Türkiye, çağdaş uygarlığa yükselme yolunda 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzaladı.
2005’te aday ülkelerin tabi olduğu AB Müktesebatına uyum sağlamak üzere siyasi ve ekonomik kriterlerin yerine getirilmesi halinde katılma hakkı tanınacağı kararı alındı.
Tam üyelik müzakerelerine başlandı.
Siyasi kriterleri; Hukukun üstünlüğü: İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrar,
Ekonomik kriterleri; İşleyen bir pazar ekonomisi: Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esasları oluşturuyor…
*
Bugün İslamcı bir iktidarın yönetiminde Türkiye ekonomisi ve siyaseti;
Kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi: Fethullah Gülen: OHAL: Şiddetli iç savaş: Öngörülebilirliğin azalması: Güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntılar: Ekonomik büyümenin ciddi boyutlarda yavaşlaması ve İşsizliğin uzun zamandır hiç olmadığı kadar yükseldiği bir durumu arz ediyor.
*
Daha birkaç gün önce, kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s; Kurumsal gücün erozyonu: Zayıflayan büyüme görünümü: Kamu ve dış ödeme dengeleri üzerinde artan baskılar: Artan kredi riski gerekçeleriyle;
Türkiye’nin not görünümünü ‘durağan’dan ‘negatif’ e indirdi.
*
“Japan Credit Rating” kredi derecelendirme kuruluşu da, “Öngörülebilirlik artırılmadan, hükümetin ekonomik yavaşlamaya karşı aldığı önlem paketlerinin uzun vadeli yapısal sonuçlar üretmesi mümkün değildir. Ayrıca bu önlemler genel ekonomik dengeleri bozma riski de taşıyor” uyarısı yaptı…
*
CHP Milletvekili F.Öztrak, Başbakan B.Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın örtülü ödenekten iki ayda 459 milyon TL’lik harcamasına dikkat çekiyor.
“Ekim 2016’dan beri devam eden başkanlık tartışmaları nedeniyle ekonomide belirsizliğin arttığını, bu yüzden Merkez Bankası rezervlerinin beş ayda 10 milyar dolar eridiğini” bildiriyor…
*
Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan ise “Bu ülkede siyasi istikrar olduğu taktirde, anayasa değişikliğiyle birlikte Türkiye’nin önü daha da açılacaktır.
O nedenle Avrupa’dakiler bas bas bağırıyor. Türkiye aleyhine kampanyalar yürütüyorlar.
Biz bunların artık içlerini okuyoruz. Türkiye’nin gelişmesinden ve kalkınmasından ne kadar rahatsız olduklarını biliyoruz” diyor!
*
Bu noktada küresel ekonomide Türkiye’nin Batı ile ortak bir kaderde yol aldığından başlanmalıdır.
2008’den bu yana Batılı şirketler merkez bankalarının sağladığı aşırı ucuz parayı;
Şirket birleşmeleri, şirket satın alımları, hisse senedi geri alımları ve emlâk piyasası yatırımlarında kullandılar,
Biriktirdikleri kârları ise yeniden yatırıma sokmak yerine malî piyasalarda spekülatif faaliyetlere yönelttiler.
*
Kâr oranları, yalnızca şirketlere ve finans kurumlarına akan ulusal gelir kısmının arttırılmasıyla ayakta tutulabildi ya da yükseltildi.
Ama üretkenlik artışı ya da ulusal gelirler düştü.
Bu tür bir asalaklık firmaların kâr-zarar hanesini yukarıya çekti ama bir bütün olarak reel ekonomide daha fazla durgunluğa yol açıldı.
Bu sonuçla giderek dayatılan ve artan yoksullaşmaya ulaşıldı.
Halbuki halkların sonu gelmeyen kemer sıkması doğal bir gelişme değildir.
Bu; kâr sisteminin bir kutupta olağanüstü servet, diğer kutupta ise yoksulluk ve sefalet üreten işleyişinin acımasız mantığının sonucudur.
*
Nitekim 2003’ten 2016’ya Türkiye’de de; İslamcı AKP iktidarının ekonomik performansı, bakınız şöyle gerçekleşti.
2003’te 366 milyar TL’lik borç stoku, 2016’da 2 trilyon 953 milyar TL’ye yükseldi.
Kamu mallarının satışıyla 102 milyar TL’lik daha bir ek finansman sağlandı.
Böylece Türkiye’nin finansman imkânı 3 trilyon 55 milyar TL. oldu.
Cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı…
*
Bu finansmanın katkısıyla 2003’ten 2017’ye, bir önceki 14 yıllık döneme nazaran; GSYH 3.6 kat, kişi başına gelir 3 kat arttı.
Büyüme oranı 1.4 puan artarak ortalama yüzde 4,8 oldu.
Enflasyon öncekinin 6.5 ta birine eşit ortalama yüzde 10,4’de tutuldu.
Bütçe dengesi öncekinin dörtte birine, yüzde 3,2 gibi düşük bir orana indirildi.
*
Ancak işsizlik oranı öncekinden yüzde 40 oranında artarak yüzde 10,7’e yükseldi.
Cari açık öncekinden 10 kat arttı, ortalaması yüzde 5 oldu.
Enflasyon ve bütçe açığı düşürüldü, öngörülen büyüme oranları gerçekleşti ama işsizlik ve cari açık yükselişi sürdü…
*
Bugün Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervi 89 milyar 234 milyon dolardır.
Türkiye’nin kısa vadeli dış borç stoku ise Aralık’ ta 98.1 milyar dolardı.
Yani döviz rezervleri kısa vadeli borcu karşılamıyor, 8.9 milyar dolarlık eksik bulunuyor…
*
2003-2017’de yabancı sermaye yatırımı girişindeki büyük artışın büyümeye pozitif katkı sağlamadığı anlaşılıyor.
Çünkü gelen yabancı sermayenin önemli bölümü, inşaat sektörüne yatırıma geldi ve büyümeye bir defalık katkı yaptı.
Ya da yabancı sermaye yeni yatırımdan çok özelleştirmelerden mevcut tesisleri ve şirketleri satın almak için kullanıldı.
*
Şimdilerde gelen yabancı sermaye ise kâr transferlerine hız vermiştir.
Yani büyümeye katkı yapmıyor sadece cari açığın finansmanına katkı sağlıyor ki;
Bundan böyle kaçınılmaz olarak cari açığa ek finansman sorunu yaratacaktır…
*
Üstelik ABD’de Başkan D.Trump, arz yönlü ekonomi destekli genişletici maliye politikası uygulayacağını bildiriyor.
Böyleyse gelişme yolundaki ülkelere yönelik kaynak akımlarında ciddi gerilemeler ortaya çıkacak,
Türkiye dış kaynak akışındaki gerilemeden fazlasıyla etkilenecektir…
*
Borçlanmayı artırarak ve eldeki malları satarak büyümeyi sürekli kılmak mümkün değildir.
Üstelik elde- avuçtaki malların satışında da sona yaklaşılmıştır ki;
O da ne? AKP hükümeti şimdi kurduğu varlık fonuyla eldeki değerli varlıkları teminat göstererek borçlanmaya devam edebilmeyi hedefliyor!
*
Bütün bunlar, Türkiye’nin çok açık fakat adı konmayan “İflas”ını gösteriyor.
“İflas”la başedebilmenin yolu ise siyasal, sosyal ve ekonomik yapısal reformları yapmaktan geçiyor.
Ne ki, bir yapısal reformu yapabilmek için gerek görülen yapı bozukluğunun nereden kaynaklandığı ve nasıl düzeltilebileceği konusunda hem ulusal hem de uluslararası düzeyde görüş birliği sağlanması gerekiyor.
*
Ancak, “İslamcı” AKP hükümeti ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik ediyor.
Eğitimden enerjiye, demokrasiden lâikliğe, kamu harcamalarından bankacılık sistemine bir çok konuda anlayış farklılığı yapısal reformların yapılmasına engel oluyor.
Sonuçta İslamcılıkla sağlanabilecek ekonomide iyi ama demokraside geri,
Ya da kamu borç yükü düşük ama çağdaş eğitimden uzak,
Ya da bütçesi tutarlı ama insan hakları karnesi bozuk bir ülke tablosu ortaya çıkmıştır.
Bu siyaset anlayışı ile çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmak mümkün değildir.
Zaten Avrupa’nın muhalefeti de bu nedenledir.
*
Nitekim, zor günlerden geçen AB çevrelerinde,”İflas” noktasında olan Türkiye’nin üyeliğini askıya alarak, flû bir tecrid sürecine alınması fikri gelişiyor.
Tecrid,Türkiye’nin Batı’dan borç bulamaması ya da ağır faizlerle borç bulması halidir.
*
Flû bir tecrit; diğer ülkelere zararın yansıması önleyebilecek,
Bu sırada Türkiye küresel sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsılacak,
Yeniden AB’nin istisnaî siyasi ve ekonomik gücünü hissederek, kararlılığını pekiştirecek,
IMF’in denetiminde yapısal bir dizi reformlardan geçerek borc akışını düzene soktuktan sonra,
Yeniden küresel ekonomiye entegre edilecektir…
*
Ama öncelikle, Türkiye’yi “İflas” noktasına getiren İslamcı zihniyete “Hayır” denilecektir…
İslamcı zihniyetin dinsel ayağındaki dehşeti FETÖ bütün dünyaya göstermiştir, şimdi sıra İslamcılığın kahrolası siyasi ayağındadır.
Bundan kaçınmak mümkün değildir…
21.3.2017
Bir yanıt yazın