Birçok bakımdan parçası olduğumuz Ortadoğu, İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin doğuş yeri olarak, günümüzde ise sahip olduğu enerji kaynakları sebebiyle çatışma ve rekabetin yoğun olduğu bir bölgedir. Bunların dışında değerlendirilecek jeopolitik özellikleri de büyük güçler ve bölgesel güçleri karşı karşıya getirmektedir. Bu gerçeklere karşın, batılılaşmayı hatalı okumamızın bir sonucu olarak, hemen her alanda olduğu gibi Ortadoğu’yu da batının gözlüğü ile ele almışız. ABD, İngiltere veya Almanya, bölge ile ilgili araştırmalarını, kendi hedefleri, çıkarları, beklentileri doğrultusunda yönlendirmekte, gerektiğinde bu istikamette kaynak ayırmaktadır. Bu bakımdan mesela İngiltere için doğru veya iyi olanın Türkiye için de iyi olmasını bekleyemeyiz. Türkiye batılı ülkelerin bölge ile ilgili hedeflerini, planlarını, stratejilerini bilmeli, ancak Ortadoğu konusnda kendi jeopolitik gerçekleri, geçmişi ve geleceği ile uyumlu hedefler, çıkarlar, stratejiler geliştirmelidir. Bunun için de olmazsa olmaz olan öncelikle bölgeyi doğru tanıması, kendi gerçekleri açısndan Ortadoğu’yu anlamasıdır.
Bölümümüz öğretim üyelerinden Doç.Dr. Kemal İnat’ın, diğer arkadaşlarla birlikte üçüncüsünü derlediği Ortadoğu Yıllığı 2007 (Küre Yayınları, İstanbul, 2009) bu alanda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Ansiklopedi, yıllık, bülten, alan sözlüğü gibi ilk bakışta akademik derinliği olmadığı zannedilen yayınlar, aslında derinlemesine araştırmaların temelini teşkil etmektedir. Batıda bu alanda yüzyılı aşan yayın gelenekleri oluşmuştur. Bu tür faaliyetlere katılanlar, farkında olmadan bir alanın uzman ordusu haline gelmişlerdir. Benim açımdan en keyif verici tarafı ise, yıllık yazarlarının önemli bir kısmının, kuruluşunu üstlendiğim Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün ilk mezunları ile halen lisansüstü öğrencileri olması.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerlerine düşeni yapma kaygısıyla yola çıkan arkadaşlarımız kervanına diğer üniversitelerden birçok akademisyen katılmış, bu anlamda çalışma kurumlaşma sürecine girmiştir. Bununla birlikte ülkemizde bilimsel yayınların gerekli ilgiyi görme konusunun, utandıracak düzeyde olduğu da önemli bir gerçektir. Bu problemin de çözümü için yapmamız gerekenleri kabul ediyoruz, yaşanan başarıların gelecek için umutvar olmamıza yettiğine inanıyoruz.
ABD’nin Ortadoğu ve İslam politikasında, en azından söylem bazında şaşırtıcı değişikliklerin yaşandığı günümüzü, Yıllık’ta yer alan Hakkı Büyükbaş imzalı “İkinci Irak Savaşı ve NATO’da Kriz: Uluslararası İlişkiler Açıklama Modelleri Üzerine Bir İnceleme” adlı makalesinde, çok daha önceden okuyabiliriz. ABD öncülüğündeki Irak müdahalesinin yol açtığı NATO üyeleri arasındaki uzlaşmazlık, mevcut Uluslararası İlişkiler açıklamalarını da zora sokmuştur. Çünkü burada gelişmeleri belirleyen batılı güçlerin dış politikaları olmayıp, bir Ortadoğu devletinin rejimi ve doğal kaynaklarıdır.
Obama’nın Ankara ve Kahire çıkışları, bu zoru aşmaya çalıştığı gibi, bugüne kadar yerleşmiş olan “batı için doğrular/Ortadoğu için yanlışlar” manzumesini hedef almaktadır. Bu mesajların ne derece samimi olduğunu zaman gösterecek. Ancak, açık olan bir şey var ki süpergücün yeni lideri, ABD’nin bir yerde büyük bir hata yaptığını, ülkesinin geleceği için bunu telafi etmenin çarelerini bulmak zorunda olduğunu gördü. İsrail’in kuruluşundan itibaren ABD desteği, Ortadoğu ülkelerini hep rahatsız etmiştir. Bununla beraber Soğuk Savaş dönemi şartları, Müslümanları doğrudan karşısına almayı engellemiştir. Bu dönem sona erince, “Medeniyetler Çatışması” ile İslam dünyasının hedef olması politikaları “bilimsel, teorik” bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Körfez Savaşı, Afganistan ve Irak’a müdahale, bu “Çatışma”nın tezahürleri idi. Küresel krizin de beslediği günümüz gerçekleri, sözkonusu “Çatışma”nın galibi olmayacağını, saldıran taraf olarak ABD’nin nispî gerilemesi sebebiyle aslında birinci mağlup olacağının işaretlerini verdi. Her şeye rağmen hataları kabul edip telafi yolları arayan bir gücün yaşama şansının uzadığını kabul etmek lazım.
Bütün bu şartları izah eden, yeni bir teorik çerçevenin yakında tedavüle sürüleceğini tahmin ediyoruz. Ancak öncekiler gibi bunun da kendi gördükleri/beklentileri açısından olacağı kaçınılmazdır. Çünkü “Amerikan Uluslararası İlişkiler disiplini, ABD’nin (belli ölçüde İngiltere’nin) sorunlarını, tasa ve kaygılarını önceleyerek gelişmiştir” (s.465). Bu gelişmede, henüz bizim sahip olmayıp onlarda olan önemli cevher ise, karşıt ekollerin birbirleriyle girdikleri teorik tartışmalardır. Tartışma kültürü, disiplinin sürekli gelişmesini, eleştiriler doğrultusunda hataların dikkate alınarak yeniden şekillenmesini, değişen şartlar karşısında ülkenin yeni ihtiyaçlarını anlama ve karşılama imkânını bahşetmiştir.
ABD’nin bırakalım devletini, kıtası dahi bilinmezden bizde siyasetnâmeler kültürü ile emirler eleştiri konusu yapıldığı, yöneticilere yol gösterildiği halde, günümüzde bunlar her kademede unutulur olmuştur. Uygulanan politikalar için olduğu gibi bilimsel araştırmalar da önemli ölçüde siyasi pozisyona göre yanılmaz veya eleştiriye değmez batağında solup gitmekte, nice alınteri, göz nuru çalışmaların zaman içinde karşı tezleri ile gelişmesi, ülke sorunlarına şifa olması yolu açılamamaktadır. Tartışma ve eleştiri kültürü konusundaki yetersizliğimizi, bizim tarihi, sosyal ve dini boyutlarıyla mensup olduğumuz medeniyetin telafi edilemez bir sonucu olduğunu ileri sürenlerin sorunu ise, bizi yine batılıların gözlüğü ile tanımaları, kendi temel kaynaklarımızın, tarihi ve kültürel gerçeklerimizin cahili olmalarıdır.
Ortadoğu Yıllığı gibi birçok araştırma, kendimizi ve çevremizi kendi gözlerimizle görmemiz yolunda döşenmiş temel taşlar olacaktır. Ortadoğu’yu anlamak çok daha kolay hale gelecektir. Değerli meslektaşlarım Kemal İnat, Muhittin Ataman, Murat Yeşiltaş yanında bu eserlere katkısı olan kıymetli akademisyenler ile dünkü sevgili öğrencilerimi kutluyorum.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 10/06/2009
Bir yanıt yazın