NECDET BULUZ
Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonraki gelişmeler endişe verici boyutlara taşınıyor. Bugün gelinen noktayı değerlendirdiğimizde “İleride daha da kötüsü yaşanabilir mi?” sorusu ile karşılaşıyoruz.
Daha kötüsü ne olabilir?
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Başbakan Davutoğlu “Sınır ihlallerimiz halinde kendimizi savunmak durumundayız. Aynı olay tekrarlanırsa, angajman gereği aynısını yapmaktan çekinmeyiz” diyorlar.
Uçağı düşürülen Rusya Devlet Başkanı Putin ise yaptığı açıklamada “Bundan sonra Türkiye aynı hatayı tekrarlamamalıdır” diyor.
İşte çıkmaz burada.
Karşılıklı restleşme sonunda iki ülkenin bu kez çok ciddi olarak savaşın eşiğine geleceği endişesi taşımamamız mümkün değil.
Çünkü Rusya’nın 480 kilometre menzilli S-400 füzelerini Lazkiye’deki üssünde konuşlandırması, S-300 füzeleri ile donatılmış savaş gemisini Akdeniz’e indirmesi ve bunların düşman olarak nitelediği ülkelerin uçaklarına kilitleyeceğini açıklaması böyle bir tehlikenin olasılığını güçlendiriyor.
Daha açık ifade edelim:
Rus savaş uçakları yeniden Türk hava sahasını ihlal ettiğinde, bu uçağın yine düşürülmesi demek, Rusya’nın bunu bu kez karşılıksız bırakmayacağını gösteriyor. Bu da çok önemli bir kriz yaratacaktır. Bugün yaşananlara baktığımızda böyle bir senaryonun bölgeyi tam anlamı ile cehenneme çevirebileceğini söyleyebiliriz.
Bu işin bir de NATO ayağı var.
Burada yapılması gereken iki ülkenin karşılıklı iletişim ağlarını sonuna kadar açması, diyalog kanallını kullanması olmalıdır.
Sert açıklamalar, restleşmeler, gerginlikleri artırmalar iki taraf için de beklenmedik zararları ortaya koyabilir. Bu nedenle her sorunun diyalog yolu ile çözülebileceğinin gözlerden uzak tutulmaması gerektiğini altını çizerek anımsatmak istiyoruz.
Uçağın düşürülmesinden sonra Rusya’nın olayı giderek gerginleştirerek tırmandırmasını da hem yadırgıyor, hem de düşündürücü buluyoruz. Bu noktada Türkiye’nin sınırlarını koruması kadar doğal bir şey olabilir mi?
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tansiyonu düşürücü açıklamalarda bulunmasını yerinde buluyoruz. Erdoğan, konu ile ilgili son açıklamasında “Uçağın düşürülmesi kesinlikle Rusya’yı hedef alan bir olay değildir. Bu, izinleri önceden verilmiş otomatik tepkidir. Bunun bilinmesi gerekir. Rus uçağı olduğunu bilseydik farklı davranırdık” diyerek bir yerde dostluk elini uzatmıştır.
Putin, her ne kadar “Uçağın Rus uçağı olduğunu bilmemeleri mümkün mü?” diye tepki gösteriyorsa da artık konunun daha fazla tırmandırılmamasında her iki taraf için de yararlı olacağı kuşkusuzdur.
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararında da “Komşumuz Rusya ile diyalog kanalları açık tutularak arzu edilmeyen durumlara engel olacak tedbirler alınmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir” denilmiştir. Görebildiğimiz kadarı ile gerilim politikalarından uzak tutum izlenmektedir, bunu biz de doğru bulmaktayız.
Asıl düşündürücü ve ürkütücü olan da şudur:
Rusya ile Türkiye’nin tartışmasını ve savaş noktasına gelmesini bekleyen dış güçlerin kışkırtma ve provaksayona girebileceklerinin de değerlendirilmesi gerekiyor.
Sırtımız okşayanlar, yarın düşeceğimiz sıkıntı ve çıkmazlarda çok açık ifade edelim ortada olmayacaklardır. Bizi 2,5 sığınmacı ile baş başa bırakanlar bugün nasıl buhar oldularsa, gelecekteki sıkıntılarımızda kesinlikle ortalarda olmayacaklardır. Bunu çok rahatlıkla ifade edebiliriz. Biraz da geçmişe baktığımızda bunları çok daha iyi görebileceğimizi sanıyoruz.
Bakın, son olaylar karşısında Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ya da diğer Arap ülkelerin sesi çıktı mı? Hepsi kabuğuna çekildi, belki de gelişmeleri köşelerinde keyifle izlemektedirler. Konu ile ilgili olarak NATO’dan bile çatlak seslerin yükselmesi de ayrıca düşündürücüdür.
Geçenlerde bu köşede yazmış ve uyarmıştık:
Rusya’nın Suriye’deki varlığı ve ağırlığından endişe eden ve bunu istemeyenler var. Bu ülkeler doğrudan Rusya’yı karşılarına almak istemiyor. Türkiye’yi Rusya’nın karşısına dikerek böyle bir senaryoyu devreye sokmak istiyorlar. Bunu hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Böyle bir durumda “piyon ülke” durumuna düşmemek için çok dikkatli ve duyarlı hareket etmek ve hesaplarımızı da iyi yapmak durumundayız.
Suriye’de dış ülkeler taşeron terörist grupları kullanarak adeta birbirleri ile savaşıyorlar. Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinden çok, ülkeler buradaki ve bölgedeki çıkarlarını gözetiyor. Ayrıca silah üreten ülkelerin konumunu da görmezden gelmemek gerekiyor. Bunca terörist gruplar bu silahları nereden elde ediyor? Bunlardan hangi ülkeler, ne kadar para kazanıyor?
Bu saatten sonra artık “Esad olsun mu, olmasın mı?” kimsenin umurunda değil. Bizim de bu konuda daha fazla geç kalmadan yeni politikalar üreterek bölgede pozisyon almamız kaçınılmaz olmuştur.
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın