Diyap Ağa’yı sanırım bilmeyen yoktur aramızda. Hele de internet ve sosyal medya kullanıcıysanız. Çünkü boy boy fotoğrafı vardır internette Dersimli Diyap Ağa’nın. Bilmeyenler için söyleyelim; hani üstü açık bir arabada Büyük Atatürk’ün kalpaklı bir fotoğrafı, yanında da iri kıyım, sakallı, paltolu, sarıklı ve oldukça gösterişli bir ihtiyar var ya. İşte o gösterişli yaşlı adamdır Diyap Ağa. Milli Mücadele’nin görünmez kahramanlarından birisidir Dersimli bu yaşlı adam. Anadolu halkının, Mustafa Kemal Paşa’ya vermiş olduğu desteğin heykelleşmiş hali gibidir adeta.
Diyap Ağa, 1852 Çemişgezek doğumludur. 1932 yılında Dersim’de vefat etmiştir. 1. TBMM’de Dersim Mebusu olarak görev yapmıştır. Ünlü Hamidiye alaylarında milis komutanı olarak görev yapmış, 1. Dünya Savaşı’nda Siirt ve Bitlis’in Moskof zulmünden kurtarılması için savaşmıştır. O sırada bölgede konuşlu orduya kumandanlık eden Mustafa Kemal Paşa ile tanışmış ve bu ikili birbirini çok sevmişlerdir. Milli Mücadele başladığında Erzurum ve Sivas kongrelerine katılmış ve Ankara’da toplanan ilk mecliste Dersim mebusu olarak görev yapmıştır.
Gazeteci Güneri Civaoğlu’nun anlattığına göre; dönemin Harput Valisi Ali Galip, saraydan almış olduğu emirle o sırada Erzurum’dan Sivas’a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa’ya pusu kurdurup öldürtmek için Dersim’in namlı ağalarından Haydar Ağa isimli bir adamı tutar ve bu iş için kendisine yüklü miktarda para verir. Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerle birlikte “Kutu Deresi” mevkiine gelince Haydar Ağa ve adamlarınca kuşatılır! Mustafa Kemal, vakur bakışlarla onları süzer ve “Kastınız beni öldürmek mi?” mealinde bir soru sorar. Haydar Ağa, “Hayır paşam, bunu vermektir, mücadeleniz için lazım olur” diye yanıtlar ve Harput Valisi Ali Galip’ten aldığı yüklüce parayı kendisine uzatır. Mustafa Kemal duygulanır. Ağaya teşekkür eder ve kendisini mecliste Dersim Mebusu olarak görev yapmak üzere Ankara’ya çağırır. Ancak Ağa, Mustafa Kemal’in bu davetine teşekkür ederek “Paşam, biz buranın toprağına, dağına, çiçeğine, kuşuna alışmışız. Ankara’da yaşamam zor ama sana kardeşim Diyap’ı göndereyim. Kabul edersen, Dersim Mebusu o olsun.” der ve böylece Diyap Ağa, Dersim Mebusu olur…(1).
Sakarya Savaşı’nın arifesinde Yunan kuvvetlerinin Polatlı’ya dayanması ve top seslerinin Ankara’dan duyulmaya başlaması üzerine hükümet merkezinin Kayseri’ye nakli tartışmalarının yapıldığı TBMM’de kürsüye çıkarak “Biz buraya düşmandan kaçmak için değil, düşmanla dövüşmek için geldik…” diyen yiğit Anadolu köylüsüdür Diyap Ağa!
Bir rivayete göre; Seyit Rıza’nın Dersim yöresindeki hareketlerinden kuşkulanan Mustafa Kemal Paşa, Diyap Ağa vasıtasıyla kendisini dizginlemek ister ve Diyap Ağa’nın kızıyla evlenmesini sağlar. Diğer bir rivayete göre ise; Diyap Ağa’nın, Seyit Rıza ile ilişki kurması üzerine kendisi Diyarbakır’a, başında bulunduğu aşireti ise Divriği taraflarına zorunlu göçe tabi tutulmuştur.
Diyap Ağa Kürt Değil Türk’tür!
Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında Kürtlerin Türklere yardımcı olduğunu ileri sürenlerin ortaya koyduğu belgelerden birisi olan Mustafa Kemal Paşa ve Diyap Ağa’nın birlikte görüldüğü fotoğraf karesinden hareket eden bazı araştırmacılar, Diyap Ağa’nın Kürt değil, Türk olduğunu ve Diyap Ağa’nın “Ben Kürt değil, Türk’üm” dediğini iddia ederler ve bu iddialarını da Enver Behnan’ın(2) 1931 yılında Diyap Ağa ile yapmış olduğu bir röportaja dayandırırlar. Yeni Gün isimli matbuatın 27 Temmuz 1931 tarihli sayısında “İlk Millet Meclisinin Yüz Yaşındaki Mebusu Anlatıyor” başlığı ile yayınlanan bu röportajda Diyap Ağa şöyle der:
“Gavur Anadolu’yu sardı. Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus, Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım…”
“Diyap Ağa Kürt Değildi ki Türk’tü!” başlıklı yazısında bu konuyu ele alan Özgür Erdem isimli yazar, “Üstelik Diyap Ağa, tüm bunları Cumhuriyet’in kuruluşundan 8, Şeyh Sait isyanından 6, Ağrı isyanından 1 yıl sonra, 1931’de söylüyor…” dedikten sonra Diyap Ağa’nın aynı konuşmadaki şu sözlerine de yer vermektedir:
“Lozan Konferansı sırasına kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Dedim ki, (…)?Gerek Şafii, gerek Hanbeli, gerek Hanefi hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’ üz. Şimdiden sonra mı ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.”
Özgür Erdem’in yazısının ekine koyduğu bahse konu Enver Behnan röportajında geçen Diyap Ağa’nın sözlerinden bir kısmı şöyle:
“Bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış,
bunu duyunca kızdım. Biz Kürt değiliz, biz Türk’üz. Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım. Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, kıymetini bilelim…”(3).
Diyap Ağa’nın Türk olma ihtimali, Kürt olma ihtimalinden yüksektir. Çünkü Dersim yöresinde dün ve bugün olmak üzere yoğunluklu olarak Türkler ve Türkmenler yaşamaktadırlar. Bunlardan büyük kısmı Türklüklerinin bilincinde olmakla birlikte, küçük bir kısmı ise uzun süre Kürtlerin arasında yaşamak durumunda olduklarından kendilerini Kürt zannetmektedirler. Esasen Tunceli (Dersim) yöresi, yoğunluklu olarak Alevi inancına mensuptur ve Alevilik Türkler’e özgü bir İslam yorumudur. Kürtler arasında ise Alevilik pek görülmez. Eğer etnik köken itibarıyla kendilerini Kürt olarak tanımlayan Aleviler varsa, bilinsin ki; onlar özbeöz Türk’tür! Tunceli Milletvekili Kamer Genç, bu durumu sürekli dile getirenlerdendir.
Öte yandan Türk insanı, Türklükle Müslümanlığı hep aynı kavramlar olarak düşünmüş ve öyle kabul etmiştir. Onlar hep Türk deyince Müslüman’ı, Müslüman deyince Türk’ü akıllarına getirmişlerdir. Bu durum, dün de böyleydi bugün de el-hak böyledir. Hem Anadolu’da, hem de Balkanlarda. Bugün gidin Balkan ülkelerindeki Müslüman azınlıkların yaşadıkları ülkelere; etnik kökenleri ne olursa olsun; kendilerini Müslüman değil, Türk şeklinde tanımlarlar. Ancak bununla kastettikleri elbette Müslümanlıktır. Elbette din ve etnik köken ayrımının farkında olanlar da vardır.
Vaktiyle boş zamanlarımda Arap İslam ordularının Türkistan seferlerini yaşlı babama ve aynı yaştaki enişteme (Teyzemin eşi) sesli olarak okuduğumda, her ikisinin birden hayrete düşerek “Oğlum bu İslam ile Türk aynı şey değil mi? Neden birbirini kırmış bunlar…” dediklerini hatırlıyorum ben…
Diyap Ağa hakkında benim söyleyeceğim son söz, ister Kürt olsun, isterse Türk olsun; Dersimli Diyap Ağa, Milli Mücadele’ye destek veren ve bu mücadeleyi kazanan Türk Milli Ruhunu, yani Kuvayı Milliye’yi temsil eder. Diyap Ağa, topyekun Anadolu’dur, topyekun Trakya’dır benim için.
