketle tartışılmış ve mezarın sistematik olarak yok edilmesiyle ilgili süreç irdelenmiştir” demektedirler.
(Kıbrıs Araştırmaları ve İncelemeleri Dergisi, I/1 (Mayıs 2017) ss. 75-104.</p>
<p>“Kıbrıs Apostolos Andreas Manastırı’ndaki Sahabe “Urve Bin Sabit” ve Mezarının Sistematik Bir Şekilde Yok Edilmesi. Zeki AKÇAM, Ayşegül AKÇAM”
Demek ki Apostolos Andreas’da daha önce Müslüman mezarı/türbesi vardı ve yok edilmişti.
Rumlar tarafından…
Yeni ve eski bütün Hristostomoslar tarafından…
Evet, bir edepsizin lâfına lâf yetiştireceğiz derken bakın nerelere geldik…
Daha neyi, nasıl görüşeceğiz Allah Aşkına bu kafadaki Rumlarla?
Ne demişti papaz bir daha tekrar edelim;
“Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur”.
Dikkat edin, “çoğu Kıbrıslı Müslüman” demiyor, “Türk” diyor.
“İslâmlaştırılmış Ortodoks Karaman Türk’ü” de demiyor, “İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rum”dur diyor.
Lâfı ağzında çeviriyor, eveleyip geveliyor.
Bu rezil adama tepki göstermezsek, yalanını, edepsizliğini yüzüne vurmazsak bir adım sonra “Bütün Türkler aslında Elendi” diyecek.
“1071’de hiç yoktunuz, geldiniz, yendiniz ama tümüyle Ortodoks Elen olan Küçük Asya’da yıllar içinde çoğunluğun arasında kayboldunuz, asimile oldunuz Elenleştiniz, Rumlaştınız” diyecek.
Rumculuk yapıyor, Elencilik, Yunancılık yapıyor.
Şimdi ben Kıbrıs’ta ona karşı dibine kadar Türkçülük yapsam büyük kabahat mi yapmış olurum?
Çok mu ayıp olur? 5 Aralık 2017</p> - 6A6AB20A 62E6 435D 89B5 F6A9BAF8AB9D

PAPAZ KARASI
Hüseyin MÜMTAZ

Papazkarası (bitişik yazılır); Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde yetişen mavi-siyah renkli bir üzüm çeşididir. Hem kırmızı şarap üretiminde hem de sofralık üzüm olarak kullanılır. Üretilen şarabın alkol oranı %11-13, asidite miktarı ise 5-7 gram/litre civarındadır.
Ama bizim konumuz o değil… “Papaz”ı ve “kara”yı özellikle ayrı yazıp okuyacaksınız; daha doğrusu “kara”yı başa alıp büyük harflerle KARA PAPAZ yapacaksınız.

