İkinci Dünya Savaşının en zorlu yıllarıydı, Almanlar sınırlarımızın az ötesine gelmişlerdi, bütün dünya sonu neye varacağı belli olmayan bir çılgınlığa doğru savruluyordu. Savaşmanın ne demek olduğunu en iyi bilen kişilerden birisi olan İsmet İnönü ve arkadaşları ise halkı büyük acılara sürükleyeceği belli olan bu anlamsız savaştan ülkelerini uzak tutmaya karar vermişlerdi.
Seferberlik ilan edildi, erkekler askere alındı, limanlar kapatıldı, devlet herhangi bir olası savaş durumuna karşı yiyecek depolamaya başladı. Savaşın getirdiği ekonomik sıkıntıların üzerine bir de kuraklık eklenince ülke ekonomisi çıkmaza doğru sürüklenmeye başlamış, yoksul halk iyice zor duruma düşmüştü. Hükümet yokluk nedeniyle bazı tüketim maddelerini karneye bağladı. Zeytin, ekmek, şeker gibi temel tüketim ürünleri karne ile sınırlı olacak biçimde dağıtılıyordu. İnsanlar açlık sınırında ancak kuyruklara girerek yiyecek alabiliyorlardı. Yeni vergiler salınmış, özel araçların trafiğe çıkması bile yasaklanmıştı. Bu zorlukları fırsata çeviren girişimciler de vardı, bu fırsatçılar ele geçirdikleri ürünleri karaborsada pahalı fiyata satarak halkın sırtına ikinci bir ağırlık yüklüyorlardı. Hükümet bir yandan karaborsacılarla mücadele etmeye çalışıyor bir yandan da ülkenin savaşa gireceği günü düşünerek her şeyden tasarruf ediyor, olası bir savaş durumunda ülkenin bağımsız kalabilmesi için önlemler almaya çalışıyordu.
Halk çok zorlu günlerden geçti ama Türkiye savaşa girmedi. Savaş bittiğinde dünyada çok ağır bir bilanço vardı. Savaşın kazananları kaybedenlerinden çok daha fazla kayıp vermişlerdi. İsterseniz birkaç örnek vereyim: Fransa’da asker ve sivil olarak toplam 500 bin kişi ölmüş, soykırımda öldürülen Yahudilerin sayısı ise 80 bin kişiyi aşmıştı. Komşumuz Yunanistan’ın soykırım dahil toplam kayıp sayısı 300 bin kişiyi aşmıştı. Bu rakamın o zamanki toplam nüfusun % 5’ine yakın olduğunu söylemek gerek. Japonya’nın kayıp sayısı 3 milyon kişiye yaklaşıyordu. Çin’de 15 milyon ile 20 milyon arasında insan ölmüştü. Çin’de ölen insan sayısı Türkiye’nin o zamanki toplam nüfusu kadardı. Sovyetler Birliği ise 26 milyon ile 27 milyon civarında kayıp vermişti. Polonya nüfusunun %17’si ölmüştü savaşta. Elbette bunlar rakamlara yansıyan acılar. Japonların Çinli öldürme yarışmaları, askerlere tanınan tecavüz hakkı, nehirlere dökülen, fırınlarda yakılan, kurşuna dizilen insanlar, şehirlere atılan atom bombaları, çoluk çocuk demeden katledilen Yahudiler vicdanlı kişilerin belleklerindeki yerini şimdi de koruyor. Savaşın açtığı yaralar bugün bile kapanmadı. Dünya, savaş meydanlarında, toplama kamplarında, trenlerde, fırınlarda sadece insanlarını değil insanlığını da kaybetmişti. Savaş zamanı pek çok ülkede büyük bir açlık da hüküm sürmüş, Avrupa’da, Çin’de, Rusya’da insanı insanlığından utandıracak sahneler yaşanmıştı. Savaşı anlatan kitap ve belgesellerde kıtlıkla ilgili bölümlerin biraz arka planda kalmasının nedeni savaşan ülkelerin bolluk içinde yaşamaları değil, açlıktan bin kat daha büyük acılarla boğuşmalarıydı. (Yazının altında savaşta yaşanan acıların yanında Türkiye’deki açlık ve sefaletin neredeyse önemsiz kaldığını gösteren bir belgesel de var. Eğer yüreğiniz kaldırıyorsa en azından bir bölümünü izlemenizi öneririm.)
