ORAYA DEĞİL BURAYA OTUR

G20 Antalya Zirvesi, kapsayıcı ve istikrarlı büyümenin gerçekleştirilmesi için harekete geçilmesi kararı ve terörizme darbe indirmekteki eşgüdümün güçlendirilmesi çağrısıyla sona erdi.
 
*
Sonuç bildirgesi kapsadığı “Üyeler küresel ekonomik büyüme ile istihdamı teşvik etme, küresel mali ve borçlanma krizine yol açan dengesizliklerin ortadan kaldırılması gibi konularda anlaşmışlardır” vs.vs ifadelerle, tıpkı önceki G7 ve G20 zirvelerinin bir kopyasıydı.
 
*
O sırada bendeniz, Amerika’nın güçlü bir merkezi hükümetin buyruğunda “Zengin azınlığı çoğunluktan korumak ilkesi üzerine kurulmuştur” temelindeki anayasasından yükseldiğine ilişkin bir şeyler okumaktaydım.
Zenginler birbirini dengeleyen üç ayrı yönetim alanı yasama, yürütme ve yargı oluşturmuş,
Bu alanları özel mülkiyet, özel sözleşmeler ve bilumum çıkarlarında mütemadiyen kendilerini koruyan ve nesilden nesile geçen hizmekârlarıyla doldurmuşlardı. 
 
*
Sonra ABD’li Warren Buffett’i ve daha altı yaşındayken büyükbabasının bakkal dükkânından satın aldığı 6’lı Coca-Cola şişelerinin, tanesini 5 cent kârla satarak, para kazanmaya başladığı ve dünyanın en zengin insanı olmasının hikayesini hatırladım.
Buffett 85 yaşında, iş adamı ve hisse senedi yatırımcısıdır.
Yakındaki  bir röportajında, bugünlerde ekonomik gelişmenin iyi olduğunu söylüyor ve “Her zaman 20 milyar dolarlık nakitim vardır, nakit parayı çok severim. Önümüzdeki günlerde daha az yatırım yapıp, nakit rezervlerimi artıracağım” diyordu…
 
*
Der! Kime ne?
 
*
Çünkü, ABD zenginliğinin güvenliğini sağlamakla mükelleftir.
Teminen hizmetkârları vasıtasıyla  ulus devlet kurumuyla sahip olduğu toprak parçasının ötesinde  insanın ve toplumsal yapının da yönetilmesini, refah ve gelişime ortak edilmesini vaad ediyor.
Devletleri giderek refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete dönüştürüyor, şirkete dönüşemeyen devletleri taşımıyor.
Ekonomi ve siyasetin daha rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar istiyor.
Bu dönüşümü sağlamak üzere devletleri kendi içinde ayıklanmalara zorluyor, devlete etki eden yapıları, mafya,cemaatler, lobileri ayıklatıyor ve bu yapıların oluşturduğu boşluklara, kara deliklere izin vermiyor.
 
*
Ama ABD gelişmiş ülke ekonomilerinin 2008’de başlayan ekonomik sıkıntılarına, işsizlik ve yoksulluk artışı sorununa, güçlü merkez bankaları ve devlet müdahaleleri ile engel olmak dışında hiç bir çözüm getiremiyor.
Ekonomi sınırsız, sorumsuz bir biçimde basılan paranın piyasalara sürülmesiyle ayakta tutulmaya çalışılmış, bu büyük likiditasyona rağmen üretim ve ticaret tahminlerin ötesinde gerilemiştir.
Büyümeyi sağlamak için alınan malî önlemler büyümeye engel yaratmış, mali konsolidasyona başvurulmuş;
Bir kısır döngü oluşmuştur ki, büyüme hedefleri aşağı çekilmiş, hâla üretimin nasıl sağlanacağı, istihdamın nasıl arttırılacağı sorunu çözülemiyor.
 