Kemal Kılıçdaroğlu Tartışmasız CHP Genel Başkanıdır Artık
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ekranlarda her gördüğümde, nedense benim aklıma hep Dersimli Diyap Ağa ve Kuvayı Milliye gelir. Açık söylemek gerekirse; bir Türk Milliyetçisi olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu hep Kuvayı Milliye’nin CHP’deki bugünkü uzantısı olarak görür ve bu sebeple kendisine sempatiyle bakarım.
Çünkü dünya görüşlerimiz nispeten farklı olsa da Kemal Kılıçdaroğlu, asırlardır aşağılanan ve hor görülen ayağı çarıklı geniş bir kitleyi, yani bu memleketin ve bu devletin asıl sahibi olan tekmil Anadolu ve Trakya köylüsünü temsil eder benim için. Oldukça hoşgörülü, samimi, açık sözlü ve pederşahi görüntüsüyle bizden ve içimizden birisidir o. Öyle ki; hem de meclis koridorlarında saldırıya uğradığı halde bunu kendisine problem etmemiş ve üstünü kapatmaya çalışmıştır. Onun yerine başkası, mesela Tayyip Erdoğan olsaydı, kendisine yapılan bu muameleyi mutlaka “Suikast”, hatta “Darbe” girişimi olarak topluma lanse eder, bu saldırıyı siyaset malzemesi yapar ve buradan mutlaka bir mağduriyet edebiyatı çıkarırdı. Çünkü Tayyip Bey, olmayan ve hayali davranışları bile kendisine yönelik suikast ve darbe girişimleri olarak lanse etmiştir bu millete. Mahkemeler şu anda harıl harıl bu hayali darbe ve suikast girişimlerini incelemekle meşguldür Türkiye’de…
Tunceli’nin bir dağ köyünden kalkıp Ankara’ya gelmiştir. Yüksek tahsilini burada yapmış, bürokraside çalışmıştır. Bu itibarla etrafında hep evlenmeye değer çok güzel kızlar ve kadınlar olmuştur. Ancak o, pek çok Anadolu çocuğu gibi çevresindeki bu kızlara meyletmeyip, Tunceli’ye gidip teyzesinin kızıyla evlenmiştir. Böylece köklerine, kültürüne ve aile bağlarına ne kadar önem verdiğini de göstermiştir.
Allah için doğru söyleyin; Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri bu milletin kahir ekseriyetinin benimseyip kabul edeceği sözler değil midir? Daha doğrusu bu milletin kahir ekseriyetinin Atatürk sonrasının CHP’si hakkındaki ortak kanaati değil midir? Şöyle diyor Kılıçdaroğlu:
“Bizim devrimciliğimiz kağıttan devrimcilik değil, bizim devrimciliğimiz yürek ister. Baskıcı devlete karşı çıktım, her zaman karşı çıkacağım. Ben sağcı-solcu ayrımı yapmadan tüm insanlarımı seviyorum. Çünkü bizim anlayışımıza göre iktidar olduktan sonra sadece solculara hizmet etmeyeceğiz… Diyorlar ki CHP elitist bir parti. Elit olmak ayrı, elitist olmak ayrı. Elitlere yani seçkinlere saygım var, aydındır bunlar. Otururlar, konuşurlar, düşüncelerini topluma aktarırlar ve toplumu aydınlatırlar. Ama bir de elitistler var, rakı sofralarında Türkiye’yi kurtarırlar. Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Herkes çok iyi bilsin. Bana çalışan adam lazım, rakı sofralarında konuşan adam değil… Kimliğe ve inanca sahip çıkmak, sağa kaymak değildir. Her kimliğe ve inanca sahip çıkacağız. Camide, kilisede, havrada, cemevinde ibadet eden tüm vatandaşlarım. Belediye başkanlarıma talimat verdim; bölgelerindeki tüm ibadet yerlerini tertemiz yapacaklar”
Peki, Kılıçodaroğlu’nun yukarıdaki sözlerine “Bu akşam Kurultay’da içeceğim” diyerek tepki gösteren Hüseyin Aygün’ün bu tepkisi son derece anlamlı değil mi sizce? Kimdir Hüseyin Aygün? PKK tarafından kaçırılması bile şüpheli olan ve bu sebeple biz Türk Milliyetçilerinin de nefretini üzerine çeken adam değil mi bu adam? Bu sebeple sadece Hüseyin Aygün’ün bu tepkisi bile bizim Kemal Kılıçdaroğlu’na sempati duymamızı gerekli kılmaktadır bence.