Türkiye bu dönemi İsmet İnönü’nün dehası sayesinde kazasız belasız atlatabilen ender ülkelerden birisi oldu. Hükümet belirsiz bir hayal uğruna askerini ölüme göndermedi, ülkeyi savaşa sokmadı. İnönü ve arkadaşlarının bu politikaları daha sonrasında rakip partiler tarafından çok eleştirildi ve İnönü, Türkler gibi savaşçı bir ulusun erkekliğini körelttiği, halka açlık çektirdiği, yiyecekleri karneye bağlattığı, savaştan kaçtığı gibi sayısız suçlamayla karşılaştı. Savaş bittikten sonra bir gün seçim meydanında muhaliflerin, çocukları “Sen bizi aç bıraktın” diye bağırtması üzerine İnönü çocuklara hitaben tarihe geçecek o sözünü söyledi:
– Ben sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım.
Tarih kitapları hep savaşları ve savaşan komutanları yazdığı için İsmet İnönü’nün Türkiye tarihindeki belki de en akılcı hamlesinin pek üzerinde durulmadı. Cumhuriyet yönetimini hedef alan kişilerin kolay hedef olarak İsmet İnönü’yü seçmelerine karşılık bazı cumhuriyet savunucularının da yeter ki Atatürk’e dokunulmasın şeklindeki düşünceleri nedeniyle İsmet İnönü hep günah keçisi oldu ve Türkiye tarihinin yirminci yüzyıldaki en büyük başarısı olarak anılabilecek bir karar karalamalara gerekçe olarak kullanıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük şanslarından birisi II. Dünya Savaşı sırasında ülkenin başında İsmet İnönü gibi bir askerin bulunması ve İnönü’nün de dünya savaşının getireceği yıkımı önceden sezerek ülkesini bu felaketten uzak tutabilmesiydi. Ayrıca Amerika ve Avrupa’daki müttefiklerin büyük baskılarına karşı koyup savaşta tarafsız kalacağını açıklamak da sanıldığı kadar kolay bir iş değildi. 12 Haziran 1940, Türkiye tarihi açısından belki de pek çok savaşın tarihinden daha önemlidir. Bu tarihte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü başkanlığında toplanan hükümet, Türkiye’nin savaş dışı kalacağını kararlaştırarak bunu tüm dünyaya duyurmuştu.
Ücretsiz Kayıt
İşte iyi yöneticilerin farkı buradadır. Onlar için öncelikler vardır ve seçimlerini bu önceliklere göre yaparlar, bu önceliklere göre karar verip bazı olumsuzluklar yaşama pahasına ilk önceliklerini koruyabilirler. Açlığı azaltmak için yaşamsal tehlikeye atılmak akıllı bir yöneticinin almayacağı bir risktir, çünkü savaş da kuraklık da bir gün biter ve yalnızca hayatta kalıp direnebilenler görür zor günlerin bittiğini.
İyi yöneticiler dünyanın tümü ters yöne de gitse doğruları sezip tek başlarına kendi doğrularını korkusuzca uygulayabilirler. Elbette İnönü yönetiminin anti demokratik uygulamaları ve baskıcı yönetim tarzı bir yönetici açısından büyük bir eksikliktir ancak böylesi büyük bir kriz ortamında askeri deha demokratik yönetimin önünde yer alır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında kimimizin babası, kimimizin de dedesi askere alınacak yaştaydılar. İsmet İnönü ülkesini II. Dünya Savaşından uzak tutarak bize babalarımızı dedelerimizi bağışladı. (Okur zekâsına güveniyorum ancak dedelerimiz olmasaydı bugün bizlerin de olamayacağını anımsatmak zorundayım. Çünkü insanlar bazen gözleri bağlıymışçasına basit sonuçları bile göremiyorlar.) Ülkeyi savaşa sokmamak kararı bugün belki de İsmet İnönü’yü acımasızca eleştiren binlerce kişiye bir hayat bağışladı.
Elbette herkes istediği gibi düşünmekte ve eleştirmekte özgür ancak aynı tehlike bugün de olsa düşüncelerimin farklı olacağını sanmıyorum. Ben babamı değişmem iki somun ekmekle bir kilo şekere.
Burak Kaya
Bir yanıt yazın