Başkan D.Trump görevinin ilk günlerinde ABD Anayasası’nın koruduğu basını hedefledi, yönetimin üç eşitinden yargıya saldırdı,Kongre’de konuşmaları sınırlayan bir düzenlemeyi destekledi.
Bunlar Başkan D.Trump’ın demokrasinin en temel biçimlerinden kopuşunun belirtisi olarak algılandı.
*
Öte yandan D.Trump, 11 Eylül saldırılarına ilişkin resmi yoruma hep karşı çıktı.
Çelik iskeletinden dolayı Boeing uçaklarının kuleleri aşmasının olanaksız olduğunu söyledi.
Ortada bilinmeyen başka etkenlerin olması gerektiği sonucunu çıkardı.
Başkanlığının ABD halkının 16 yıldır elinden alınan iktidarının devredilmesi olduğuna işaret etmeye devam ediyor…
*
Ama Trump yönetiminin, ABD egemenleri diktatörlüğünün en zalim biçimdeki ifadesi olduğu gerçeğinin üstü örtülmüyor.
Onun milyarderlerle ve generallerle doldurulmuş olan yönetimi büyük bir savaş hazırlığı içinde orduyu büyük ölçüde genişletmeye kararlıdır.
Bu sağlık hizmetlerinde kapsamlı kesintileri, kamu eğitiminin imhasını ve şirket kârları üzerindeki tüm sınırlamaların kaldırılması anlamına geliyor.
Elbette bu politikayı uygulamak en temel demokratik biçimlerin bir yana bırakılmasını gerektiriyor…
*
Bunların hiçbirine Demokratik Parti’den bir karşı çıkış olmuyor.
Demokratlar, Trump’ın çeşitli bakanlık görevlerine aşırı sağcıları ataması konusunda da sessizdir.
Atamaların gerçekleşmesini engellemek adına hiçbir şey yapılmıyor.
*
Oysa dünyanın gözü önünde ABD egemenlerinin arasında önemli siyasi bölünmeler oluşuyor.
Ama uluslararası güce sahip egemenlerin çıkarları, onların dış politika konuları üzerine yoğunlaşmasına yol açıyor.
Demokrat egemenler, Trump’la birlikte ABD ordu-istihbarat aygıtının saldırgan Rusya ve Çin karşıtı politikadan uzaklaşacağı kaygısını taşıyor.
*
İnatla Rusya şeytanlaştırılıyor ve Trump’ı Rusya Devlet Başkanı V.Putin’e fazlasıyla yakın olmakla suçlamaya yönelik Bayan H.Clinton’dan miras bir kampanya sürdürülüyor.
Doğrusu, Trump ise Rusya ve Çin’i ezmeye kalkışmak yerine onlarla bir ortaklığa gidilmesini daha doğru buluyor.
Başkan Trump’a yönelik saldırıların ana konusunu bu çerçeve belirliyor…
*
H.Clinton mirası kampanya, üç haftalık Trump yönetimi ile Avrupa Birliği arasında ticari ve askeri politika üzerine çatışmalara yol açıyor.
Avrupa görülmemiş bir krize yürürken, ABD’nin de Avrupa’daki siyasi otoritesi paramparça olmaktadır.
Trump’a yönelik muhalefet şovenizme ve savaşa yönelik düşmanlığı ifade ederken;
Avrupa Washington ile çatışma hazırlığı içinde ordu ve polis güçlerini sağlamlaştırıyor…
*
Nitekim ABD demokrat egemenlerinin kampanyası kendini Ukrayna’da gösteriyor.
2014’te ABD ve Almanya destekli bir darbeyle Ukrayna’da aşırı sağcı ve şiddetli Rusya karşıtı bir yönetimin iktidara gelmesi,
Donbass bölgesindeki isyancıların Ukrayna hükümetinden bağımsızlık istemesinden bu yana çatışmalarda yaklaşık 10 bin insan öldürülmüştür.
*
ABD ve müttefikleri Rusya’yı doğudaki ayaklanmayı kışkırtmak ve askeri olarak desteklemekle suçlamış,
Doğu Ukrayna’daki durum ve Kırım’ın Rusya ile birleşmesi, hem ABD hem de AB yaptırımlarının gerekçesi olarak değerlendirilmiştir.
*
Şubat 2015′ ten itibaren ABD, BM, AB ve NATO’nun Minsk anlaşması şartları doğrultusunda ateşkes uygulanıyor.
Ama işte, Ukrayna silahlı kuvvetleri ve müttefik milisler Donetsk bölgesindeki Rusya yanlısı ayrılıkçı güçlerle çatışıyor.