Kim ne derse desin; en azından benim için, Kemal Kılıçdaroğlu ve arkasında duran zevat, CHP’deki Kuvayı Milliye ruhunu temsil etmektedirler. Emekli Müftü İhsan Özkes’in en yüksek oyu alarak CHP parti meclisine üye seçilmesi bile bu ruhun eseridir aslında. Zira İhsan Özkes, benim yakından tanıdığım bir şahsiyettir. Diyanet çevrelerinde fazla sevilmeyen ve bunun için yeterli ve geçerli sebepler bulunan bir din adamıdır. Kendisine oy vererek ilk sıradan PM’ne sokan CHP delegelerinin de kendisini yakından tanıdıklarını sanmıyorum.
Bu sebeple bilinsin ki; İhsan Özkes’e verilen 665 oy, onun politik başarısına değil, din adamı kimliğine verilmiştir. Bu durum, CHP delegesinin dine, din adamına ve kutsal değerlere saygısının da bir eseridir aslında. Kısaca İhsan Özkes’e verilen 665 oy da CHP’deki Kuvayı Milliye ruhunun bir tezahürüdür. Zira Milli Mücadele yıllarında oluşan Kuvayı Milliye ruhu, en başta Anadolu’daki din adamlarının eseridir ve İhsan Özkes, bence hiç hak etmediği halde işte bu ruhu temsil etmektedir CHP’de.
Yine iyi bilinsin ki; Kemal Kılıçdaroğlu artık gerçekten CHP Genel Başkanı’dır. Bundan sonra kendisini “Kaset Genel Başkanı” ve “CHP Genel Müdürü” olarak niteleyenler çıkarsa, bilinsin ki; onlar artık büyük ölçüde halt etmişlerdir. Zira Kılıçdaroğlu, ilk defa olmak üzere ciddi bir rakiple kurultaya gitmiş ve bileğinin hakkıyla kazanmıştır CHP Genel Başkanlığı’nı. Yok Muharrem İnce 415 oy almışmış, yok Kılaçdaroğlu’nun parti meclisi için önermiş olduğu anahtar liste delinmişmiş, bunların hiç önemi yoktur artık. Kemal Bey, demokratik yoldan seçilmiş meşru bir genel başkandır ve öyle muamele etmek gerekir ki; Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı, Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığı’ndan çok daha güçlü, çok daha meşru ve çok daha tartışılmazdır. Zira en azından benim gözümde; Davutoğlu atanmış, Kılıçdaroğlu ise seçilmiş bir parti genel başkanıdır bundan sonra.
Bu açıdan bakılınca; güya Tayyip Bey muhalifi gözüken, gerçekte ise Tayyip Bey hayranı olan Ruşen Çakır gibi gazetecilerin Muharrem İnce’nin suni başarısından hareketle “Galip sayılır bu yolda mağlup” veya “Kılıçdaroğlu’na ince ayar” kabilinden laflar ederek onun başarısını küçümser görünmelerinin hiç bir kıymeti harbiyesi de yoktur artık. Aykut Erdoğdu ve Özgür Özel örneğinde olduğu gibi, Kılıçdaroğlu’nun listesinde olmadıkları halde PM’ne girmeyi başaran birkaç kişi de Kılıçdaroğlu’nun başarısını gölgelemeye yetmez. Ki; bana göre Kılıçdaroğlu’nun Aykut Erdoğdu ve Özgür Özel gibi CHP’nin iki genç ve çalışkan milletvekilini PM listesine almaması büyük hata idi ve CHP delegesi verdikleri oylarla bu hatayı telafi etmiş bulunmaktadır.
Muharrem İnce’nin almış olduğu 415 oy, Muharrem İnce’nin başarısının ve hitabetinin eseri değil, CHP’deki elitistlerin, rakı ve şarap severlerin vermiş olduğu tepki oylarıdır ve bu rakam, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gücünden hiç bir şey de eksiltmez. Bu durumu Kılıçdaroğlu’nun hedefinde olan rakı ve şarap severlerden birisi olduğu anlaşılan ve “Bu akşam kurultayda içeceğim” diyerek Kılıçdaroğlu’na tepki gösteren Hüseyin Aygün, çok güzel özetlemiş aslında. Bakın ne diyor PKK sempatizanı olduğu konusunda hiç şüphemiz bulunmayan ve “kurultay akşamı rakı değil şarap içtim” diyerek milletle dalga geçen bu adam:
“Kılıçdaroğlu solcu olabilir ama sağ bir politika izliyor. Muharrem İnce’nin dün aldığı yüksek oy da sağ siyasete bir tepkinin ürünüydü. Çankaya Köşkü’ne Mısır’dan aday bularak CHP’nin hassasiyetlerini hiçe saydılar. Muharrem İnce Kılıçdaroğlu’nun alternatifi değildir. İnce’nin solla, emek hareketiyle ilgisi yoktur. Sağ milliyetçi bir isimdir…”(4).
İki Arkadaş: Kılıçdaroğlu ve Bahçeli
Peki, Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde neden bu kadar önemle duruyorum? Daha doğrusu CHP’den ve Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bize ne? Ancak kazın ayağı hiç de öyle değil. En başta yanlış bilmiyorsam Kemal Kılıçdaroğlu, MHP lideri Bahçeli’nin Gazi Üniversitesi’nden sınıf arkadaşıdır. Hatta bir tv programında Bahçeli’nin arkadaşlarından temiz bir dayak yediğini de söylemiştir. 2011 genel seçimlerinde olmak üzere; seçmenden MHP için oy isteyen ilk CHP Genel Başkanıdır o. “MHP mecliste olmalıdır” sözü ona aittir çünkü. Bu sebeple tıpkı Kılıçdaroğlu gibi 2011 Genel Seçimlerinde bazı CHP’lilerin MHP’ye oy verdiklerine ben de inanıyorum.
Ekmeleddin İhsanoğlu konusunda Devlet Bahçeli’nin önerisini hiç düşünmeden kabul eden ve İhsanoğlu’nun seçilmesi için samimi şekilde, hatta Bahçeli’den daha fazla olmak üzere çalışan da odur. MHP ve CHP tarihlerinin hiç bir döneminde bu kadar yakın olmamışlardı ve bu yakınlaşmanın mimarı da Sayın Kılıçdaroğlu’dur. Hatırlayın lütfen; MHP’nin koalisyon hükümeti kurduğu DSP’nin güçlü ismi Rahşan Ecevit Ülkücüler için “Eli kanlı katiller sürüsü” nitelemesi yaptığında bile MHP, DSP ile koalisyona devam etmiştir. Bunları düşününce MHP’nin, Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ile yakınlaşmasında ve hatta gerektiğinde koalisyon kurmasında hiçbir sakınca yoktur bence. Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır zaten.
Bu bakımdan ben, ülkemiz adına Kemal Kılıçdaroğlu’na şans verilmesi gerektiğine inanıyorum ve kendisine başarılar diliyorum. Hele de Muharrem İnce gibi şovmenlere ve siyaseti sululuk yapmak olarak algılayan adamlara karşı. Elbette kurultayda söyledikleri arasında bizim de kabul edemeyeceğimiz şeyler var. Ancak gelin görün ki; siyaset işte böyle bir şeydir. Bazen söylenmemesi gerekenleri de söyletiyor insana. Demek ki; Kılıçdaroğlu onları da söylemeseydi ciddi ciddi kaybedecekmiş kurultayda! Hele de kendisini aday gösteren 204 şaşkının, gidip Muharrem İnce’ye oy verdiklerini düşününce…
________________
1-bk. Güneri Civaoğlu “Ata’nın hayatını Dersimli kurtardı” başlıklı makalesi, ,
2-Enver Behnan Şapolyo olmalıdır. ö.s.
3-http://www.turksolu.com.tr/255/erdem255.htm. Ayrıca aynı röportaj için bkz. ,
4-http://www.aksam.com.tr/siyaset/huseyin-aygun-raki-yerine-bakin-ne-icmis/haber-336787
Bir yanıt yazın