KIBRIS’TA HİKÂYE BİTMEZ
HÜSEYİN MÜMTAZ
Kalite ne yazık ki yerlerde sürünüyor.
1.Ticarî geçmişi, kerameti, neyi/nasıl yapacağı kendinden menkul bir taşeron KKTC’nin en can alıcı yap/işlet/devret projesini; bulutların üzerinden kendisine hediye edilen her türlü kolaylık sonucu üstleniyor. Kazan/kazan kontratlı projenin işletme süresi tekrar uzatılıyor, denetim bir türlü yapılamıyor.
Giydiği gömleğin sadece yakası görünen bu taşeron, devletin bakanına ağzına gelen her şeyi sıkılmadan söylüyor. Bu cesareti, hukuk tanımazlığı nereden buluyor? Boko Haram kabilelerinde bile görülmedik bir durum.
Hiçbir şey olmuyor. Kimse, kurumlar bir şey yapamıyor.
2.Kıbrıs Türkleri bir adada yaşıyorlar.
Bir adada yaşadıklarına göre elbette şu veya bu nedenle (sanal âlemde değil, fiziki olarak) dünya ile (iş, öğrenim, sağlık, gezi) bağlantı kuracaklar.
Nasıl kuracaklar?
Trenle veya otobüsle gitme imkânları olmadığına göre havadan yahut denizden anakaraya ulaşarak.
Kanat veya yüzgeçleri de olmadığına göre de mutlaka uçak veya gemi kullanacaklar.
Deniz yolu sıkıntılı… Hava şartlarına bağlı, uzun sürüyor, bir yaştan sonra da yorucu.
O halde uçak?
Kullanamayacaklar.
Yap/işlet/devret’ci taşeron hangi şartlarda mukavele imzala(t)mışsa, gelir kaydettiği dünyanın en pahalı alan vergileri yüzünden; insandan önce biletler uçuyor.
Ercan-İstanbul bileti, İstanbul-Londra’nın üç misli.
Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bu en saçma/rezil ada ulaşımı uygulamasına kimse bir şey yap(a)mıyor.
74’den sonra indiğimiz teneke barakalı Ercan’ı özlüyorum.
3.Geçitkale’de, Ercan’dan başka bir havaalanı da olduğunu hatırlıyor musunuz? 2000’li yıllarda ne güzel kullanıyorduk.
Yap/işlet/devret’ci taşeron nasıl becermişse Ercan’ı işletme süresinde (30/40/50 yıl?) Geçitkale’nin kullanılamayacağını da yazdırmış mukaveleye.
Deniz ulaşımına da kısıtlama getirdiğinden şüphe ediyorum.
Devletin mührünü, tapusunu almadığına şükredin!
Kendi adına para bastırıp, bayrak çekmesi kalmış yap/işlet/devret’cinin..
Süre sonunda devredeceğinden de şüpheliyim.
4.Üniversite rezaletini yazmış, Denktaş Üniversitesi’ni heyecanla desteklemiştik. “Denktaş”ın şahsında aslında askeri, memuru, parası, Ayşe’si ve “su”yu ile Türk, Türkiye karşıtı/düşmanı olan çevrelerin edepsizliği sonucu üniversiteye verilen arazi tahsisi iptal edilmişti biliyorsunuz.
Şimdi de müstakbel üniversitenin rektörlük binası yapılması düşünülen eski hastane binası da “eski eser” olduğundan dolayı Anıtlar Yüksek Kurulu’nun gündemine getirilmiş.
Yuh…
Ama pardon, doğru… Eski Genel Hastahane binası da Lüzinyenler devrinde yapılmış olup uzun yıllar kilise olarak kullanıldıktan sonra fetihle beraber camiye çevrilmiş, hâttâ Osman Gazi’nin, fetihten çok önce 1300’lü yıllarda gördüğü bir rüya üzerine bir gece gizlice adaya gelip iki rekât namaz kıldığı rivayet edilmişti.
Sarhoş, esrarkeş yuvası, bakımsız, çöplük, harabe eski Genel Hastahane, anıt ve eski eser ha..
Denktaş’ın torunu ailesi isteyince mi aklınıza geldi?
Yuh.
Başka bir üniversiteye verilen “Derviş Paşa Konağı” eski eser değil de bedevî çadırı mıydı?
Kıbrıs’ta hikâye gerçekten bitmez.
Dünyanın en güzel havası, adası, ovası, dağı ancak böyle rezil edilir.
Ciklos’tan Toroslara baktınız mı hiç?
Dağyolu’nun en üstünden gece vakti Larnaka’nın ışıklarını da mı seyretmediniz?
“Havasına, suyuna/taşına, toprağına” hiç mi âşık olmadınız?
Yazık. 22 Haziran 2017
https://www.turkishnews.com/tr/content/yazarlar/huseyin-mumtaz/
Bir yanıt yazın