Sözünü ettiğimiz ise sakalı, cübbesi, yüzü, gözü, suratı, ruhu, aklı, kılığı, kıyafeti kısaca her şeyi kara, kapkara olan bir papaz.
“Fener”e “gönülden” bağlıdır. “Ekümenik olduğu” için bağlıdır. “Kilisesiz devlet-devletsiz kilise” olamayacağı için de aralarında “mefkûre” birliği vardır. İsmini, İzmir’in Kurtuluşunda linç edilen ve onun için Selanik’te elinde asası ile yüzü İzmir’e dönük olarak heykelleştirilen “Son İzmir Metropoliti” Hristostomos’tan almıştır…
Kasım 2006’da Kıbrıs Rum kesiminde taç ve Bizans İmparatoru kaftanı giydirilip tahta oturtulurken; “Müezzinden değil, Türk askerinden korkuyoruz” demiştir. Ocak 2007’de KKTC’ye; “Ben istediğim gibi gelip geçerim. Kapıda arabam durmaz, şoförüme bile kimlik soramazsınız, çünkü devletinizi, bayrağınızı tanımıyorum” üslubu ile “dinlerarası diyalog” çağrısı yapmıştır.
2010’da, aynen Ocak 2007’de dediği gibi KKTC’ye gelmiş, sınırda arabası durmamış, şoförüne bile kimlik sorulmamış, “devletini-bayrağını tanımadığı” KKTC’ye arabasındaki bayrağını dalgalandıra dalgalandıra Lefkoşa’dan girmiş, Apostolos Andreas’dan çıkmıştır. Üstelik kendisine; bu lafları söyleyip de bu düşüncede olan kendisine KKTC’nin Turizm Bakanı eskortluk etmiştir…
(Tarihe not düşmek açısından bakanın adını da yazalım; “Turizm, Çevre ve Kültür Bakanı Ersan Saner”)
İşte her tarafı kapkara bu papaz geçen hafta demiş ki;
“İki ayrı devlete gidelim daha iyi ancak oluşacak devlet Avrupa çerçevesi içerisinde olsun… “ikinci devlet (KKTC) Türkiye’nin sütünden kesilsin” ve “yerleşikler (TC kökenli KKTC vatandaşları) gitsin”… “Aslında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında hiçbir zaman dini nitelikli sorun yaşanmadı ve yaşanmayacak. İngiliz sömürge zamanı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda Kıbrıslı Türklerle Rumlar iyi geçindiler, birbirlerinin bayramlarına katılarak mutluluklarını paylaştılar, aralarında çok iyi ticari ilişkiler vardı”…
Meğer turpun büyüğü torbadaymış, hızını alamamış devam etmiş;
“Türkiye’den Türkler çok azdı, asker aileleriydi. Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur” diye de eklemiş.

Yakın gelmiş…
Artık “Öpülecek yanak ağıza yakın gelir” mi, “Kırılacak ağız/burun/çene yumruğa yakın gelir” mi yoksa başka bir şey mi ne söylerseniz söyleyebilirsiniz.
Aslında sinirleniyoruz ama herhalde Kitsikis’i iyi okudu.
Kıbrıs’ın fethi 1571’dir. İstanbul 1453’de fethedildiğinde Kitsikis’e göre “Türk-Yunan İmparatorluğu” kurulmuştur ve “Osmanlı İmparatorluğu, Yunanlılar için ‘400 yıllık bir kölelik’ dönemi değil, tam tersine, Yunan kültürünün kesin surette katkıda bulunduğu ve Yunanlıların övünç duymaları gereken, evrensel tarihin görkemli bir yapıtı” olmuştur.
Öyleyse bu fetih sırasında/sonrasında “Yunan kültürünün kesin surette katkısı” ile “Yunanlılaşan” Osmanlı, 118 yıl sonra Kıbrıs’a da işte bu “Yunanlılaşmış” askerlerle gitmiş, kalmış ve yerleşmiş, hep beraber gül gibi geçinmişlerdir!
1974’den sonra “gelen” “yerleşiklerin” istenilmeme sebebi de aslında budur, Kitsikis’tir, Hristostomos’tur!
Tarihi neresinden/neresiyle okuyor bilmiyorum Hristostomos ama düzeltilecek tek yeri hörgücü değil.

Uygun cevabı KKTC Başbakanı Özgürgün vermiş;
Papazın söyledikleri “utanmazlıktır, saygısızlıktır, soysuzluktur” demiş.
Ağzına sağlık da, az söylemiş;
“Şerefsiz, edepsiz haysiyetsiz, namussuz”u da biz ekleyelim.
Peki, o konuşmuş da diğerleri/başkaları neden susmuş?
Neden hak ettiği cevabı vermemişler?
Parti başkanları, milletvekilleri, bakanlar?
Meclis Başkanı, Barış Burcu?
Hepsi bir kenara, Talip Atalay neden tek kelâm etmemiş?
Talip Atalay kim mi?
“Din İşleri Başkanı” yâni bir anlamda Kıbrıs Müftüsü, kendisine göre ise güneydeki papazın eşit muhatabı.
“Primus inter pares” in hafif “değiştirilmiş” şekli.
Yâni kendisi “eşitler arasında ikinci”liği kabul etmiş, içine sindirmiş, dünden râzı.
Ama öyle değil.
Bırakın birinciliği, “eşitler arasında ikinci” bile değil.

