ARAP BAHARINDAKİK BÜYÜK OYUN

Arap Baharındaki Büyük Oyun
Uluslararası Literatürde “Büyük Oyun” İngiltere ve ABD’nin 19.yüzyıl sonu ile 20.yüzyıl başındaki Kafkasya-Türkistan-Rusya politikaları için kullanılan bir deyimdir. Bu oyunda Fransa, Almanya ve diğer güçler zamana ve şartlara göre yer alabilmektedirler. Açıklanan hedefler ile gizlenenler arasındaki derin uçurumlar, genellikle Kafkasya ve Türkistan halklarının aldatıldığı stratejiler, böyle bir isimlendirmeyi “bilimsel” hale getirmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da bu tarihi çok yüzlülük çok daha kapsamlı bir şekilde tezahür ettiğinden yine batılı araştırmacılar “Yeni Büyük Oyun” veya “Büyük Satranç Tahtası” benzeri isimlerle bölge politikalarını özetlemektedirler.
2011 başlarından itibaren fokurdamaya başlayan Ortadoğu siyasi arenasındaki gelişmeleri bazı arkadaşların aksine şevkle karşıladığımı söyleyemem. Bu gelişmeler için kullanılan “Arap Baharı”nı ise durumu tanımlayan bir deyim olmaktan ziyade “galat-ı meşhur” kabilinden kullanmaktayım. Nitekim konuyla ilgili yazılarım “İhtilaller, Çocuklarını Yemesin”, “Bahreyn ve Libya’da Göstericilere Farklı Muamele”, “Libya İçin Bölünme Senaryosu”, “Suriye Üzerinden Bölgesel Stratejiler”, “Suriye Viranelerinden Bir Ses: Aaah!”, “Mısır’ın Suriyeleşmesi”… benzeri başlıklar taşımaktadır.
Tunus, Libya’dan Mısır, Suriye ve Irak’a kadar ülkeler üzerindeki politikalar için anahtar kelimeler petrol ve İsrail’dir. Herkesin bildiği bu gerçeklere karşın bu dev sömürgelerin de artık gerçek bağımsızlıklarına kavuşma aşamasına geldiğini zannetmek gereğinden fazla iyimserlik olurdu. Öte yandan son dört yıldır bu coğrafyadaki gelişmeleri kendi iç dinamiklerindeki değişim ve dönüşümün doğal sonucu olduğunu, iletişim ve ulaşımın bu sosyal yapıları da dönüştürmesi sonucu diktatörlüklere elveda dendiğini öne sürmek siyaset gerçeğine karşı gözleri kapamak demekti.
Tıpkı hukuk gibi diplomasinin de gözü aslında kördür. Kendisine ulaşan somut gerçekleri olduğu gibi kabul eder. Ancak siyaset, kimsenin görmediklerini görebilmek, herkesten önce görebilmek, iş işten geçmeden tedbir almak, ülkesinin çıkarlarını kimsenin reddedemeyeceği dille savunmak ve korumak sanatıdır. Aksi takdirde büyük güçlerin yönlendirdiği şartlar altında, diğerlerinin bu şartlara bakarak karar vermeleri siyasette peşinen kaybetmek demektir. Bu kayıp Uluslararası Siyasette çok daha ağır olabilmekte, çok daha büyük oyunlarla nesiller ve ülkeler heba edilebilmektedir. Ortadoğu’da petrol ve İsrail’in merkezde yer aldığı politikalar, en az bir nesil daha bölge halklarını huzur ve refahtan mahrum kılmaya adaydır. Bu temel gerçeği olduğu gibi değil de gösterilmek istenen gibi görmek ise, sömürgeci senaryoya payanda olmaktır.
Suriye ve Mısır’daki seçimler sonucunda yeni/eski diktatörlerin yeniden seçilmesinin kimseyi şaşırtmaması gerekirdi. Belki bu sonuçları, suların kendi mecraında akmasının en doğal sonuçları idi. Fakat sorulması gereken soru, “Türkiye, bu iki ülke ile düşman hale gelmeye, en azından araya demir perde çekmeye mecbur muydu?”
Belki şu soru çok daha anlamlı olabilir: Türkiye ile Şam yönetimi veya Mısır yönetiminin bu derece aralarının açılmasından kim karlı çıkar? Türk halkı mı, Kürt halkı mı, Filistinliler mi, mazlum Suriye halkı mı, İsrail mi, Araplar mı, bölge dışı emperyalist güçler mi?
Mısır’da Sisi’nin ve Şam’da Esed’in Ortadoğu demokrasi standartları çerçevesinde bir dönem daha başkan seçilmeleri, seçim kararı verildiğinde aksi düşünülemeyecek beklentilerdi. Bir an için Arap baharı diye bir şeyin yaşanmadığını, aynen daha önce Hüsnü Mübarek veya Hafız Esedinkiler gibi seçimlerle bu ülkelerin yoluna devam ettiklerini farzedelim. Arap Baharı öncesi ve sonrası siyasi coğrafya karşılaştırıldığında hangisinin İsrail veya bölge dışı güçler açısından daha arzu edilir olduğuna öncelikle karar vermemiz gerek.
Suriye’de başkanlık seçimini Esed yeniden kazanmıştır. Ancak Arap Baharı öncesi Suriye artık yoktur. Mısır’da ise Sisi dönemi başlamıştır. Enver Sedat’ın vurulmasından sonra Hüsnü Mübarek başkan seçilince Mısır halkı rahat bir nefes alacağını zannetmişti. Arap Baharı, Mübarek döneminin ayakta kurumasını böylece önlemiş oldu. Rejim budanarak hayat hakkı buldu. Bu ülkede yarım asrı aşan bir siyasi birikim berheva edildi. Sözkonusu olan Ihvan hareketi değil. Fakat bu coğrafyada her siyasi adımın mutlaka dışarıyla bağlantılı olması gerektiği, bu bölgenin kendi iç dinamiklerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığı gerçeğinin zihinlere kazınması, geleceği ipotek altına almaktadır.
Mısır ve Suriye seçimlerinden hemen sonra Türkiye, İran’ın yeni cumhurbaşkanını ağırlamaya hazırlanırken üç yıl önce-üç yıl sonra muhasebesini bu çerçevede yapmalıdır. Bu muhasebenin Rusya ve Çin ile bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika boyutları dikkate alınmalıdır. Zira yüzeysel olarak İsrail karşıtlığına rağmen özde İsrail lehine şekillenen yeni coğrafyada inisiyatif kaybının bir yerde durdurulması gerekmektedir. Bu muhasebeyi yapan bazı Körfez ülkeleri üç yıl öncesinin tam tersi politikalara yelken açmışlardır. Türkiye, ise birçok bakımdan yapayalnız kalmıştır. Elbette bunun da telafisi olacaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com


Yazıları posta kutunda oku