Endülüs satranç oynamasını bilmediği için yıkılmıştır!

Satranç Federasyonu’nun resmi internet sitesinde bulunan bilgilere göre; Satranç’ın geçmişi, M.Ö.2000’lere, Eski Mısır’a kadar gitmektedir.

Çünkü piramitlerde satranç kabartmalarına rastlanmıştır.

Öte yandan Satranç’ın, bir zeka oyunu olmasının yanı sıra, genelde bir havas, yani üst tabaka insanların, hatta devlet adamlarının oynadığı bir oyun olduğu bilinmektedir ki; Yavuz Sultan Selim’in, şehzadeliği sırasında Trabzon valisi iken Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile satranç oynadıkları söylenir.

Satranç’ın devlet adamları arasında oynanan bir oyun olduğu içindir ki; ünlü siyaset bilimci ve uluslararası stratejist Zbigniew Brzezinski bile soğuk savaş döneminin devletler arası ilişkilerini anlattığı ve ABD’li politikacılara önerilerde bulunduğu kitabına “BÜYÜK SATRANÇ TAHTASI” adını vermiştir.

Kimdir Z. Brzezinski?

Jimmy Carter  döneminde Ulusal Güvenlik Müsteşar yardımcılığı yapacak ve Obama tarafından Amerika’nın en seçkin düşünürlerinden birisi olarak nitelendirilecek derecede, görüşlerine değer verilen bir siyaset uzmanı.

Belki de sahasında Heny Kissinger seviyesinde bir uzman kişilik.

Neyse konumuz bu değil.

Bizim gençliğimiz Anatoly Karpov ve Gary Kasparov’un bazen saatler süren satranç maçlarını, dünya satranç şampiyonluklarını ve rakip bulamadıkları için robotlarla satranç oynadıklarını dinleyerek geçmiştir.

Şaka değil; Satranç karşılaşmaları bazen onlarca saat süren, sadece bir hamle yapmak için saatlerce düşünmeyi gerektiren bir zekâ oyunudur.

Dünyanın en uzun satranç oyunu 17 Şubat 1989 günü Belgrat’ta İvan Nikolic ve Goran Arsovic arasında oynanmış ve 20 saat sürmüştür.

Dünyanın en ilginç şampiyonluk maçı ise 1984 yılında A.Karpov ile G.Kasparov arasında geçmiş ve iki sporcunun sağlıklarının kötüye gitmesi üzerine FIDE’nin (Uluslararası Satranç Federasyonu) kararıyla iptal edilmiştir.

*

Satranç Federasyonu’nun resmi internet sitesinde bulunan bilgilere göre; Satranç’ın geçmişi, M.Ö.2000’lere, Eski Mısır’a kadar gitmektedir. - satranc

Prof. Dr. Sevil Atasoy, facebook sayfasında 13. yüzyıl Emevi dönemine ait olduğunu söylediği çok güzel bir minyatür paylaşmış.

Minyatürde bir Müslüman’la bir Hristiyan bir çadırın içinde satranç oynamaktadırlar.

Anlaşılan minyatürü yapan sanatçı, İslamiyet ile Hristiyanlık arasındaki mücadeleyi, satranç oyunu ile anlatmak istemiştir.

Minyatürde bizim dikkatimizi çeken ayrıntı, Müslüman’ı temsil eden kişinin belinde kılıç olması, muhtemelen buna güvenerek tehdit ve alaycı bir şekilde rakibine meydan okumasına ve bir eli arkasındaki şarap testilerinde olmasına karşılık, Hristiyan’ı temsil eden kişinin düşünerek oynaması ve “hele sonunu bekle dostum!” dercesine bir tavır takındığıdır.

Bu minyatür, aslında çok şey anlatmaktadır bize.

Zira bu minyatür, bir anlamda İslam Medeniyeti’ni İber Yarımadası üzerinden Avrupa’ya götüren ve böylece Avrupa’da reform ve Rönesans hareketlerinin başlatılmasına katkıda bulunduğu konusunda asla şüphe olmayan Endülüs Emevi Devleti’nin neden yıkıldığını da haber vermektedir bize.