Doğu Ukrayna’da yeniden başlayan çatışmalarda her iki tarafta ağır kayıplar vermiştir.
Eş zamanlı olarak H.Clinton’ın öngördüğü Ortadoğu’da Suriyeli Kürtlere de zırhlı araçlar teslim edilmiş bulunuyor.
*
Ukraynalı askerlerin saldırıya geçmesinde ABD’nin mevcut yönetiminin değil;
Ama Rusya-ABD ilişkilerini germek, uygulanan yaptırımların devamını sağlamak ve ileride varılabilecek bir anlaşmayı bozmak isteyen Demokratların parmağı olduğu kabul ediliyor.
Ukraynalıların değişim sürecinin acısız geçmesini ummaktan başka bir seçeneği bulunmuyor.
O yüzden mevcut yönetimin değişmesinin kaçınılmaz olduğunda birleşiliyor.
*
ABD’li Demokrat egemenler ise ana akım medyasına gaz veriyor.
Putin’in “ne kadar ileriye gidebileceğini” ölçmenin gereğini,çünkü ABD’nin tepki vermemesi durumunda Rusya2nın “Moldova’da gücünü göstermek” isteyeceği iddia ediliyor…
Bu noktada Başkan D.Trump’ın Ukrayna anlaşmazlığını çözümlemek için Devlet Başkanı P.Poroşenko’yu alaşağı etmenin bir yolunu aradığı bilgileri geliyor.
*
Üstelik Başkan Trump, Çin’e karşı tasarlanan Trans-Pasifik Anlaşması’ndan ABD’nin imzasını geri çekmiştir.
Ama süren tartışmalar Washington’un Asya Altyapı Yatırım Bankası’na olası kabulü konusu üzerinde yoğunlaşıyor.
Trump ayrıca ABD’nin “Tek Çin” politikasına bağlı kalacağını da bildiriyor…
*
Hay Allah! Bütün bunlar ABD Başkanı D.Trump’ın, Çin’e köstek olmak yerine onunla işbirliği yapmayı kabul edeceğini gösteriyor.
Buysa ABD’nin “İpek Yolu” nun inşa sürecine katılması, bu paralelde Donbass ve Suriye savaşlarını gereksiz olacağı anlamına geliyor.
*
Öte yanda Trump yönetimi İsrail’in gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını da dikkate alıyor.
İran’a karşı savaş kışkırtıcılığını ise;
İsrail-Filistin Sorunu’nun yürüyen “Arap Çözümü” stratejisi doğrultusunda,
İsrail’in ivmelediği ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı olarak oluşturulan ortak Arap Savunma Ordusunun,
Terörle mücadeleye yönelik Sünni Müslüman ülkeler arasında oluşturulan savunma paktı benzeri koalisyonun,Ortadoğu’daki güç merkezinin Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtımını pekiştirmek adına yapıyor…
*
Doğrusu Başkan Trump, ABD egemenleri diktatörlüğü karakterinin en zalim biçimdeki ifadesidir ama şu günde;
ABD egemenlerin arasında önemli siyasi bölünmeler yaşanırken, dünya medyası söz dalaşındayken, sokak gösterileri ve politikacıların tartışmalar sürerken;
O bütün bunların gerisinde hedefini korumayı sürdürüyor.
*
En büyük engeli ise Rusya ve ABD diplomatlarının bir mekanizma kapsamında temaslarını kesintisiz yürüttüğü Suriye İç Savaşının siyasi çözümüne ilişkin,
Dünyanın bir kez daha böyle bir katliam, saldırı ve yağma ile karşılaşmaması için savaş suçları işleyenlerin paylarını üstlenmeleri, suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesi, bu sistematik hukukun BM’de yeni bir dünya statüsüne yol açmasının zamanına yaklaşılırken;
Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta bulundurduğu silahlı kuvvetleridir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birlikler her iki coğrafyadas Irak ve Suriye askeri birlikleri ile karşı karşıyadır.
*
Bu yüzden BM Genel Sekreterinden CIA Başkanı’na, Almanya Başbakanı’ndan Britanya Başbakanı’na ve Genelkurmay Başkanı’na kadar birçok kişi ardarda Türkiye’yi ziyaret ediyor.
Kendisi için bir hukuk terazisinin hazırlandığının bilincinde olan İslamcı Cihatçılığın Siyasi ideolojisinin ve Türkiye’nin lideri ise “Ben ne yaptımsa ABD için yaptım. Onlara kandım” mı diyor?
Yoksa “bir canlı bomba kararlılığında” mıdır?
Bilinmiyor…
*
Bunun çok yakın bir zamanda görüleceği çok açıktır….
12.2.2017
Bir yanıt yazın