İnanmayan, ABD’nin bir önceki Başkan Yardımcısı Biden’in Güney Kıbrıs ziyaretindeki fotoğraflara baksın.
Biden güneyde Hristostomos’u “makamında” ziyaret eder. Ziyarette papazın Biden’e takdim ettiği “karşılayıcılar” arasında Talip Atalay da vardır. Bir de Hala Sultan Tekkesi İmamı Şakir Alemdar.
Demek ki Atalay, ancak Şakir Alemdar’la yanyana olduğunda “eşitler arasında birinci”dir, papazla değil.
Biden kuzeye geçtiğinde “Din İşleri Başkanlığını” ziyaret etmiş midir, papaz da oraya gelmiş midir?
Etmemiştir.
O halde ne işi vardır Atalay’ın papaz’ın makamında?
Güneyde Rum’un asıl “tanıdığı” kişi Şakir Alemdar’dır, Atalay değil.
“Alemdar, Şeyh Nazım’ın müritlerinden, KKTC’deki dinsel uygulamaların doğru ve yeterli olmadığı düşüncesinde ve Güney’deki otoritelere ise kendini kabul ettirmiş. Alemdar, Güney Kıbrıs’taki sekiz camide, zikir gecelerine öncülük ediyor, cuma ve diğer namazları kıldırıyor.

Alemdar, Güney Kıbrıs’ta yaşayan Filistin, Mısır gibi, Uzak Doğulu Müslümanlara öncülük ediyor, hizmet veriyor. Alemdar şu anda onların lideri haline gelmiş durumda.
Rum Hükümeti, Şakir’i müftü olarak adlandırıyor. İmam Şakir İslam ülkelerine özellikle et ürünü ihraç eden Rum sanayicilere eğer uygun şartları yaratırlarsa helal kesim sertifikası da veriyor. Kıbrıslı İslam’ı yaymaya çalışan Şakir, bunun yanında Rum tarafından Müslüman ülkelere gönderilen etlerin helal olup olmadığı ile ilgili mührü de vuran tek kişi… Şakir, Kuzey’deki yönetimi evkaf mallarına sahip çıkmamakla suçluyor”.

Peki papaz Apaydın’ı nasıl tanıyor, nasıl anlatıyor?
“Beş yıldır işgal bölgelerinin müftüsü Talip Atalay ile sıkı temas içerisindeyim. Kendisiyle sıkça görüşüyorum. Müftü (Din İşleri Başkanı’na müftü diyor) bizden ne istediyse derhal gerçekleşti. Hükümet, yerleşiklerin özgür bölgelere gelmesine müsaade etmiyordu. Hala Sultan Tekkesi’ne gitmelerine izin verilmesini istedi. Hükümeti, ne kahve içmek, ne dinlenmek ne de herhangi başka bir şey için hiçbir noktada otobüslerden inmeden özgür bölgelere gelmeleri için ikna ettim. Özgür bölgelerdeki bütün camiler bakımlıdır. Müftü’yü arabama alarak Limasol’a ve Baf’a götürdüm, yerinde gördük”.

“Müftü’yü arabama aldım” diyor.
Sanki Müftü Ledra’yı geçip otostop yapıyordu, o da gördü, yolda kalmasın diye aldı “arabasına”.