Nedir o sebep?

Lüks, israf ve zevk-i sefa.

Anadolu tabiriyle söylersek; devlet işlerinin “eli işte gözü oynaşta” bir anlayışla idare edilmeye başlaması.

Büyük Şair Yahya Kemal, ünlü şiiri “Endülüs’te Raks”ı, Endülüs’ün bu dönemine anlatmak için yazmış olmalıdır:

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı…

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri…

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;

İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,

Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü…

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir

İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;

Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi…

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli…

Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli…

Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sineden: “Ole!”

Müslüman, önünde satranç tahtası (İber Yarımadası), karşısında onu yenmeye and içmiş ve hamlelerini düşünerek yapan Hıristiyan bir rakip (Kastilya ve Leon Kraliçesi I. Isabel ve Aragon Kralı II. Ferdinand) olduğu halde, bir eliyle içki testilerini kavramakla meşgul.

Yani aklı, önündeki Satranç tahtasında değil, işret ve sefahat alemlerinde dolaşıyor.

Zaten bu oyun sahnesinin resmedildiği tarihten yaklaşık 200 sene sonra da Endülüs’teki Müslüman varlığı tamamıyla yok edilmiştir(1492 tarihli Elhamra kararnamesiyle).

Böylece Müslümanların, İber yarımadasındaki, dolayısıyla Avrupa’daki varlıkları büsbütün son bulmuş, yani akıl ve düşünceye dayalı siyaset, silaha ve kuvvete dayalı siyasete üstün gelmiştir.

*

Dolayısıyla; tıpkı benim gibi, pis yedili, 66, batak ve pişti oynamayı bile bilmediğini tahmin ettiğim kişilerin, Satrancın okullarda seçmeli ders olarak okutulduğu bir ortamda, Satranç hakkında ileri geri konuşmaları, büyük ölçüde abesle iştigaldir.

Ki; bu abesle iştigalin, Diyanet’in, devletin kendi eliyle milli piyango ve şans oyunları oynattığı bir zamanda, iki de bir milli piyangoya “Haram” ve “Günah” demesinden hiç de aşağı kalır yanı yoktur.

Diyanet, piyango ve diğer şans oyunlarının, devletin önemli bir gelir kalemi olduğunu ve bu sebeple Bütçe’nin gelir tahminleri arasında bulunduğunu, kendi personeline ödediği maaşların içinde bu tür oyunlardan sağlanan gelirlerin de olduğunu hiç düşünmez mi acaba?

Evet kutsal kitabımıza göre; “Ser hoşluk veren ve aklı ortadan kaldıran her türlü içki ve uyuşturucular, kumar, tapılmak maksadıyla dikilen putlar, fal okları ve falcılık, şeytana özgü birer pisliktir ve bunlardan uzak durmak gerekir”(bkz. Mâide/90).

Ancak kabul edelim ki; burası şeriat kanunlarına göre yönetilen bir ülke değildir.

O sebeple, özellikle yılbaşı gibi, dinle hiçbir alakası bulunmayan ve sadece kültürel bir motif olmakla birlikte, toplumun karpuz gibi ikiye ayrılarak yaklaştığı bazı özel günlerde, kullanılan dile ve üsluba dikkat etmek gerekmektedir.

Bunu en iyi bilmesi gerekenler de bizatihi din adamları ve Diyanet olmak zorundadır.

Diyanet, vaaz ve irşat görevini yerine getirirken, belli bir toplum kesiminin yanında ve öteki toplum kesimlerini karşısında yer alamaz.

En başta Anayasamız buna engeldir.

Zira Anayasamızın 136. maddesi bunu amirdir ve şöyle der: Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

Satranç Federasyonu’nun resmi internet sitesinde bulunan bilgilere göre; Satranç’ın geçmişi, M.Ö.2000’lere, Eski Mısır’a kadar gitmektedir. - satranc