Recep Tayyip Erdoğan hem dış politikasında hem Türkiye’deki icraatlarinda üzerine atılı bir çok fiilden ulusal ve uluslararası hukuk tarafından yargılanma endişesi yaşıyor.
Kendi evinin içini yönetemeyen, önyargıları üzerinden reel politika üretemeyen profili ile Ortadoğu’ya nizam vermeye yeltenmeye kalkınca da,
Batı’da giderek yalnızlaşmıştır, zaten Türkiye’de çok büyük bir kesim tarafından durdurulmak isteniyor.
Ama ne sandıkta, ne de başka bir usulle durdurulamıyor.
*
Erdoğan’ın yalnızlaşması Batıcılık ile Osmanlıcılık arasındaki nüansların daha çok anlaşılmasından kaynaklanıyor.
Çünkü Batıcılık, rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturulan sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirme geleneğinden,
Osmanlıcılık ise islamcı iktidarların devletin rejiminde ve işleyişinde getirilen sistematikle vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmayı öngören, sonuçta dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan 19.yüzyılda başlayıp 20.yüzyılda Mustafa Kemal Atatürk devrimi ile tükenmiş bir ideolojiden geliyor.
*
Ne ki Osmanlıcı Erdoğan, iktidarı sürecinde istihbarat ve emniyet güçleri ile meclis çoğunluğu üzerinden devletin icra-yürütme-yargı kuvvetlerini tek elde toplamış, giderek tüm kurumlar ve silahlı kuvvetler üzerinden Türkiye Cumhuriyetine el koymuş, ekonomik dengeleri yeniden düzenleyerek devleti Osmanlı’nın İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kültürel kodlarına yönelik politikalarıyla kurumsallaştırmıştır.
Gücünü bu kurumlaşmalar için oluşturduğu sivil ve askeri kapıkulları ordusundan sağlıyor.
*
Sadece bu değil!
Erdoğan yurtdışındaki gücünü ise Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) çatısı altında 40 islam ülkesinin sayısı 300’ü aşan sivil toplum kuruluşundan alıyor.
Arap ülkeleriyle birlikten oluşturdukları toplum kuruluşları ve etkiledikleri sivil-askeri kapıkulları ordusu üzerinden,
İslamı Osmanlıcılıkla yoğurarak oluşturduğu politikayı coğrafyanın topyekün siyaseti, ekonomisi ve sosyo-kültürel yapısını dönüştürmek için kullanıyor, İslam Birliği gayesiyle ortak refleksler geliştiriliyor.
*
Fakat bir taraftan, o kadar kan aktıktan sonra Suriye’deki iç savaşa artık siyasal bir çözüm getirmek,
diğer taraftan Irak’ı ve dünyayı da tehdit eder hale gelen IŞİD terör örgütüyle esaslı mücadele etmenin yöntemleri geliştiriliyor.
Bu konuda Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in projesi giderek benimseniyor.
*
Bu proje, Suriye’de Esad’ın yerine bir alternatifinin olmayışını esas alıyor.
Savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için Suriye ve Irak orduları ile “Kürt güçleri” ve diğer ülkelerin de dahil olduğu yeni bir uluslararası koalisyon kurulması öngörüyor.
Terör örgütlerinin tasfiyesi ardından düzenlenecek III.Cenevre Barış Konferansı’nda,
Suriye trajedisinde işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin, varsa bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmeleri ve yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasının gereğine dikkat çekiyor.
Neticede Suriyelilerin ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmelerine dayanıyor.
*
Eğer Barış Konferansı toplanır ve yukarıdaki sistematikte işlerse, elde edilecek sonucun doğal olarak BM merkezinde uluslararası hukukun üstünlüğüne işlenmesi ve yeni bir küresel statünün oluşturulması gerekecektir ki; bu sonuç ABD’yi rahatsız ediyor…
*
Erdoğan ise,
Birincisi; devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı davranmakla itham ediliyor.
Bu cümleden İslamcı radikal örgütleri silahlandırıp-yönlendirmek ve savaşa salmak, diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek, başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak, barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak, hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak gibi fiillerle karşı-karşıya bulunuyor.
İkincisi; terör örgütleriyle mücadele için “Kürt Güçlerinin”, Suriye ve Irak orduları ile diğer ülkelerin de dahil olduğu yeni bir uluslararası koalisyona katılması,
Şu gün Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da savaş halinde bulunulan Kürt güçlerinin Cenevre Konferansı’nda temsil edilecek olmasına ve uluslararası meşruiyet kazanmasına neden olacaktır ki; bütün bu sonuçlardan son derecede rahatsız oluyor.
*
O yüzden ABD, Türkiye’den Erdoğan’ı öne koyuyor ve her geçen gün Batı tarafından daha çok benimsenen Putin Projesine karşı çıkıyor.
Rusya/Soçi’de Dışişleri Bakanı S.Lavrov ile bir araya gelen Erdoğan’ın sözcüsü Türkiye Dışişleri Bakanı F.Sinirlioğlu, Esad’ın Suriye’nin yeniden istikrara kavuşmasında rol oynayamayacağı ve Türkiye’nin pozisyonunun belli olduğunu söylüyor.
ABD ve Türkiye halâ ” Katil silahını bıraktığı zaman, suçsuz olmaz. Rejim, bu suçun cezasını çekmeli “düşüncesinden geliştirdikleri “Konferansın Esad’sız toplanması halinde bütün vebalin Esad’a yüklenmesi ” sonucunu verecek bir düşüncenin arkasındadır.
*
Bu arada Dışişleri Bakanı F.Sinirlioğlu, Suriye’den Avrupa’ya mülteci akışının durdurulması için terörün bitirilmesi genel kanaatine rağmen yeni bir projeyi dillendiriyor.
“Mülteci akışının durdurulabilmesi için Suriye’de güvenli bölgeler yaratılması gerekir “diyor.
*
Halbuki Türkiye Dışişleri’nin, artık Batılı ülkelerinde Suriye’de akan kanın durması için çözüme giden yolun savaş meydanından değil müzakere masasından geçtiğini anladığını görmesi gerekiyor.
Üstelik masada pazarlıkların yönünü belirleyecek olan da sahadaki güç dağılımıdır!
Bu noktada Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını ileri seviyeye taşıyan ve hatta savaşa doğrudan müdahil olabileceği izlenimini veren bir dizi adımı da değerlendirmesi gerekiyor.
*
Türkiye’de 1 Kasım seçimleri yaklaşırken, Erdoğan’ı durduracak yegane güç “Ulusal Birlik ve Bütünlük”ten eser kalmamıştır.
O sahip olduğu güçle Türkiye pahasına dünyaya meydan okuyor!
Son olarak YCHP’de Genel Başkan K.Kılıçdaroğlu’nun Kemalizmi tasfiye etmesiyle, şu saatte yeniden ulusal birlik ve beraberlik sağlanması yönünde atılacak hiçbir hamle bulunmuyor…
Ama Recep Tayyip Erdoğan ne kadar direnirse dirensin onu durduracak dış hamleler, ne yazık ki Türkiye pahasına olmak kaydıyla hızla gelişiyor.
*
Halbuki, Atatürk “Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir” diyordu…
19.9.2015
Bir yanıt yazın