Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısında, “Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; “bölünürüz, parçalanırız, dağılırız”, hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. İşte şu 12 yılda bizi asırlardır korkuttukları konularda biz cesur adımlar attık. Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Çıkardığımız her yasa, her reforma Türkiye bölünür diye karşı çıktılar. 12 yıldır yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?” diyor.
*
Erdoğan, bir başka korku aracının da “irtica korkusu” olduğuna işaret ederek, 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına “irtica gelir” korkutmasıyla karşı çıkıldığını söylüyor.
“On yıllardır tahkir edilen, horlanan, selam verdiği, namaz kıldığı, oruç tuttuğu için kibirle aşağılanan insanımıza özgürlük ve özgüven temin ettik, irtica mı geldi? Yaptığımız reformlar ne Türkiye’yi böldü ne de Türkiye’yi geri götürdü. Tam tersine Türkiye daha bir oldu, daha bir kardeş oldu, bütün oldu, özgürlüklerle, demokrasiyle Türkiye her alanda çok daha ileri seviyeleri yakaladı” diyor.
*
Grup toplantısı sürerken,BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken, İmralı’da BDP-HDP heyeti ile Abdullah Öcalan görüşmesinin ayrıntılarını aktarmaktadır.
“Sayın Öcalan AKP hükümetinin çözüm sürecine ilişkin henüz yasal düzenleme yapmamasını eleştiriyor. Demokratik Toplum Kongresinin sivil toplumun parlamentosu olması gerektiğini belirtti. Özerklik Yasası ile Demokratik Toplum Yasası önerilerinde bulundu” diyor!
*
Bu tablo karşısında “ya sabır” çekip, Türklerin Sevrés Anlaşması’nın şartlarından ulusal devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak çıktıklarından,
Devletin temellerinin 1.TBMM’de Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlenmesiyle oluştuğundan,
Yeni devlette bağımsız bir Türkiye üzerinde Batı demokrasisini isteyenlerin inkilapçı, imparatorluğun devamının isteyenlerin muhafazakâr grubu oluşturduğundan başlamak gerekiyor.*
Her alanda devrimlerle yeni bir zihniyet doğmaktaydı ve bir vesayetin reddedilmesiyle bir diğer vesayetin reddi isteniyordu.
Batılı bir demokratik düzen, ulusun iradesine ve onu gerçekleştirecek lâik bir hukuk düzenine dayandırıldı ve kurumlar geliştirildi.
Türkler çağdaş medeniyet hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetine ortak oldular.
Lâik hukuk düzeni cehalet ve hurafelere dayanan irticaî kesimlerle ve ulus devleti bölmeye yeltenenlerle mücadele etmenin koruyucusu oldu.
Devrimin din özgürlüğünü sınırlaması ise irticaî görüşlerin devlet hayatı ve sosyal yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapıldı.*
Birincisi; Doğu’nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak “Batı medeniyeti bir bütündür, ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur” düşüncesi,
İkincisi; “İslam’ın manevi üstünlüğü noktasından hareketle Batı’dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği” düşüncesi yeşerdi.
*
“Batı’dan alınacak bir şey olmadığı” irticaî görüşü Cumhuriyet Devletini, Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.
Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle,dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!
“İslamiyet üstündür,reforma ihtiyacı yoktur” fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler,Cumhuriyet rejimi kurmak için Batı’laşmayı dilencilik ve İslam dininin kat’ledilmesi olarak saydılar.
Türkiye’nin Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsemediler.*
Nihayet ABD, Ortadoğu’da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye’nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verince;
“Adliyede, mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, bizim garantimizdir. İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin, sistemin püf noktalarını bilmek, keşfetmek, aşmak lazım. Sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerlere gitme. Böylelikle bu kurumları dönüştürebilir ve İslam adına daha faydalı olabilirsiniz” fetvası doğrultusunda ve Recep Tayyip Erdoğan’ın peşisıra;
*
Neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halklarının tepkisini kışkırttılar.
Yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları,medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak, bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini paralel bir yapıda yeniden yapılandırdılar.
Osmanlıcılığın ” sınırlar içinde yaşayan herkes ırk,din,dil ayrımı olmaksızın eşittir”, İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir”sentezi içinde oldular-ki;
*
Bu sırada giderek açık-açık devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt, merkeziyetçi yönetime karşı çıkan BDP çatısı altında,kadının öncülüğünde tüm kitle örgütlerinde ve yönetimlerinde eşbaşkanlık sistemi uygulamasıyla sonuçlarını toplumda daha çok hissettirecek yerel yönetimlerden en ücradaki evlerde derinleşmişti…
*
Şimdi seçimle işbaşına gelinmiş Diyarbakır, Mardin gibi büyükşehirlerde,etnik, kültürel ve dini faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasına başlanacağı açıklanıyor.
Başta petrol ürünleri ve bakır, kalay, krom gibi önemli madenlerin ve Karakaya,Atatürk,Keban gibi büyük barajların, hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde karar sahibi olmak ve gelirlerinden asgari yüzde 20’lik bir pay,
*
Sonra Avrupa Komisyon’unun Sivil Toplum kuruluşlarının işleyişlerini engelleyen yasal çerçevenin değiştirilmesi talebi doğrultusunda “Demokratik Toplum Yasası”nın çıkarılması isteniyor.
Böylece mali ortamın,özel bağışlar ve sponsorlara yönelik vergilerin ve teşviklerin,kamu fonlarının,hibe tahsisatlarının,vergi muafiyetlerinin ve kamu yararı statüsünün yeniden belirlenmesi ardından,
Sivil toplum kuruluşlarının isteklerini duyuracakları ve politika yapımında yer alacakları katılımcı mekanizmaların oluşması öngörülüyor.
*
Çıkarılacak Demokratik Toplum Yasası ile seçimle işbaşına gelinmiş Diyarbakır,Mardin gibi büyükşehirlerde,etnik, kültürel ve dini faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Toplum Kongresinin yerel parlamentoya dönüşmesi ve Demokratik Özerkliğin bu merkezden yaygınlaştırılması planlanıyor.
*
Demokratik Toplum Kongresi; Kürt halkının tüm sorunlarının demokratik çözüme kavuşturulması için mücadele vermeyi,
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, özgür ve demokratik birlikteliği ilkesi çerçevesinde, demokratik özerklik de dahil olmak üzere halkların ihtiyaç duyduğu çeşitli yönetim biçimlerinin tartışılması ve hayata geçirilmesi için mücadele geliştirmeyi hedefliyor.
*
Kongre son toplantısının sonuç bildirgesinde -dikkatle okuyunuz; “Kürdistan halkları kendi tercihleriyle statülerini kendi özgücüyle ve kendi özgün siyasetiyle gerçekleşen halk devriminin yanındadır.Türkiye halklarını, konferansımızda açığa çıkan iradeyi tanımaya, esas almaya ve Türkiye Cumhuriyeti devletini Kürt halkının haklarını tanıması için baskı kurmaya çağırır”diyor.
*
Rağmen, bir adım sonrasının boğazlaşmak olduğuna aldırmayan,en pişkin çamurdan yaratılmış Başbakan “Ne oldu,Türkiye bölündü mü? İrtica mı geldi?” diyor.
Pes doğrusu…
1.5.2014
Bir yanıt yazın