Yukarıda ne demiştik?
“Papaz KKTC’ye gelmiş, sınırda arabası durmamış, şoförüne bile kimlik sorulmamış, “devletini-bayrağını tanımadığı” KKTC’ye arabasındaki bayrağını dalgalandıra dalgalandıra Lefkoşa’dan girmiş, Apostolos Andreas’dan çıkmıştır. Üstelik kendisine; bu lafları söyleyip de bu düşüncede olan kendisine KKTC’nin Turizm Bakanı eskortluk etmiştir…”
Peki, Atalay güneye resmi-plakalı-flamalı kendi aracı ile gidememekte midir de kayığına, pardon arabasına bindiği papazın türküsünü çağırmak/dinlemek zorunda kalmaktadır?
Gidememektedir.
“Kıbrıs Rum yönetimi, KKTC Din İşleri Başkanı Doç. Dr. Talip Atalay’ın, güney Lefkoşa ve Limasol’daki camileri ziyaret etmek için Kıbrıs Rum kesimine geçişine, ‘Türkiye kökenli’ olduğu gerekçesiyle izin vermedi.
KKTC Din İşleri Başkanı Atalay, yaptığı açıklamada, geçişlerle ilgili engellemenin ‘zorbalık ve uluslararası hukuk ile AB açısında skandal ve çelişki’ olduğunu söyledi.
Güney Lefkoşa’daki Bayrak Camisi’nde cuma namazı, Limasol Köprülü Camisi’nde de ikindi namazı kılmak için ziyarette bulunmak istediğini, ancak talebinin kabul edilmediğini belirten Atalay, prosedür gereği, 10 gün önceden KKTC Dışişleri Bakanlığı üzerinden, Birleşmiş Millet (BM) aracılığıyla Rum makamlarına taleplerini ilettiklerini kaydetti”.

Yâni Atalay da “yerleşik”…
“Özgür bölgelerde” kahve içmek, dinlenmek yahut herhangi başka bir şey için hiçbir noktada durmadan, inmeden ancak papaz izin verirse, onun arabasında, gözetiminde gezebilir.
Atalay’ın konumu, statüsü ve davranışları KKTC’de de sorgulanıyor:
“Dinler arası diyalog meselesine taktık ya…
Bunu iyice bir sorgulamak, perde gerisinde neler yaşandığını öğrenmek şart oldu!
Şart oldu çünkü din adamlarının en azından yarısının kabullenemediği Din İşleri Başkanı Talip Atalay’ın bu diyaloglarda neler yaptığı, Kıbrıs Türkünü nasıl temsil ettiğini bilen kimse yok…
4 yıldır bu görevde olan Atalay bu sürede tam 761 kez yurt dışına çıktı!

Bu sayının çok büyük bir bölümü Güney Kıbrıs’a gerçekleşti…
İsveç’in organize ettiği etkinliklere katıldı, ama bu toplantılar sonrasında tek bir açıklama bile yapmadı!
Kendisi Başbakanlığa bağlı olduğu halde Güney’deki temasları konusunda bu makama da bir açıklama yapmadı…
Başbakan’ın da kendisi hakkında şikayetçi olduğu biliniyor çünkü sanki de KKTC’ye bağlı olmayan bir makamın başındaymış gibi davranıyor!”

İşte bu Atalay; 4 yılda 761 kere yurtdışına çıkan Atalay muhatabı, eşiti olduğunu iddia ettiği, arabasına bindiği papazın “Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur” edepsizliğine ağzını açıp tek kelime söylemiyor, söyleyemiyor.
Hemen hemen aynı günlerde DOÇENT Nazım Beratlı gazetedeki köşesinde “Başlarım sizin Şükran Gününüzden” başlıklı bir yazı yazdı.

Yazının altındaki okuyucu yorumlarından biriside, neredeyse papazı doğrular gibi;
“Sevgili hocam, yalnız Kıbrıs toplumunun fertleri şükran günü kutlamıyor. Hatta Türkiye’den gelip, Apostol Andrea Kilisesinde mum yakıp dua edenler bile var. Üstelik bunlar hayatlarında camiyi içinden görmemişler. Üstelik katılma mecburiyetinde oldukları cenaze namazlarına abdestsiz dururlar. Buna savrulma ve devşirilme dışında ne denir?” bir yorum yer aldı.
Ahmet Okan daha önce de alıntı yaptığımız bir yazısında;
“Ancak konu ile ilgili canlı tanıkların anlattıklarına göre, aynı manastırda İslami değerler hakkında hikâyeler bulunuyor. Bunlara hikâye demek de haksızlık.
Çünkü görgü tanıkları, bir zamanlar bu adak yerine gittiklerini, manastırın kilise kısmında iki de İslam türbesinin olduğunu, adaklarını burada yaptıklarını söylüyorlar, ancak bununla birlikte günümüzde bu iki türbenin ortadan kaybolduğunu belirtiyorlar.
Konu, daha önceleri de gündeme gelmesine rağmen, herhangi bir gelişme sağlanamamış olduğu anlaşılmaktadır.
2010 yılında aynı iddialar gündeme gelmesine ve dönemin Vakıflar İdaresi Genel Müdürü Mustafa Kaymakamzade tarafından ‘Apostolos Andreas Manastırının avlusunda bulunan sahabenin türbesini yok ettiler. Bununla ilgili araştırma komitesi kurduk’ şeklinde açıklama yapmasına rağmen, söz konusu komitenin herhangi bir neticeye ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor” demişti…

Konu ile ilgili bilimsel araştırma yapan iki akademisyen de zaten;
“Bu çalışmada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin İskele ilçesine bağlı Dipkarpaz Beldesi’nin yaklaşık olarak 28 kilometre doğusunda yer alan Apostolos Andreas Manastırı’nda varolduğuna inanılan Urve bin Sabit’in bölgedeki varlığı ile mezarının sistematik olarak ortadan kaldırılması ele alınacaktır. Kilise hem Türkler, hem de Rumlar tarafından adak yeri olarak kullanılmaktadır. Türkler burada, bir sahabe veya islâm ordularının Kıbrıs seferi sırasında şehit düşmüş bir askere veya kutsal bir İslâm ermişine ait mezarın olduğuna inanmaktadır. Kıbrıs Türk folklorunda konuyla ilgili birçok rivayet ve efsane yer almaktadır. Çalışmada, Urve bin Sabit’in adı geçen kilisede mezarının olduğu gerçeği yazılı kaynaklardan hareketle tartışılmış ve mezarın sistematik olarak yok edilmesiyle ilgili süreç irdelenmiştir” demektedirler.
(Kıbrıs Araştırmaları ve İncelemeleri Dergisi, I/1 (Mayıs 2017) ss. 75-104.

“Kıbrıs Apostolos Andreas Manastırı’ndaki Sahabe “Urve Bin Sabit” ve Mezarının Sistematik Bir Şekilde Yok Edilmesi. Zeki AKÇAM, Ayşegül AKÇAM”
Demek ki Apostolos Andreas’da daha önce Müslüman mezarı/türbesi vardı ve yok edilmişti.
Rumlar tarafından…
Yeni ve eski bütün Hristostomoslar tarafından…
Evet, bir edepsizin lâfına lâf yetiştireceğiz derken bakın nerelere geldik…
Daha neyi, nasıl görüşeceğiz Allah Aşkına bu kafadaki Rumlarla?
Ne demişti papaz bir daha tekrar edelim;
“Çoğu Kıbrıslı Türk, ekonomik baskılar nedeniyle İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rumdur”.
Dikkat edin, “çoğu Kıbrıslı Müslüman” demiyor, “Türk” diyor.
“İslâmlaştırılmış Ortodoks Karaman Türk’ü” de demiyor, “İslamlaştırılmış Ortodoks Hristiyan Rum”dur diyor.
Lâfı ağzında çeviriyor, eveleyip geveliyor.
Bu rezil adama tepki göstermezsek, yalanını, edepsizliğini yüzüne vurmazsak bir adım sonra “Bütün Türkler aslında Elendi” diyecek.
“1071’de hiç yoktunuz, geldiniz, yendiniz ama tümüyle Ortodoks Elen olan Küçük Asya’da yıllar içinde çoğunluğun arasında kayboldunuz, asimile oldunuz Elenleştiniz, Rumlaştınız” diyecek.
Rumculuk yapıyor, Elencilik, Yunancılık yapıyor.
Şimdi ben Kıbrıs’ta ona karşı dibine kadar Türkçülük yapsam büyük kabahat mi yapmış olurum?
Çok mu ayıp olur? 5 Aralık 2017


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir