ABD eski Başkanı B.Obama döneminin son günlerinde iki önemli karar alındı.
İlkinde 28 Ekim 2016’da BM Güvenlik Konseyi, birleşmiş milletlerin Şanghay İşbirliği Örgütü ile çalışmasını reddetti.
İkincisinde,16 Kasım’da ABD Temsilciler Meclisi ve 2 Aralık’ta Senato, “İran Yaptırımlar Yasası”nı 10 yıl daha uzattı…
*
Böylece dünya; ABD’nin yıllardır belirlemiş olduğu normlar üzerinde üçe ayrıldı.
Bir tarafta ABD’nin yönettiği tek kutuplu bir dünya, diğer tarafta İran’ın ve Çin’in çevresiyle kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyası oluştu…
*
Sonra Başkan D.Trump göreve başladı.
Başlangıçta son 8 yıllık Amerikan dış politikasını neredeyse tamamen aksattığını gösterir bir görüntü verdi.
Ama “Önce Amerika” korumacı politikasıyla ülkeyi kontrol eden kapitalistlerin yozlaşmasını, acımasızlığını, asalaklığını ve faşizan zihniyetini de kişiliğinde cisimleştirdi.
*
Meksika sınırında duvar inşasına başlandı, kayıtsız göçmenlerin suçlu kabul edilmesinin önü açıldı.
Tüm müttefiklerden NATO için üzerlerine düşen malî katkıları yapmalarını istedi.
Stratejik Saldırı Silahlarının Azaltılması Anlaşması’nın kötü bir anlaşma olduğu, ABD’nin tek taraflı olarak bu yükümlülükten uzaklaşacağının sinyalini verdi.
Yedi ağırlıklı İslam ülkesinden yolcular yasaklandı, mülteci girişi 120 gün boyunca durduruldu, mülteci kabul hedefi yarıya indirildi.
Güney Çin Denizi’ndeki adaları devralmaya çalışırsa Çin’in durdurulacağı ilan edildi.
Uluslararası örgütlere ABD finansmanı azaltılmaya başlandı.
Büyük bir askeri bütçe artışı ve askeri birikim vaadinde bulunuldu…
*
Şimdilerde Başkan Trump’ın, bu belirgin karmaşadan ABD çıkarlarını destekleyen bir sistem oluşturmayı hedeflediği görülüyor.
Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn,13 Şubat 2017’de yazdığı istifa mektubunda:
“Başkan, kısa sürede dış politikayı Amerika’nın liderliğini geri kazanmak üzere yeniden yönlendirdi” diyor…
*
Nitekim Başkan Trump’ın ABD dış politikasını;
Belli bir coğrafyada birbirleriyle ortak noktalar ve bütünleyici unsurlar ile ilişiklendirilmiş ülkeleri kümeleştirmek:
Ardından onları küresel sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsmak:
Sarsılan ülke üzerinde ABD’nin istisnaî gücünü hissettirmek:
Eşzamanlı olarak küresel gücün yeniden oluşturulması adımları üzerine kurduğunun işaretleri alınıyor.
*
Herhangi bir bölgede sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun sağlanabilmesi, sonra bunun korunması için yapısal kapasitenin çatışmaları diplomasi yoluyla çözebilme esnekliğinde olması,
Dolayısıyla öncelikle yapısal kapasitenin doğru şekilde tanımlanması gerekiyor…
*
Ne ki,Ortadoğu’da sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun oluşturulmasında, İran ve Suudi Arabistan’da siyasi alanda yaşananlar;
Sünni Araplar ile Şiiler arasında bölgesel bir anlaşmaya varmanın çok uzağında olunduğunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanı H. Rouhani, ideal bir reformist değildir ama günden güne güçlenen karşıtlarının yoğun saldırıları altındadır.
Suudi Arabistan hem terörizm hem de İran’ın tehdidiyle yüzleşmek için Sünni İslam devletleri koalisyonu kurmaya çalışıyor…
*
Bu ve benzeri gelişmeler kesinlikle her iki tarafın da taktik yeteneklerini etkiliyor.
O yüzden istikrarın korunması ve çatışmaları diplomatik olarak çözebilecek sürdürülebilir bir statünün amacını belirlemek üzere stratejik bir kavrama ihtiyaç duyuluyor.
Barış ve istikrarın korunması için ilgili tüm oyuncuların sahip oldukları şeyleri elde etmiş olmalarının en iyisi olduğunu anlaması,
Bu noktada fikir birliğine varılması ve bu birliğin geliştirilerek daha çok iyileştirilmesi için adım atılması gerekiyor…
*
Bu çabaları engelleyen kesimlerinin uygulamalarına karşı yasaklayıcı bir cezaya başvurulmaması krizin özü olarak kabul ediliyor.
Halbuki kaosun kademeli ve ölümcül biçimde gelişerek yaşandığı II.Dünya Savaşı bu yöntemle sona ermiştir…
*
Ama eski Başkan Obama, ABD’nin dengeleyici rolünü bu yöntemle değil belirli limitlere ve kırmızı çizgilere indirgeyerek azaltmıştır.
Böylece hem iyileştirme çabalarını engelleyen kesimleri cesaretlendirmiş,
Hem de bölgedeki vekillerini yanlış zaman ve yanlış yerlerde bir yığın silahla destekleyerek Ortadoğu sorununun kontrolden çıkmasına neden olmuştur.
*
Halbuki ABD’nin dengeleyici rolü ve yerel güç dengesi, herhangi bir misillemenin sigortasıdır.
Ama yapılan hatalarla son yirmi yılda güç dengesi genişleyen İran stratejisi tehlikeli ve istikrarlı bir şekilde değişmiştir.
Yerel güç dengesinde İran Devrim Muhafızları önemli bir unsur olarak rol oynuyor.
İran konvansiyonel olmayan savaşlarda balistik füze kapasitesiyle ve deniz gücüyle avantajlıdır.
Bu durum, Arapları ve ABD’yi yeni taktikler denemeye teşvik etmiş ama bugününl krizine de yol açılmıştır…
*
Hatta Obama, çok taraflılığa dayalı bir girdinin varolan dengenin dengelenmesinde yardımcı olabileceğini de düşünmüş,
İslam ülkesi gibi düşünülen Türkiye, Ortadoğu’da barışı korumaya katılmıştır…
*
Şimdi Başkan Trump, Ortadoğu krizinin çözümü için ABD Temsilciler Meclisi ve Senato’nun, “İran Yaptırımlar Yasası”nı 10 yıl daha uzatması kararından hareket ediyor.
İran’ı dünyayla ve komşularıyla açık uçlu bir düşmanlığın sonuçlarını anlamaya teşvik etmek amacıyla ekonomik, askeri ve politik alanlarda baskıyı arttırıyor.
Böylece Ortadoğu’da istikrarlı bir barışa ulaşma konusunda müttefiklerinin diplomatik çabasını görmenin yolunu açıyor.
Bu konudaki stratejiyi görüşmek üzere Rusya ve Çin’e de kapıyı aralıyor ki; Rusya ile Çin’in girişi, küresel bir fikir birliğine ulaşmada önemli olacaktır.
Bu fikir birliği olmadan etkili bir küresel istikrar planı etkili olmayacaktır…
*
Bu paralelde Ortadoğu’da denge oluşturulmasında yardımcı olabileceği, barışı koruyabileceği düşünülerek her tür desteğin verildiği Türkiye’nin de,
Bunu sağlamak yerine çağdaş ülkelere bir nefret, İslamcılara bir cazibe odağı haline gelmesi;
Ortadoğu’da iyileştirme çabalarını engelleyen ısrarlı uygulamaların kaçınılmaz bir sonucu olduğu düşünülüyor.
Bu duruma neden olan yöneticilere Ortadoğu külfetinin giydirileceği sürec yaklaşıyor.
*
Önce sonuç “Hayır” olmalıdır…
15.3.2017
Bir yanıt yazın