*
O yüzden ABD’nin siyasi ve ekonomik tecrit sağlayıcı üstünlüğüne,
Rusya Devlet Başkanı V. Putin,”ABD imkanları ötesinde kredi ile yaşayan bir ülkedir. Borcunun bir kısmını dünya ekonomisinde dinlendiriyor ve doların monopol durumunu kullanarak dünya ekonomisinde asalak gibi yaşıyor” ifadesiyle bayrak açmıştır, sömürülenlere nefes oluyor…
 
Kısaca, dünyada işler pek öyle W.Buffett’in dediği üzere gitmiyor.
2008’den bu yana  küresel büyüme en düşük seviyesindedir.
Bu durum küresel ekonomi üzerinde aşağı yönlü baskı yaratıyor, küresel ticaret daralıyor.
AB ve Euro Bölgesi’nde para politikaları belirgin şekilde ayrışırken, küresel finans durumu daha da karmaşıklaşıyor.
Dünya ekonomisine büyük katkılarda bulunan gelişmekte olan ülkeler de aşağı yönlü baskıyla yüzyüzedir.
 
*
G20 Antalya Zirvesi Sonuç Bildirgesinde çeşitli ülkelerin terörizme darbe indirmek için eşgüdümü güçlendirecekleri de vurgulanıyor.
Teröristlerin çeşitli ülkelere girerken kullandıkları yöntemlerin araştırılması taahhüdünde bulunan bildiride, sınır ötesi yönetimi ve kontrolünün güçlendirilmesi ve bilgi paylaşımı gibi yollarla teröristlerin girişinin engellenmesinin arzulandığı ifade ediliyor. 
 
*
Ama ABD’nin BM İnsan Hakları Bildirgesi ve BM’in aşırıcılık, ayrımcılık ve terörizmle mücadele ilkeleri ve konvansiyonları gözardı ederek çıkarları peşinde koşmasına, şiddete ve güvensizliklere yol vermesine, kanlı savaşlara neden olmasına değinilmiyor.
G20 Zirvesinde bununla ilgili tek cümle Rusya Devlet Başkanı V. Putin’den geliyor, “IŞİD, 40 ülkeden finansal destek alıyor. Bu ülkeler arasında G20 üyeleri de var” diyor.
 
*
Öyle ki ABD mülteciler olgusunu dahi spesifik bir silah olarak kullanılabiliyor. 
Önce akın eden yoğun bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalan Avrupa’ya yakınlık duyuyormuş gibi yapılıyor.
Sonra 15 Eylül 2015’te Kongre tarafından ABD başkanlarına verilen yetkiye dayanarak,
Başkan B. Obama’nın Kamu Yönetimi icraatı faaliyetlerinde Davranış Bilimi Tekniklerinin kullanılabilmesi ile ilgili  Başkanlık Emrini imzaladığından beri bilinen, insanların içinde bulunduğu ruh hali ve bazı duygularının manipüle edildiği yöntemler devreye alınıyor.
Gündelik yaşamları bağlamında barınma statüsünü sağlanan ve ABD hükümetinin resmi koruma garantisi verdiği mülteciler arasında en çok “umut veren” insanlar bazı psikolojik manipülasyon teknikleri ile ABD sınırlarından çok uzakta bulunan ülkelerde dahi yıkıcı terör eylemlerini yürütmeye teşvik ediliyor. 
 
*
Özgür uluslar ise  Friedrich Nietzsche’nin, “Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?” ifadesi doğrultusunda eşitlik mücadelesi veriyor.
Ama toplam sıfır ile sonuçlanan bir stratejik oyun yürüyor.
Kayıp-kayıp temelinde dünya güç dengeleri belki kurulacaktır ama insanlık kaybediyor, kaybediyor, kaybediyor…
 
*
Bu yüzden birincisi; Çatışmalardan uzak, karşılıklı saygı ve kazanca dayanan işbirliği ile küresel güvenin canlandırılması, dünya ekonomisinin sürdürülebilir ve dengeli gelişme çizgisine oturması,
İkincisi; “Hayatta kalan uyum sağlamıştır ve en iyisidir” anlayışında Darwinizm kaynaklı, tüm ahlâkî ve beşerî değerleri;
Mülkiyet anlayışı üzerine oturtan, serbestinin mutluluk getireceğine inanan, piyasaperest, düşük maliyet ve yüksek kazanç odaklı  liberalizme indirgeyen,
W.Buffett ve benzerlerinin muhteşem popolarıyla nakitleri üzerinde oturmaması gerekiyor.
 
18.11.2015

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir